top of page

I.Meşrutiyet (1876)

Meşrutiyet Beklentisi veKanun-i Esasi’nin (Anayasa) Hazırlanması

1856’da ilân edilenIslahat Fermanı, Kanun-i Esasi’yi yaklaştıran bir basamak olmuştu. 1860’lardan beri faaliyet gösteren ve “Yeni Osmanlılar” denilen yenilikçi aydın grubu, devletin anayasal (parlamenter) sisteme geçmesi gerektiğine inanmakta ve budoğrultuda faaliyet göstermekteydi. İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, AliSüavi gibi aydınlar basın yolu ile Midhat Paşa, Mehmed Rüşdi Paşa, Damad Mahmud Paşa gibi devlet adamları da bürokrasi içinden anayasal sisteme geçmek içingayret etmekteydiler[1].

 

Kanun-i Esasi halktan ziyade, Tanzimat sürecinin imkânları içinde yetişen kısmen bağımsız fakat ağırlıklı olarak bürokrat-aydınların talebi olarak ortaya çıktı. Daha ziyade bürokrasiden yetişen ve yeni bir yönetim biçimine geçme arzusunu yüksek sesle dillendiren bu aydınlara göre, devleti içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtarıp “terakkî”yi (gelişme)sağlayacak model, hanedanın muhafazası ile birlikte anayasal sisteme geçmekti[2].

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[3]

II. Abdülhamid, meşrutiyetin ilanı için hazırlıkları hemen başlatmış, anayasanın yapılması için 30 Eylül 1876 tarihinde bir komisyon kurulmasını emretmiştir. 28 kişiden oluşan bu komisyon 1831 Belçika, 1859 Prusya anayasalarıyla birlikte yirmiye yakın tasarıyı incelemiştir. Bu tasarılar içinde Mithat Paşa ile Sait Paşaların tasarıları da vardır.[4]

 

Padişah kanun-u esasi (anayasa) hazırlanırken fevkalade endişeliydi. Osmanlı Devleti'nin genel nüfusu içinde Türkler azınlıkta kalıyordu. Oysa devletin kurucusu Türklerdi. Mecliste azınlıkta kalacaklar, istikrar tehlikeye düşecekti. Bu da devletin selameti açısından mahzurluydu. Bu konu nasıl halledilecekti? Bu endişesini bir gün Başkâtip Tahsin Paşa'ya açtı. Ve Tahsin Paşa hatıratına geçirdi:"Bir hükümdar için lazım olan şey, memleketin menfaatidir. Eğer bu menfaat Kanun-u Esasi'nin ilanında ise o da yapılıyor; fakat iyi tatbik olunur mu? Türk'ün menfaati mahfuz kalır mı? Burasını kestiremiyorum!"Bu endişesinde ne kadar haklı olduğunu Meşrutiyet meclisinde yapılan konuşmalar ve çıkan neticeler açıkça gösteriyor.[5]

 

Mithat Paşa meşrutiyeti "sihirli değnek" gibi görüyordu: Meşrutiyet ilan edilir edilmez, bütün işler düzelecek, karışıklıklar bitecekti. Çünkü İngiltere'de böyle olmuştu. Türkiye'de de böyle olması lazımdı... Sultan Abdülhamid, Mithat Paşa'nın bu konudaki görüşlerini, hatıratında şöyle nakleder: "Mithat Paşa öteden beri meşrutiyet taraftarıydı. Lakin ismini ve bazı kitaplarda methini işitmekle hâsıl olmuş bir taraftardı. Hiçbir devletin kanun-u esasisini tetkik etmiş ve bu bapta esaslı bir fikir edinmiş değildi. Rehberi Nafia Müsteşarı Odyan Efendi idi. Odyan Efendi ise, o zaman bile bizden en mümtaz hukukşinas değildi. Hele memleketi hiç bilmezdi... Zannederim bu vukufsuzluk, Mithat Paşa'yla Taif Kalesi'ne [sürüldüğü yer] kadar beraber gitti!"  [6]

 

Padişah, Mithat Paşa'nın bu bilgisizliğini iyi bildiği için Odyan Efendi'ye hazırlattığı taslağı kabul etmedi. Anayasayı Mithat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal Bey'den meydana gelen bir heyete hazırlattı. "İmparatorluk içindeki her milletin kendi dilini kullanabileceği" yolundaki teklif başta olmak üzere bazı maddeleri reddetti. Daha uygun bir şekil verip, diğer devlet adamlarıyla görüştükten sonra imzaladı. Ama bir problem daha çıktı: Mithat Paşa, anayasayı Avrupa'nın büyük devletlerinin de tasdik etmesini istiyor, onlara "anayasanın uygulanıp uygulanmadığını kontrol yetkisi" veriyordu. Sultan Abdülhamid şiddetle tepki gösterdi. Maddeyi anayasadan çıkarttırdı.[7]

