Yeni askeri sistemle yeniçeri ağalığı (Ağa Kapısı) da kaldırılarak Seraskerlik makamı ihdas edildi.Daha sonra genelkurmay başkanlığının işlevini üstlenecek bu yeni kuruma, bugün İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer tahsis edildi. [18](Bugün İstanbul Üniversitesi’nin kullandığı âbidevi Seraskerlik binası Sultan Abdülaziz döneminde inşa ettirildi.[19])
Serasker Kapısı[20]
Kurmaylıkeğitimi vermek üzere bugünkü harp akademilerinin temelini oluşturan Mekteb-iFünûn-ı Harbiye eğitime başladı (1834-1835).[21]Ayrıca 1835 yılından itibaren hem Mekteb-i Harbiyye’den hem de Kara Mühendishanesi’nden seçilen öğrenciler Paris, Londra, Viyana ve Berlin’deki benzeri kurumlara tahsile gönderilmeye başlandı.[22]
Osmanlı ordusuna komutan yetiştirecek Mekteb-i Harbiyye, yani Harp Okulu, 1835 yılının ortalarında geçici olarak Râmi Kışlası içindeki odalarda faaliyete geçti. Osmanlı Devleti’nde harp okullarının açılması gecikmiş gözükse de, ordunun ve donanmanın mühendis/istihkâm subayı ihtiyacını karşılayacak mühendishaneler 1826 tarihi itibariyle yaklaşık 50 yaşındaydı. Mühendishane-i Berrî (Kara Mühendis Mektebi)’de kara ordusuna ve Mühendishane-i Bahrî’de ise donanmaya gerekli olan mühendisler yetiştirilmekteydi.[23]
Yeni ordunun üniforma, bot ve diğer teçhizatının karşılanması amacıyla feshane, debbağhane (deri imalathanesi) veiplikhane adlarıyla imalathaneler kuruldu. [24]
Osmanlı Devleti’nde yeterince Müslüman hekimin bulunmaması yüzünden, Asâkir-i Mansure’nin kurulmasının ardından İstanbul’da açılan Tıbhane-i Âmire, daha sonra ikiye bölünerek içinden Cerrahhane-i Askerî’yi çıkardı. Daha sonra Avusturyalı Profesör K. A. Bernard’ın müdürlüğü esnasında Mekteb-i Tıbbıyye-i Şâhâne adını aldı. Askeri eğitim ve öğretim kurumları kaynak bulundukça Avrupa’dan getirtilen kitaplar ve araç gereçlerle donatıldı. [25]
II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra ocağı hatırlatan her işareti silmeye gayret ettiği için Mehterhane ve mehter takımını da kaldırdı. 1831’de yeni ordu için bando takımı oluşturulması ve bu birime eleman yetiştirmek üzere bir mektebin açılması kararlaştırıldı. Enderun ile Bâbüssaade ağaları arasından müziğe yeteneği olanlar seçilerek İtalya’dan getirtilen besteci Guiseppe Donizetti’nin maiyetine verildi. Avrupa’dan getirtilen yeni çalgı aletleriyle Dolmabahçe Sarayı’nın yerinde bulunan köşklerden birinde 40-50 civarında bir öğrenci grubuyla eğitime başladı. Daha sonra kendisine paşalık unvanı verilen Donizetti, II. Mahmud adına Mahmudiye Marşı’nı ve Sultan Abdülmecid devrinde de Mecidiye Marşını besteledi.[26]
Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması
Son darbe ocakla ve onun sosyal tabanıyla irtibatı olduğu ve muhalif fikirlerin gelişmesine zemin hazırladığı düşünülen Bektaşi tarikatına vuruldu.[27]
İstanbul tekkelerindeki babalar ve muhibbleri tutuklanarak darphaneye hapsedilirler. Kıncı Baba, İstanbulağasızade Ahmet Baba ve Salih Baba idam edilirler. Diğerlerinin sürgün edilmesine karar verilir.[28]
