İbrahim Gülşeni (1426-1534)
1426’da Azerbaycan’da doğdu, iyi bir tahsil gören İbrâhim Gülşenî, Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin halîfelerinden Ömer Rûşenî’den feyz aldı. Halvetî tarikatinin Gülşenî kolunun kurucusudur. [63]
Babası Emîr Muhammed, asil bir Türk âilesindendir. Çocuk yaşta yetim kalan İbrâhim, amcası Seyyid Ali tarafından terbiye edilmeğe ve ilim öğretilmeye başlandı. Bilgisini daha da arttırmak için, o zamanın ilim, irfan merkezi olan Semerkand’a gitmek üzere yola çıktı. Yorucu yolculuklardan sonra Tebrîz’e geldi. Sultan Uzun Hasan’ın ona, dîvân-ı hümâyûnunda nişancılık vazîfesi verdi. Böylece devlet hizmeti görmeye başladı. Fakat İbrâhim’in niyeti ve yaratılışı bu işe uygun değildi.Haramlardan kaçmak, şüpheli korkusuyla mübahları dahî terketmek bu işte olamıyordu. Nitekim arzusuna uygun yaşayabilmek için, Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin halîfesi Dede Ömer Rûşenî’nin hizmetine girerek, talebesi oldu. Hocası, Dede Ömer Rûşenî’nin kendisine Gülşenî diye hitâb etmesi üzerine, lakabı Gülşenî olarak kaldı, İbrâhim hazretleri, Gülşenî diye etrâfta tanınır oldu. Kısa zamanda Ömer Ruşenî hazretlerinden icâzetaldı. [64]
O sıralarda Erdebil hânedanına mensûp SafevîlerTebrîz’i işgal ettiler. İbrâhim Gülşenî oradan hicret etmeğe karar verdi. Oğlu Ahmed Hayâlî ile Diyarbakır’a hicret eden İbrâhim Gülşenî’ye, şehrin “hâkimi, Âmir Bey ile kardeşi Kayıtmaz Bey son derece hürmet gösterdiler. İzzet ve ikramlarda bulundular. Fakat orada fazla kalmayıp, yollarına devam ederek Mısır’a gittiler. [65]
İbrâhim Gülşenî’nin hocası Ömer Rûşenî hazretlerinin talebelerinden Tîmûrtaş ile Şahin efendiler de daha önce Mısır’a gelip yerleşmişlerdi. Mısır halkı onlara değer veriyor, saygı ve hürmette kusur etmiyorlardı, İbrâhim Gülşenî’nin Mısır’a gelmesini halk büyük bir sevinçle karşıladı. Hükümdâr ona, bir medrese yaptırdı, İbrâhim Gülşenî oraya giderek, insanlara Gülşenîye yolunu anlatmaya başladı.[66]
Mısır’da İbrâhim Gülşenî hazretlerinin talebeleri ve sevenleri çoğaldı. Nâmı, zamanın sultânı Kanunî Sultan Süleymân Hân’a erişti. Sultan Süleymân Hân, onu İstanbul’a davet eyledi. İstanbul’a gelen İbrâhim Gülşenî hazretlerine çok hürmet gösterdi, ikramlarda bulundu. O sıralarda İbrâhim Gülşenî yüzdört yaşlarında idi. Çıkrıkçılar başındaki Atîk İbrâhim Paşa Câmii’nde halka vaaz ve nasihat etmeye başladı. Kısa zamanda İstanbulluların gönlünde taht kuran İbrâhim Gülşenî’ye, devlet erkânından ve halktan pekçok kimse talebe olmakla şereflendi. Bir müddet İstanbul’da kalan İbrâhim Gülşenî hazretleri, Pâdişâh’tan izin alarak tekrar Mısır’a döndü.1534 senesinde Mısır’da vefât etti.[67]
İbrâhim Gülşenî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin mesnevîsi tipinde, ona eş olarak, kırk gün içinde kırkbin beyitlik Farsça bir mesnevî yazdı ki, “Ma’nevî” ismini verdiği bu kitabı çok kıymetlidir.[68]
Sümbül Sinan (1451-1529)
İsmi Yûsuf bin Ali’dir. Sünbül Sinân diye şöhret buldu. Merzifon’da 1451 yılında doğan Sünbül Sinân, bülûğ çağına kadar Isparta’nın Borlu kasabasında ilim tahsil etti. Oradan İstanbul’a geldi. Sultan İkinci Bâyezîd Hân’ın da hocası olan Çelebi Halîfe[Cemal Halveti], o sırada Vezîrizam Koca Mustafa Paşa’nın Yedikule’de yaptırdığı dergâhın hocalığını yapıyordu. Sünbül Sinân, Çelebi Halîfe’nin huzûruna gelip talebesi olmak istediğini bildirdi.[69]
