top of page

II. Abdülhamid’in Yönetimi Ele Alması

Meclisin Süresiz Tatil Edilmesi

Edirne mütarekesi imzalandığı sıralarda, İstanbul’da endişe ve korku hüküm sürdüğü gibi, yiyecek sıkıntısı çekilmekte, böylece halkın hoşnutsuzluğu artmaktaydı. Aynı sıralarda, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde bozgunun sebeplerine ilişkin şiddetli tartışmalar da yaşanıyordu. Hatta Rus ordularının İstanbul’u işgali halinde, başkentin Gelibolu, Anadolu veya Mısır’a nakli gibi konuların gündeme gelmesi, başkentin içinde bulunduğu endişe ve korkuyu gözler önüne sermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bunun üzerine, yapılacak şeyleri tespit etmek amacıyla, padişahın başkanlığında olmak üzere Yıldız Sarayı’nda fevkalâde bir meclis toplanmış, ancak herhangi bir karar alınamamıştı. Mecliste uzun süren tartışmalardan bir netice çıkmadığı gibi, bazı mebuslar ise, Meclis-i Mebusan’ın hiç dikkate alınmadığını söylemekte ve yenilgideki baş suçlunun padişah olduğunda ısrar etmekteydiler.[1] Hristiyan mebuslar ise Avrupa’nın da etkisiyle kendi topluluklarının çıkarlarını gözetiyorlardı.[2] II. Abdülhamid bütün bunlara kızarak meclisi terk etti.[3]

 

Aslında bu parlamentoya "Türk parlamentosu" demek çok zordu. Çünkü ana dili Türkçe olanların sayısı toplam sayının yüzde 50'sini bulmuyordu. Bir hayli Rum, Ermeni, Yahudi, Romen, Bulgar, Makedon, Sırp ve Maruni vardı. Garip isteklerde bulunuyorlardı. Temsilcisi oldukları milletlerin istiklalini isteyenlere bile rastlanıyordu. Bazı Rum milletvekilleri, Girit, Tesalya gibi yerlerin Yunanistan'a terk edilmesini savunuyorlardı. Ermeni Patriği Narses; Ayastefanos'taki karargâhında Rus orduları başkomutanı Grandük Nikola'yı ziyaret ederek, Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurulması için yardım talebinde bulunuyordu.[4]

 

Böyle bir atmosfer içerisinde, durumun daha da kötüleşmesinden endişe duyan padişah, anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak, 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı feshetti. Böylece, I. Meşrutiyet dönemi sona ermiş, II. Abdülhamid’in mutlak yönetimi de başlamış oldu. [5]

 

Sultan II. Abdülhamid, yerel, etnik ve dinî taassup gösteren mebusların (milletvekillerinin) taleplerinin büyük problemlerle boğuşan Osmanlı sorunlarını çözmek yerine adeta daha da karmaşık hale getirdiğine kanaat getirdi. Bu yüzden bir yol ayrımına geldi. Ya amcası Sultan Abdülaziz gibi dizginleri bırakacak ya da dedesi II. Mahmud gibi bütün idareyi üstlenecekti. Her iki tecrübeyi de iyi bilen II. Abdülhamid, ikincisini tercih ederek mutlak monarşi yönetimine geri döndü.[6]

 

Meşhur Alman devlet adamı Prens Bismarck da şu görüştedir: "Siz iyi ettiniz de parlamentoyu kapattınız! Çünkü bir devlet millet-i vahitten [tek milletten] mürekkep olmadıkça [meydana gelmeyince] onun parlamentosunun faydadan çok zararı olur..."[7]

 

Ancak Kanun-i Esasi metni her sene devlet yıllıklarında (salname) yayımlanarak kamuoyuna yürürlükte olduğu mesajı verildi; ayrıca, Şûrayı Devlet’in hazırladığı kanunlar “meclis toplandığında kanunlaştırılmak üzere” geçici kanun hükmünde çıkarılarak bir gün meclisin açılabileceği fikri canlı tutuldu.[8]

 

Abdülhamid’in Kendi Yönetimini Kurması

Bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Bu yanlış tutum dolayısıyla devletin dış itibarı sarsılmış, İstanbul ve Berlin kongrelerinde devlet adamları hakaret derecesine varan muameleye maruz kalmışlardı. Hüseyin Avni Paşa gibi İngilizlerden para bile alanları gören Padişah, devlet hizmetinde çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı kurdu.[9].