Rumelihisarı’nda şehitlik tekkesinde Mahmut Baba Kayseri’ye, Paşalimanı tekkesinde Ahmet Baba ve Kazlıçeşme tekkesinde Hüseyin baba Hadim’e, Karaağaç tekkesinde o tarihte aynı zamanda ‘Hacı Bektaş Vekili’ olan İbrahim Baba, Sütlüce Tekkesinde Mustafa baba ve Eyüp’te Karyağdı tekkesinde Mustafa baba Birgi’ye, Karaağaç tekkesinde misafir olan Yusuf Baba Amasya’ya, yine misafirlerden Ayıntablı Mustafa Baba Güzelhisar’a, Kıncı’nın kardeşi Mehmet baba Çamlıca tekkesinde Mehmet Baba ve Merdivenköy tekkesinde diğer Mehmet Baba Tire’ye gönderilir. Sürgünlerin Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın etkili olduğu yerlere yapılmış olması, Bektaşilerin sıkı kontrol altında tutulmak istendiğinin göstergesidir.İstanbul’da kalan diğer Bektaşilerin, takip siyasetinden daha az etkilenmemek adına, Sünni kılığına girerek takiye yaptığı anlaşılıyor. [29]
II. Mahmud, Rumeli’deki Bektaşi Tekkelerinin yıkımının ve Bektaşilerin durumlarının kontrolünü sağlamak amacıyla Hacı Ali Bey ve ulemalardan Pirlepeli Ali Ağa’yı; Anadolu Teklerini yıkmak için de Cebecibaşı Ali Ağa ve müderrislerde Çerkeşi Mehmet Efendi’yi 1 Ağustos 1826 tarihinde memur tayin etmiştir. [30]
II. Mahmud, ‘ Bunu kendimize iş edinip bu din sapkını topluluğu yok etmeye çalışacağız’ diyerek, idam edileceklerin hemen öldürülmelerini, bağışlanması istenilenlerin ise sürgün edilmelerini buyurur. Sanırız Bektaşilerin takip işinin gevşek tutulmuş olmasından dolayıdır ki, padişah bu işin yakından izlenmesi ve Bektaşiliğin tümüyle yok edilmesini sadrazamlık katından tekrar ister. Ancak II. Mahmud’un sadrazamlarından kimi Bektaşilerin araştırılmasını ve gereken cezanın verilmesini istediği fermanda “…Ben sana söyler iken rüzgârın şiddetli olmasından ve camların vurmasından işitmemişsin…” ifadelerinden üslubunun fazlasıyla sertleştiğini söyleyebiliriz.[31]
Bektaşi tekkelerinin yıkılması faaliyetine önce İstanbul’dan başlandığı anlaşılmaktadır. İstanbul’da on dört Bektaşi tekkesinden dokuzu yıkılmıştır. Sadece Edirne’de on altı Bektaşi tekkesinin yıkıldığını, tekke topraklarına ise Anadolu’dan getirilen göçmenlerin yerleştirildiğini belirtmektedir. Devletin her tarafında, özellikle de Rumeli’de yaygın olan Bektaşi tekkelerinin bir kısmı cami ve medreseye tahsis edilmiş, biyük bir kısmı da birer ehl-i sünnet türbedar atanmak suretiyle başta Nakşibendilik olmak üzere Kadirilik ve Sadilik gibi tarikatların kullanımına verilmiştir.[32]
Dipnotlar
[1] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[2]http://osmanlilar.gen.tr/1699-1923.asp
[3] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[4]http://ercaninal.blogspot.com.tr/2012/12/ordu-yu-humayun.html
[5] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[6] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[7] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[8]http://osmanlilar.gen.tr/1699-1923.asp
[9] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[10] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[11] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[12]http://www.turktotalwar.com/index.php?topic=11149.0
[13]http://www.turktotalwar.com/index.php?topic=11149.0
[14] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[15] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[16] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[17] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[18] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[19] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[20]http://karalahana.com/fotograflar/displayimage.php?pid=352&fullsize=1