Çelebi Halîfe Sünbül Sinân’ı yetiştirdi ve Mısır’a gönderdi. Mısır hükümdârı Kaçmaz Sultan, Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmet gösterdi. Kendi yaptırdığı câmide, halkı irşâd etme vazîfesi verdi. Sünbül Sinân, Mısır’da insanlara üç yıl kadar dînin emir ve yasaklarını öğretti. Bu sırada İstanbul’da bulunan hocası Çelebi Halîfe’den bir mektûp aldı. Mektûbunda, bu sene hacca gitmek üzere yola çıktığını Şam’dan Mekke-i mükerremeye giden yol güzergâhını takib edeceğini yazıyor, bu hac yolculuğuna, Sünbül Sinân’ın da iştirâk etmesini arzu ediyordu. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i mükerremeye vardılar. Sünbül Sinân hac vazîfesini yaparken, İstanbul’dan gelen hacılarla görüştü. Onlar, Şam’dan dokuz konak mesafede Çelebi Halîfe’nin vefât ettiğini söylediler. Bir de vasıyyeti olduğunu ve “Bu vasıyyeti Sünbül Sinân’a veriniz” diye emrettiğini bildirdiler. Sünbül Sinân hazretleri, hocası Çelebi Halîfe Muhammed Cemâleddîn Efendi’nin vefâtına çok üzüldü. Hocasının vasıyyetinde şöyle buyurduğunu gördü: 1-Kendisinin Kâ’be-i muazzamaya gidecek hacıların yolu üzerine defnedilmesini, 2-Sünbül Sinân’ın İstanbul’a gidip, Koca Mustafa Paşa’daki dergâhında talebelere ders vermeye başlamasını, 3-Sünbül Sinân’ın, kızı Safiye Hâtun ile evlenmesini istiyordu. Sünbül Sinân Hac vazîfesini tamamladıktan sonra, bu vasıyyeti yerine getirmek üzere İstanbul’a hareket etti.[70]
Çelebi Halîfe’nin vefât ettiği ve Sünbül Sinân Efendi’yi yerine halîfe bıraktığı haberi İstanbul’a gitmişti. İstanbullular, Sünbül Sinân’ı büyük bir kalabalık hâlinde karşıladılar. Koca Mustafa Paşa’daki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmetle bağlandılar. Pâdişâhlar dahî Sünbül Sinân hazretlerinin huzûruna gelir, onun feyz ve bereketlerinden istifâdeye çalışırlardı. Sünbül Sinân, Cuma ve kıymetli gecelerde, İstanbul’un büyük câmilerinde vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük şeyhülislâmlarından İbni Kemal, Sünbül Sinân’a büyük bir hürmet gösterir, geldiği zaman, kendisini en üst tarafa oturturdu. [71]
[72]
Sünbül Sinân hazretleri, 1529 senesi Muharrem ayının ikinci Pazartesi günü, vefât edeceğini anlıyarak, dostlarıyla ve talebeleriyle vedâlaştı, helâlleşti. Talebeleri başucunda, Kur’ân-ı kerîmden Yâsîn-i şerîf sûresini okudular. Vefât ettiğinde seksen yaşında idi. Âlimler, velîler, devlet erkânı ve binlerce İstanbullu, cenâze namazını Şeyhülislâm Ahmed İbni Kemâl Paşa’nın imametinde kıldılar. Şimdi de mevcûd olan türbesine defnettiler. [73]
Merkez Efendi (1463-1551)
İsmi Mûsâ olup, Merkez Muslihuddîn lakabıyla meşhûr oldu. Denizli’nin Sarhanlı köyünde, 1463 senesinde doğdu. Küçük yaşlarda ilim öğrenmeğe başladı. Kuvvetli bir zekâsı ve ilim öğrenmeye aşırı bir hevesi vardı, önce kendi memleketinde, sonra Bursa’da ve İstanbul’daki medreselerde tahsil yaptı. Medrese tahsiline devam ettiği sıralarda tekkelere gidip, oradaki âlimlerin sohbetlerine de katılırdı. Otuz yaşına geldiğinde, medrese tahsilini bitirdi. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin hürmet ve muhabbetini kazandı. [74]