 

II. Abdülhamid, devletiYıldız Sarayı’nda oluşturduğu bir ekiple yönettiği ve Sultan Abdülmecid döneminden itibaren Mustafa Reşid Paşa, Mehmed Emin ÂliPaşa, Keçecizade Fuad Paşa ve Midhat Paşatarafından devlet işlerinin merkezi haline getirilen Bâbıâli’yi devreden çıkardığı konularında eleştirilmiştir.II. Abdülhamid’in işleri sarayda toplama düşüncesinin altında Bâbıâli bürokratlarına güvenmemesi yatar; güvensizliğinin kaynağını ise şehzadeliğinden beri yaptığı gözlem ve değerlendirmeler oluşturur. Muhtemelen Maarif Nazırı Münif Paşa’ya yazdığı bir yazıda, amcası Sultan Abdülaziz’in işlerin yönetimini bıraktığı ÂliPaşa, Fuad Paşa, Mahmud Nedim Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve Midhat Paşa gibidevlet adamlarını borçlanmalardan rüşvet almakla, ülkeyi borç batağına sürüklemekle ve Hüseyin Avni Paşa ile Midhat Paşa’yı da devleti 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na sokmakla suçlar. Bu suçlamaları ve değerlendirmeleri,Bâbıâli’ye güvenmediğini açıkça ortaya koyar.[10]

 

Askeri Yenilikler

Devleti içine düştüğü durumdan kurtarmak isteyen II. Abdülhamid’in ilk elattığı alan askeriye oldu. Rus ordusuna kıyasla daha gelişmiş silahlara sahip olmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesi, askerî kuvvetin sadece teçhizat üstünlüğüyle sağlanamayacağını gözler önüne sermişti. Teşkilâtında ve doktrininde yeniden yapılanmaya gidilmesi gereken ordunun komuta kademesinde ciddi zaaflar olduğu gibi, kuvvet yapısıyla birliklerin konuşlanışında hatalar ve askerlerin cepheye sevkiyle orada gerekli malzemelerle desteklenmesi konularını içinealan seferberlik ve lojistik sistemlerinde büyük eksiklikler vardı.[11]

 

Osmanlı ordusunun eksikliklerini gidermek için çalışan ve daha köklü değişiklikler için bir Avrupalı güçle ittifaka girmenin yerinde olacağı kanaatinde olan II.Abdülhamid, bu gücün Osmanlı Devleti’ne açıkça düşmanlık gösterdiğine inandığıİngiltere veya Fransa’dan biri olmasına sıcak bakmıyordu. O dönemde Avrupa’nın öne çıkmış kara gücü, 1870’de Fransa’yı yenmiş olan Prusya (Almanya) idi.Diğer Avrupalı devletlerle karşılaştırıldığında Almanya’nın Osmanlı Devleti’niniçişlerine karışma gibi bir eğilimi yoktu. Osmanlı topraklarının jeopolitik ve ekonomik değerini bildikleri için, bu potansiyelin Rusya’nın ya da İngiltere’nin eline geçmesine tahammülleri yoktu. Kendini toparlamış bir Osmanlı Devleti’nin Kafkaslar ve Balkanlar’da Rusya’yı ve Mısır ile İran üzerinden Hindistan’da İngiltere’yi durdurup meşgul edebileceğini düşünüyorlardı.Bütün bu faktörleri dikkate alan II. Abdülhamid Fransız kökenli bir askerî danışmanını 1880 yılında İstanbul’daki Almanya büyükelçisine gönderdi. Talebi, Osmanlı ordusunun yeniden yapılandırılma sürecinde görev almak üzere bir miktarAlman subayının Osmanlı hizmetine verilmesiydi. [12]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Goltz Paşa[13]

1882’de dört Alman subayının üç sene içinsözleşmeli olarak Osmanlı ordusunda çalışmasına izin verildi.Bunlara Ağustos 1883’de Kurmay Yarbay von der Goltz de katıldı. Osmanlıların “Goltz (Golç) Paşa” olarak adlandıracağıbu kişi, 1885’de askerî misyonun başına geçti ve 1896’ya kadar hizmet verdiği Osmanlı ordusunda sonradan etkileri görülecek olan kalıcı değişikliklere imza attı. Alman askerî çevrelerinde bazı radikal ve kimilerine göre de hayalci fikirleri sebebiyle kısmen de olsa dışlanmış olan Goltz, sadece bir komutan değil, aynı zamanda askerî birteorisyendi.Goltz Paşa, askerî mekteplerin dersprogramlarına Fransızcanın yanı sıra Almanca ve Rusçayı da koydurduğu gibi, Alman talimnamelerinin Türkçeye çevrilmesine de ön ayak oldu. [14]