[21] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[22] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[23] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[24] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[25] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[26] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[27] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
O dönemde Avrupa’nın başlıca kara gücü olduğu için, Asâkir-i Mansure için de Fransız piyadesi örnek alındı. II. Mahmud dönemi askerî yenileşmelerinin öncekilerden farkı, üniformadan askeri müziğe kadar ordunun görünür sembollerinde Avrupa’yı örnek alması ve daha fazla yabancı uzmanı orduda istihdam etmesiydi. [11]
[12]
[13]
1826’dan 1837 Şubatına kadar Asâkir-i Mansure’ye katılan asker sayısı 161.036 idi.Avrupa ordularında olduğu gibi yeni Osmanlı merkez ordusu da toplumun sosyopolitik ve sosyo-ekonomik olarak en alt zümresinden gelen fakir ya da işsiz delikanlılara dayanmaktaydı. Çünkü askerlik, uzun hizmet süresi ve nisbeten düşük ücretler sebebiyle pek cazip değildi. Askere yazılanların çoğu, Rumeli ve Anadolu’nun Türkçe konuşan Müslümanlarındandı. Batı, Orta, Güney ve Kuzeydoğu Anadolu, Batı Trakya ve bugünkü Bulgaristan’la Makedonya topraklarına denk düşen sancak ve kazalar başlıca asker kaynaklarıydı.[14]
Asâkir-i Mansure’de Avrupa disiplin ve talim sistemlerinin uygulanması kararlaştırılmış; ancak, bu konularla ilgili yetişmiş personel sıkıntısı çekilmişti. Piyade taliminde Fransız çavuş Gaillard, nâm-ı diğer Hurşid Ağa’nın yöntemi benimsenirken, süvari talim sistemi de kısa bir süre sonra bir İtalyan subay tarafından değiştirildi. Asâkir-i Mansure’nin ilk kadrolu Hristiyan ve Avrupalı talimcisi İtalyan süvari Calasso oldu. Calasso’dan Topkapı Sarayı’ndaki 280 içoğlanına binicilik dersleri vermesi istendi. II. Mahmud, ona Rüstem Ağa ismini verdi. Calasso, Gülhane Bahçesi’nde yaptırdığı süvari talimleriyle yüzyıllardır devam eden Osmanlı biniş tarzı yerine Macar hafif süvarilerinin eğitimini getirdi. Ayrıca, Osmanlı eyer ve üzengileri terkedilerek Macar eyerlerini andıran Tatar eyerleri kullanılmaya başlandı. Osmanlı süvarilerinin bu değişikliklere alışmaları biraz zor oldu. Bu değişikliklere onay veren ve yeni süvari talimlerine bizzat katılan II. Mahmud dahi bu yüzden birkaç kez attan düşmüştü. O tarihlerde İstanbul’da bulunan bazı İngiliz gözlemcilere göre, Osmanlı ordusunun güçlü tarafı olan süvari sınıfında yapılan bu değişiklik bir hataydı.[15]
Aslında askeriyede köklü bir değişikliğe gitmek için şartlar pek uygun değildi. Bu sırada büyük devletlerin Yunanistan’ın bağımsızlığı için diplomatik baskıları yoğunlaşmış; Osmanlı Devleti’yle Rusya arasındaki diplomatik ilişkiler kopma ve tekrar savaşa girme noktasına gelmişti. Dönemin bazı yabancı gözlemcilerine göre II. Mahmud, bu sırada yeni bir ordu kurmaya çalışarak büyük bir risk almıştı. Yeni ordunun kurulmasından sadece iki sene sonra patlak veren 1828-29 Osmanlı-Rus Harbi bu tahminleri haklı çıkardı.[16]
Mansure Ordusu henüz teşkilatlanmaaşamasını tamamlayamadan iki önemli sınav verdi fakat her ikisinde de başarısızoldu. Bunlar; 1828-29 Osmanlı Rus Savaşı ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyanı ve Anadolu’yu işgali sırasında yaşanan savaşlardır.[17]
Yeniçeri Ocağının Kaldırılması ve Askeri Yenilikler (1826)
Yeniçeri Ocağının Kapatılması