Merkez Efendi, Koca Mustafa Paşa’da şeyhlik yapan Sünbül Sinân hazretlerinin şöhretini işitti. Fakat bazı kimselerin onun hakkında yaptıkları dedikodular sebebiyle, bir türlü gidip sohbetine katılamamıştı. Birgün rüyasında Sünbül Efendi’nin, kendi evine geldiğini gördü. Sünbül Efendi’yi içeri koymamak için hanımı ile kapının arkasına pekçok eşya dayadılar ve üzerine de oturdular. Fakat Sünbül Efendi kapıyı zorlayınca, kapı arkasına kadar açıldı ve arkasındakiler yere yuvarlandılar. Bu sırada uyanan Merkez Efendi, yaptığı hatâyı anladı ve sabahleyin Sünbül Sinân hazretlerinin huzûruna gitmeye karar verdi. Sabahleyin Sünbül Sinân’ın câmiine gidip vaaz ettiği kürsînin arkasına o görmeden oturdu. Sünbül Sinân, vaaz esnasında Tâhâ sûresinin bazı âyet-i kerîmelerini tefsîre başladı. Tefsîrden sonra; “Ey cemâat! Bu tefsîrimi siz anladınız. Hattâ Merkez Efendi de anladı” buyurdu. Sonra aynı âyet-i kerîmeleri daha yüksek manâlar vererek tefsîr ettikten sonra tekrar, “Ey cemâat’ Bu tefsîrimi siz anlamadınız, Merkez Efendi de anlamadı” buyurdu. Merkez Efendi, hakîkaten bu anlatılanlardan birşey anlamamıştı. Sünbül Sinân hazretleri, o gün Tâhâ sûresini yedi türlü tefsîr etti.[75]
Vaaz bitti, namaz kılındı, herkes camiden çıktı. Sâdece Sünbül Efendi kalınca, Merkez Efendi onun huzûruna varıp elini öptükten sonra af diledi. Sünbül Efendi de: “Ey Muslihuddîn Mûsâ Efendi! Biz seni genç ve kuvvetli bir kimse sanırdık. Meğer sen de hanımın da çok yaşlanmışsınız. Akşam bizi kapıdan içeri sokmamak için gösterdiğiniz gayrete ne dersiniz?” buyurunca, talebeliğe kabûl edilmesi için istekte bulundu. Sünbül Efendi, onu kabul ettiğini, dergâhta hizmete başlamasını söyledikten sonra; “Artık Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları hakkında ma’rifet sahibi olmak zamanıdır” buyurdu. [76]
Hocasının kendisine icâzet verdiği sıralarda, Aksaray’da Kovacı Dede dergâhına hoca olarak tayin edildi. Kısa sürede, dergâh talebelerle dolup taştı. Merkez Efendi’nin nâmı her tarafa yayıldı. Sünbül Efendi, çok sevdiği kızı Rahime Hâtun’u, yine çok sevdiği talebesi Merkez Efendi’ye nikâh etti. [77]
[78]
Merkez Efendi’ye Kanunî Sultan Süleymân Hân, Topkapı surlarının dışında yaptırdığı tekkede vazîfe verdi. Orada talebe yetiştiren Merkez Efendi, Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın annesinin isteği ve Sünbül Efendi’nin tenbîhi üzerine Manisa’ya gitti. Vâlide Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı imâretin yanındaki dergâhta hocalık yaptı. Tıp bilgisi kuvvetli olan Merkez Efendi, Manisa’da bulunduğu sırada kırkbir çeşit baharattan meydana gelen bir macun yaptı. Bu macunu hastalar yiyerek şifâ bulurdu, ilkbaharda yetişen çiçeklerden de istifâde edilerek yapılan bu macunu almak için, çevre kasabalardan gelirlerdi. Mesîr macunu diye şöhret bulan bu macun, şimdi dahî yapılmaktadır. [79]
Sünbül Efendi 1529’da vefât edince, onun Koca Mustafa Paşa’daki tekkesine geçti. Senelerce o dergâhta talebelere ders vererek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Zaman zaman İstanbul’un çeşitli câmilerinde halka vaaz ve nasihatlerde bulundu. Onun vaazında câmiler dolar taşar, oturulacak yer kalmazdı.[80]
1551 senesinde günü, talebelerine son vasıyyetini yaptıktan sonra, kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Cuma günü Fâtih Câmiinde, misli görülmemiş bir kalabalık toplandı. Ebussuud Efendi cenâze namazını kıldırdı. [81]
Sofyalı Bali Efendi (?-1558)