 

Meşrutiyetin İlanı

Kanun-i Esasinin ilanı Osmanlı Devleti’nin Balkan meselelerini konuşmak için toplanan uluslararası Tersane Konferansı’nın açılışına denk getirilmişti. Kanun-i Esasinin bu konferans sırasında ilan edilmesinin sebebi, “yabancı güçleri, reformları takip maskesi altında devletin iç işlerine müdahaleden alıkoymaktı”. Bu anayasa sayesinde Rusya Osmanlı’ya karşı beslediği düşmanlıktan vazgeçecek, memleketimiz “tarihte okuduğumuz” İngiltere gibi güçlü olacaktı! [8]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[9]

Meşrutiyet’in ilanını hürriyetin ilanı olarak gören Osmanlı aydını, Meşrutiyet’in ilanı ile devletin köklü dertlerinin çözümleneceği, devletin büyük devletler safına katılacağını düşünmüşlerdir. Artık azınlıklarla Müslümanlar arasındaki mücadele bitmiş, “hürriyet-adalet-eşitlik-kardeşlik” başlamıştır. Rumeli’de dağlarda bulunan çetelerin şehirlere inip Osmanlı askerleri ile kucaklaşmaları Meşrutiyet’in ilanı nedeniyle, şehirlerde halkın bir araya gelip kutlama törenleri düzenlemeleri bu düşüncenin Meşrutiyet’in ilk günlerindeki yansımalarıydı. Hatta bu törenlerde İngiltere bir kurtarıcı olarak görülmüştür.Ancak, beslenen ümitler çok kısa bir süre sonra boşa çıktı. Devletler bu çabayı dikkate almadığı gibi 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı, Osmanlı Devleti’nin ağır yenilgisi ile sonuçlandı. Devlet, Balkanlar’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybederken, Ruslar İstanbul önlerine kadar gelmişti.[10]

 

Mithat Paşa’nın Sürülmesi

Bütün bu gelişmeler sırasında Padişah ile Sadrazam’ın ilişkileri de gerginleşti. Padişah, Abdülaziz’in hal’indeki rolü yüzünden baştan beri ona kuşku ile bakmaktaydı. Şöhreti konferansta işe yarar diye sadarete getirildi fakat beklenen sonuç alınamadı. Üstelik Sultan II. Abdülhamid, Avrupa devletleri ile ilişkilerin bu noktaya gelmesinde onun sertlik yanlısı tavrının sebep olduğunu düşünüyordu. [11]

 

Sultan Abdülhamid, kısa bir süre önce ilan edilen anayasanın 113. Maddesine dayanarak, Midhat Paşa’yı 5 Şubat’ta İtalya’ya sürdü ve yerine Edhem Paşa’yı getirdi.[12]

 

Meclis-i Mebusan’ın Oluşması (1877)

Seçimler, Şubat 1877 sonuna kadar tamamlandı ve oldukça hızlı ve sorunsuzbir seçim yapıldı.II. Abdülhamid’in temsilci seçmelerini istediği Sırbistan, Karadağ, Mısır, Tunus ve Lübnan gibi özerk eyaletlerden temsilci gelmedi. Aslında bu,obölgelerin Osmanlı sistemi içinde yer almak istemediklerinin bir işaretiydi ve bu,II. Abdülhamid’i ciddi bir biçimde etkiledi[13].

 

Birinci mecliste 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 115 mebus bulunuyordu. İlk Osmanlı Meclisi, 19 Mart 1877 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan bir törenle açıldı.[14]Meclis-i Mebusan’ın ikinci döneminde 106 mebus görev yapmıştır. Bunların 59’u Müslüman, 47’si gayrimüslim idi. Müslümanlarla gayrimüslim mebusların oranına baktığımızda %56’ya %44 oranı ortaya çıkmaktadır. Bu oran Müslim ve gayrimüslim mebusların neredeyse eşit oranda temsil edildiklerini göstermektedir. O dönemde gayrimüslim halkın toplam nüfus içindeki oranlarının 1/4 olduğu düşünüldüğünde, mebus sayısı ile nüfusların arasında bir denge olmadığı ortaya çıkmaktadır. [15]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[16]

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[2] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[3]http://tr.wikipedia.org/wiki/Kanun-%C4%B1_Esas%C3%AE

[4] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[5] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[6] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[8] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[9]http://www.ensonhaber.com/meclis-i-mebusan-2013-02-18.html

[10] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[11] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[12] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[13] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[14] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[15] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[16]http://soruncevapliyalim.com/tarih/29612-ilk-turk-anayasasi-1876-kanun-i-esasi.html

II.Abdülhamid (1876-1909, 33 yıl) 

Osmanlılar

bottom of page