II. Mahmud ve onunla birlikte hareket eden devlet adamları Yunan İsyanı’nın bastırıldığı haberinin gelmesinin ardından toplantılara başladılar. Savaşçı özellikleri iyice zayıflamış yeniçerilerle savaş zamanlarında işe alınan ücretli savaşçılardan oluşan Osmanlı ordusu bekleneni veremiyordu. Avrupa ordularıyla Mehmed Ali Paşa’nın kurduğu askeri birliklerde gözlenen disiplin ve düzen ile sürekli talime dayalı ateş ve manevra gücü, Osmanlı devlet adamlarının kendi ordularında da görmek istedikleri başlıca özelliklerdi. III. Selim’in 1792’de kurduğu Nizam-ı Cedid ile 1807’de tahttan indirilmesinden sonra Alemdar Mustafa Paşa’nın oluşturduğu Sekban-ı Cedid birliklerinde de bu ilkeler esas alınmış; ancak, her iki deneme de yeniçerilerin başını çektiği ayaklanmalarla ortadan kaldırılmıştı. [1]
Yeniçerilerin artan tecavüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti.[2]Padişah, rical, ulema ve ocak komutanlarının yaptıkları gizli toplantılar neticesinde, Yeniçeri Ocağı içinde Eşkinci adı verilen talimli tüfekçi birliklerin kurulması kararlaştırıldı. Ocağın yeni bir şubesi görüntüsü verilse de, sürekli talime dayalı bir iş düzenine sahip bu birliklerin yeni bir askeri teşkilatın habercisi olduğu açıktı. Padişahla işbirliği yapmayan alt ve orta rütbeli yeniçeriler de bunun farkındaydı. Ancak, III. Selim’in durumuna düşmek istemeyen II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı ve ulema içinde önceden kendine yandaşlar buldu. Sırp ve Yunan isyanlarının İngiltere ve Rusya gibi devletler tarafından da desteklendiğine dikkat çeken ulema, düşmanı yenebilmek için onun teknik ve taktiklerini kullanmanın dini bir zorunluluk olduğu teziyle yeniçerileri ikna etmeye çalışmaktaydı. II. Mahmud, Yeniçerilerin Avrupai askeri talime “gâvur talimi” diye karşı çıkmasını engellemek için talimin yabancılardan değil, Mısır’dan alındığının üzerinde durulmasını ulemaya tenbihledi. [3]
[4]
Yeni birliklerin eğitime başlamasından üç hafta sonra beklenen oldu. Gidişatın kendi lehlerine olmadığını düşünen yeniçeriler 14 Haziran 1826 akşamı son kez ayaklandılar. O sırada şehir merkezinde olmayan II. Mahmud ve çevresi bu kez hazırlıklıydı. Ertesi gün yapılan acil toplantıdan ayaklanmanın bastırılarak ocağın kaldırılması kararı çıktı. Saray halkının yanısıra Tophane, Humbarahane ve Tersane gibi teknik sınıflar padişaha sadık kaldıkları gibi, ulema da, III. Selim’in tahttan indirilmesi ve Alemdar Mustafa Paşa’nın katline yol açan iki isyandan farklı olarak padişahın yanında yer aldı. Halife-sultanın açtığı sancağın altında toplanan Müslüman halk Topkapı Sarayı’na gelip dağıtılan silâhlardan alarak padişahın birliklerine ve medrese talebeleri de başlarında hocaları olduğu halde ittifaka katıldı. Muhtemelen bunlardan bir kısmı farklı yeniçeri gruplarının şehirde çatışıp durmasından bıkıp usananlar; bir kısmı da yeniçeri geçinenlerin uluorta kadınlara sarkıntılık etmelerinden şikâyetçi olanlardı. Ahalinin büyük çoğunluğu, esnaflık ya da amelelik yapan kimi yeniçerilerin bazı iş kollarında tekel kurmasından rahatsızdı. Aslında 16. yüzyıldan beri devletin verdiği maaş yetmediği gerekçesiyle başka işlerle meşgul olduğu bilinen yeniçeriler, 18. yüzyılın sonlarında iyice sivilleşmişlerdi. Silâh taşıma hakları ve adli dokunulmazlıkları bulunduğu için ticaret ve işçilik yaparken rakiplerinin önüne geçiyorlardı.[5]