Bugün Yunanistan sınırları dâhilinde olan Selanik yakınlarındaki Ustarumca kasabasında doğdu. Sofya’ya yerleşti. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Sofyalı Bâlî Efendi, kısa zamanda aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Bu arada, nefsinin tezkiyesi ile meşgûl oldu. Tek başına kalıp, herkesten uzak durdu.[82]
İstanbul’a gitti. Tavukpazarı yakınlarında, Kâsım Çelebi’nin hizmetine girdi. Kâsım Çelebi, Cemâl Halvetî’nin talebesi idi. Kendisine icâzet verilip, bugün Bulgaristan sınırları dâhilinde olan Sofya’ya gönderildi. Zamanın pâdişâhı Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın bazı seferlerine katıldı. Pekçok kerâmetleri görüldü. Birçok talebe yetiştirip, çeşitli bölgelere gönderdi. Rumeli’nin müslümanlaşması için çalıştı. Onbinden fazla talebesi arasında, en meşhûr iki halîfesi; Kurd Efendi ve Nûreddîn-zâde Muslihuddîn efendilerdi. [83]
“Füsûs-ül-hikem” şerhini, “Füsûs-ül-hikem” kitabının müellifi olan Muhyiddîn Arabî hazretlerinin ma’nevî işâretiyle yazdı. Sofyalı Bâlî Efendi, yetiştirmiş olduğu kıymetli talebeleri yanında, pek faydalı eserler de yazdı. “Usûl-i fakr” nâmıyla ma’rûf “Etvâreste”, “Risâle-i kaza ve kader”, “Mecmûât-ün-nesâyıh”, “Manzûme-i varidat”, “Şerh-i hadîs-i kudsî-i Kuntu kenzen” ve “Şerh-i Füsûs-ül-hikem” gibi kitaplar, onun eserleri arasındadır. Bâlî Efendi, pek güzel şiirler de yazardı. “Manzûme-i varidat” adlı eseri, şiirlerinden meydana gelmiştir.[84]
1553 yılında Sofya’da vefât eden Sofyalı Bâlî Efendi’nin Selâhiyye semtindeki kabri kazılırken, bir küp altın çıkarıldı. Çıkan altınlar kadıya teslim edildi. Kanunî Sultan Süleymân Hân’a durum arz edildi. Mezarından çıkan altınlarla kabri üzerinde bir dergâh ve câmi yapılmasını emretti. Çok güzel bir dergâh, zarif bir câmi inşâ edildi.[85]
[86]
Şeyh Şaban-ı Veli (?-1568)
Halvetiyyye Tarikatı’nın dört önemli kolundan biri olan Cemaliyye’nin şubelerinden Şabaniyye’nin piridir.[87]Kastamonu vilâyetinin Taşköprü kazasında doğdu. Küçük yaşlarda İstanbul’a giderek; tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini öğrendi. Zâhirî ilimlerde yetişmiş bir âlim olarak Kastamonu’ya dönerken, Bolu’da Hayreddîn-i Tokâdî hazretlerine uğradı. Tasavvufda üstâd olan Hayreddîn-i Tokâdî, Halvetî yolunun büyüklerinden idi. Hayreddîn-i Tokâdî, kendisini ziyâret eden bu kabiliyetli talebeyi bir müddet memleketine göndermiyerek yanında bıraktı. Hocasının 1535’de vefâtından sonra halîfesi oldu. [88]
[89]
Şabân-ı Velî, Kastamonu’ya giderek, halkı irşâda, yetiştirmeye başladı. 1568’da vefât edince, Kastamonu’nun Hisâraltı civarındaki türbesine defn edildi. [90]Birçok kişiye hilafet vermiş ve tarikatı, Halvetiliğin Şabaniyye kolu olarak, Osmanlı toprağının bi çok yerine yayılmıştır. 360 kişiye hilafet verdiğini söylediği nakledilir.[91]
Hüsameddin Uşşaki (1475-1594)
Uşâkîlik tarikatının kurucusu. İsmi Hasan olup, lakabı Hüsâmeddîn’dir. 1475 senesinde Buhârâ’da doğdu. Soyu Hazreti Hüseyin’e ulaşır. Anadolu’ya gelip, Uşak’ta yerleştiği için “Uşâkî” denildi. [92]