 

Goltz Paşa başkanlığındaki danışman heyetinin İstanbul’daki varlığı, askerî teşkilât ve doktrinden ziyade silah alımları üzerindeki Alman nüfuzunu arttırdı.Diğer devletlerden silah alımı II. Abdülhamid döneminde de sürdü; ancak artıkibre iyice Almanya’ya kaydı.[15]

 

Osmanlı maliyesi Abdülhamid döneminde ciddi bir dış borç krizi içindeydi vedeniz kuvvetlerine dayalı global bir siyaset güdecek imkânlardan mahrumdu. O tarihlerde daha çok ülke içi karışıklıklar ve isyanlarla uğraşıldığından donanma başta Girit olmak üzere Ege adalarının güvenliğini sağlamakla mükellefti; ayrıca, Afrika’daki son Osmanlı toprağı Trablusgarp ve Arabistan Yarımadasının güneyindekiYemen vilayetleri gibi uzak bölgelere asker sevki de deniz kuvvetlerinin vazifesiydi. Bu mali ve stratejik şartlar çerçevesinde II. Abdülhamid’in elindeki kıt kaynaklarıdonanmadan çok kara kuvvetlerine kaydırması anlaşılır bir durumdur. Bununla beraber, Abdülaziz kadar olmasa da, II. Abdülhamid de denizcilik alanında yeni savaş araç ve gereçlerine ilgi göstermiş; denizaltının dünya savaş sahnesine çıkmasından kısa bir süre sonra, İngiliz Nordenfelt Şirketi’ne verdiği siparişle iki denizaltıyı donanmaya katmış; 1890’ların sonunda yine İngiltere’den üç zırhlı ve 11torpidobot satın almıştı.[16]

 

1885’te Çanakkale boğazının tahkimatı için Alman Krupp fabrikasına ağır toplar sipariş edildi ve bunu diğer silah türlerinin siparişi takip etti. Nitekim onun uyguladığı programlar sayesinde 1890lı yıllarda Alman silah fabrikatörleri Osmanlı silah siparişlerinin tamamını karşılıyorlardı. Tabii olarak Osmanlı subayları da silahları tanımak ve eğitimini almak için Almanya’ya gidiyordu. Bu da Osmanlı ordusunda hızla Alman hayranlığını ve ekolünü egemen kıldı.[17]

 

Eğitim Reformu

II. Abdülhamid gerek Kanun-i Esasi’nin getirmiş olduğu haklar gerekse de Müslüman milletinin aydınlanması anlayışı gereğince dönemi içinde eğitime ciddi önem vermiştir. Eğitim politikaları çerçevesinde başlangıçta medreseler aynen korunurken, beraberinde modern usulde eğitim ve öğretim yapılan okulların açılmasına hız verilmiştir. [18]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[19]

1879 yılında düzenlenen Maarif Nezareti teşkilatı, günümüzün eğitim teşkilatının temelini oluşturmuştur. Özellikle merkezde teşkil edilen öğretim basamaklarına göre ayarlanmış ilk, orta, yükseköğretim daireleri ile taşrada gerek vilayet merkezlerinde gerekse sancak ve kaza merkezlerinde maarif müdürlükleri kurularak Maarif Nezaretini modern bir bakanlık teşkilatı hâline getirme yönünde önemli işler başarılmıştır. Maarif Nezareti’nin bu şekilde düzenlenmesinde, Tanzimat Devri’nde olduğu gibi, özellikle Fransız maarif teşkilatı model alınmıştır.[20]

 

Bu çabaların bir sonucu olarak bugünkü Türkiye genelindeki belli başlı liselerin, II. Abdülhamid Dönemi’nde açılmış idadiler olduğunu tespit etmek mümkündür. Ayrıca farklı ihtiyaçlara cevap vermek üzere ilk kız idadisi ve kız öğretmen okulu açılırken, beraberinde özürlüler için ilk kez eğitim başlatılmıştır. Önceleri sağır ve dilsizlere eğitim vermek amaçlanırken, daha sonra görme özrü olan öğrenciler de okula kabul edilmeye başlanmıştır.[21]

 