Topkapı Sarayı ve Sultanahmed Camii’nden çıkarak birkaç koldan Süleymaniye’deki Yeniçeri Kışlası’na giden padişah yanlısı asker ve siviller, kısa süre içerisinde ayaklanmayı bastırdı. Yeniçeri Kışlası topa tutularak yüzlerce ocaklı öldürüldü.Canlı yakalananların bir kısmına idam veya hapis; bir kısmına ise memleketlerine ya da Tuna boyundaki kalelere sürgün cezaları verildi. 17 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın resmen kaldırıldığına dair ferman ve mahkeme ilâmı yayınlandı. Kararın gerekçesi, ocağın bir süredir düzenini kaybettiği, düşmanın kullandığı teknik ve taktikleri öğrenmeyi reddettiği ve İslâm’ın düşmanlarına karşı devleti savunmaktan âciz kaldığıydı.[6]
Oldukça hızlı gelişen ve devrin resmi tarih yazıcıları tarafından Vak’a-ı Hayriyye, yani “Hayırlı Olay” olarak nitelendirilen bu tasfiye harekâtı yeniçerilerle sınırlı kalmadı. Yeniçeri Ocağı’nın sosyal tabanı ve o güne kadar çıkan yeniçeri isyanlarının destekçileri olduğu düşünülen taşradan gelip ocak tekelindeki iş kollarında tutunmaya çalışan hammallar, manavlar, sebzeciler, kayıkçılar, beygirciler ve kahvehaneciler gibi alt sınıfların mensupları da İstanbul’dan sürülmek istendi. Önceki ayaklanmalarda rol oynayan Arnavut kökenli fırıncı ve mezbahacılar da mallarına el konularak memleketlerine gönderilen gruplar arasındaydı. Yeniçerilerin sahip olduğu ve onlarla birlikte şehrin alt kesimlerinin sosyalleştiği kahvehane ve berber dükkânları kapatıldı; Üsküdar’da Yeniçeri Ocağı mensuplarıyla taraftarlarının yaşadıkları bekâr evleri yıktırıldı ve yeniçeriliği hatırlatan unvan ve sembollerin kullanımı yasaklandı. Ocak ortaları için manevi önemi büyük olan kazanlara el konuldu. Ellerinde bol miktarda yeniçeri esâmesibulunan ulemayı tedirgin etmemek için esâmelerini getirip orijinalliklerini kanıtlayanların hak kaybına uğramayacağı ilân edildi. Ancak bu tasfiye harekâtında büyük rol oynayan Ağa Hüseyin Paşa’nın esâmeyle gelenlere gösterdiği sert tavır yüzünden pek çoğu para talebinden vazgeçti.[7]
Şair Keçecizade İzzet Molla ocağın ilgası münasebetiyle şu şiiri yazmıştır.[8]
Tecemmü eyleyüp Meydan-ı lahme,
Edüp küfran-ı nimet nice baği
Koyup kaldırmadan ikide birde,
Kazan devrildi söndürdü ocağı.
II. Mahmud Döneminde Düzenli Ordunun Kurulması
17 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı ve yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediyye adlı yeni bir ordunun kurulacağı resmen ilân edildi.Başlangıçta 12.000 mevcutlu profesyonel bir ordu olarak planlandı. Henüz zorunlu askerlik uygulamasına geçilmediği için yeni ordunun 12 senelik sözleşmelerle işe alınacak 15-25 yaş arası maaşlı askerlerden oluşması öngörülmüştü. Kişinin askerlikten ayrılıp sivil hayata dönebilmesi, ticaret veya ziraatle uğraşabilmesi ve emekliliğe hak kazanabilmesi için bu sürenin dolması gerekmekteydi. Bekârlara yüzbaşı mülâzımı olana kadar evlenmek yasaktı.[9]
Asâkir-i Mansure-i Muhammediyye: Kelime manası olarak “Hz. Muhammed’in Muzaffer Askerleri” demektir. Ordunun adında “Hz. Muhammed’in askerleri” ibaresinin geçmesi ise, hem halkın askerliğe olan meylini arttırmak hem de Avrupai tarzda talimin İslâm’a aykırı olduğu propagandasının önüne geçmek için tercih edilmiş olmalıdır. 1843 yılından itibaren bu ismin yerine düzenli ordu manasına gelen Asâkir-i Nizamiyye kullanılmıştır.[10]
II.Mahmud(1808-1839, 31 yıl)