II. Abdülhamid Dönemi Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak ciddi sıkıntılar yaşadığı düşünüldüğünde, bu denli yaygın eğitim ve öğretim seferberliği yapabilmiş olması şaşırtıcı gelmektedir. Tanzimat Dönemi’nde de benzer şekilde eğitim yatırımları için ciddi kaynak sıkıntısı çekilmiş, bu sebeple yapılması düşünülen birçok reform yapılamamıştır. II. Abdülhamid’in eğitim reformunu çok fazla önemsemesine en bariz gösterge olarak, kaynak sıkıntısını aşmak için yoğun çaba sarf etmesi ve de bunu başarması gösterilebilir. Zaman zaman farklı sebeplerle bu şekilde toplanan vergilere itiraz edilmiş de olsa, idadilerin yaygınlaştırılması bu ek vergi sayesinde mümkün olabilmiştir.[22]

 

Bu dönemdeki okulların artışını ve II. Abdülhamid’in devraldığı okul sayısını hangi noktaya getirdiğini Fransız tarihçi Georgeon şöyle ifade etmektedir:

“Abdülhamid’in yeniden inşa döneminden başlayarak maarif alanında gösterdiği gayret önemlidir. İstatistikler, 1879’da sayısı 277 olan rüştiyelerin 1888’de 435’e çıktığını göstermektedir. Ama asıl etkileyici olan idadi sayısındaki artıştır: 1876’da tüm imparatorluk sathında sadece 6 idadi vardı; 1893’te sayıları 55’i bulmuştu ve bu sayı 1908’de 98’e çıkacaktır. Aynı dönemde kız okullarının sayısı da anlamlı bir biçimde artmıştır. Buna Hukuk Mektebi, Sanayi-i Nefise Mektebi, Ticaret Mektebi gibi yeni yüksekokulların açılması ve Mülkiye Mektebi’nin modernleştirilmesi eklenmelidir. Bu maarif çabasındaki en dikkat çekici özellik İstanbul’dan çok vilayetleri hedef almasıdır. Maarifperver diye övgülere boğulan Abdülhamid’in camiden çok okul yaptırdığına kuşku yoktur”. [23]

 

II. Abdülhamid, uyguladığı İslamcı siyasete rağmen okulların ders programlarını sadece dinî derslerle bilinçsizce şişirtmemiş, fen bilimlerine ve dil derslerine ayrı bir önem vererek pozitif ilimlerin öğretimini desteklemiştir.[24]

 

II. Abdülhamid Dönemi’nde gerek ayrılıkçı hareketleri engellemek gerekse de Müslüman halkın eğitim seviyesini yükseltme gayelerine yönelik tedbir olarak düşünülen yaygın eğitim seferberliğinde Tanzimat Dönemi’ne göre çok daha ciddi gelişmeler olmakla birlikte, ilköğretim seviyesinde istenilen düzeye erişilmesi mümkün olmamıştır. Bu dönemdeki gelişmeler daha çok rüştiye, idadiye ve sultaniye okullarının çoğalmasında görülmektedir. İlköğretimin geriliğiyle ortaöğretimin gelişmesi arasındaki uçurum eğitim, gören kuşaklar üzerinde sarsıcı bir tesir bırakmıştır. İlköğretimde dinî ve geleneksel eğitim anlayış ile yetişen çocukların, orta eğitimde o havanın karşıtı bir eğitim havasıyla karşılaştıklarında kafaları karışmış, bu durum yüksek eğitim alanına gelindiğinde ciddi çelişkilere sebep olmuştur. Bu yüzden II. Abdülhamid ve rejimine karşı ilk tepkiler, Tıbbiye ve Harbiye’de meydana gelmiştir. Zira bu okullarda okutulmakta olan Fransızca, matematik, fizik, biyoloji, iktisat, tarih gibi dersler, öğrencilerin ufkunu açarak yenilikçi ve reformist gençlerin yetişmesine zemin hazırlanmıştır. Yani bir bakıma II. Abdülhamid’in kendi eliyle kurduğu okullarda, tıpkı telgraf ve demir yollarının gelişimiyle olduğu gibi, kendisi ve rejimi aleyhine dönük ciddi bir muhalefet gelişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kadrolar da bu okullardan yetişmiştir.[25]

 

 

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[2] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[3] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[4] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[5] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[6] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[8] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[9]http://osmanlilar.gen.tr

[10] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[11] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[12] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[13]http://tr.wikipedia.org/wiki/Colmar_von_der_Goltz

[14] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[15] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[16] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[17] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[18] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[19]http://www.denizlihaber.com/ozel/kent-bellegi/tanzimattan-bu-yana-denizlide-egitim-husamettin-ataman/

[20] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[21] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[22] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[23] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[24] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[25] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

II.Abdülhamid (1876-1909, 33 yıl) 

Osmanlılar

bottom of page