Babasının vefâtı üzerine ticâretle meşgûl olmaya başladı. Üzüntü içinde uyuduğu bir gece, rüyasında ona şöyle denildi: “Boş yere ticâretin zahmetini çekmek, hakîkat ehli için zarar ve ziyandır. Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretlerine varıp teslim ol.” Babasından mîrâs kalan bütün mallarını, servetini ve kurulu ticâret düzenini kardeşi Mahmûd Çelebi’ye bağışlayıp, kalbinden dünyâ sevgisini uzaklaştırdı. Durmadan içini yakan aşk ateşinin tesiri ile yaya olarak Buhârâ’dan ayrılıp yola çıktı. Aylarca süren zahmetli ve meşakkatli yolculuklardan sonra, Erzincan vilâyetine geldi. O sırada Erzincan’da bulunan Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretleri ile karşılaşıp ona bağlanarak, sâdık bir talebesi oldu. Seyyid Emîr Semerkandî hazretleri, kısa zamanda evliyâlık makamına yükselen Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye, aldığı hilâfetnâme verdi. Sonra Hüsâmeddîn-i Uşâkî, memûr edildiği Uşak şehrine giderek yerleşti.Hocası Seyyid Ahmed-i Semerkandî’nin âhırete irtihâlinden sonra, onun yerine geçti ve talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda ismi güneş gibi parlamaya ve şöhreti çok uzaklara yayılmaya başladı.[93]
O sırada devrin pâdişâhı, Sultan İkinci Selim Hân idi. Pâdişâhın iki oğlundan biri olan Şehzâde Murâd, Manisa’da vâli idi. Şehzâde Murâd, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine, kendisinin sultan olup olmıyacağını anlamak üzere, bir mektûpla hizmetçisini Uşak’a gönderdi. Uşak’a varan haberci, doğruca Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye giderek, huzûra kabûl edilmesini rica etti. Huzûra kabûl edilen haberci, daha mektûbu Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine vermeden ve ziyâreti hakkında birşey söylemeden, Uşâkî hazretleri ona; “Git’ Şehzâdeye söyle. Hemen İstanbul’a hareket etsin. Filan gün saltanat tahtına oturacaktır” dedi. Haberci, hemen Manisa’ya dönerek müjdeyi Şehzâde’ye bildirdi. Şehzâde Murâd, vakit geçirmeden İstanbul’a hareket etti. Balıkesir’e geldiğinde, Vezîr-i azam Sokullu Mehmed Paşa’nın gönderdiği elçilerle karşılaştı. Elçiler, Sadr-ı a’zamın mektûbunu Şehzâde’ye verdiler. Mektûbu okuyan Şehzâde, bu mektûptan babası Sultan İkinci Selîm’in vefât ettiğini, Sadr-ı a’zamın ölüm haberini halktan sakladığını ve kendisini tahta çıkarmak üzere davet ettiğini öğrendi. İstanbul’a giderek, Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin haber verdiği zamanda, Sultan Üçüncü Murâd Hân nâmıyla tahta geçti.[94]
[95]
Bu hâdiseden sonra, Sultan Murâd Hân’ın Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine karşı sevgisi ve hürmeti çoğaldı ve onu İstanbul’a davet etti. Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşak’tan ayrılıp, İstanbul’a geldiğinde; Pâdişâh, erkânı ve büyük bir halk topluluğu tarafından hürmet ve tazim ile karşılandı. Aksaray civarında oturması için Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye bir ev tahsis edildi, Kâsımpaşa civarında Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin adına bir dergâh inşâ edildi. Hasan Uşâkî burada uzun zaman kalarak, çok talebe yetiştirdi. Sohbetlerinde çok kimseler kemâle geldi. Hilâfet verdiği talebelerini Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderdi. [96]
Hasan Uşâkî İstanbul’a geldiği zaman, evliyânın büyüklerinden Ümmî Sinân hazretleriyle görüştü. Ümmî Sinân ona Halvetîlik tarikatında hilâfet verdi. Şeyh Ahmed-i Semerkandî ise, ona “Kübreviyye” ve “Nûr-i Bahriyye” yolunun hilâfetini vermişti. Hüsameddîn Uşâkî de bu yolları birleştirerek, Uşâkîlik tarikatını kurdu. [97]
İnsanların kalabalığından rahatsız olan Hüsameddîn Uşâkî, Pâdişâh’tan hacca gitmek ve Resûlullah ziyâret etmek için izin istedi. Hac farizasını yerine getirip geri dönerken, Konya’da rahatsızlandı ve orada vefât etti. Cenâze namazı Konya’da kılındı. Vasıyyeti üzerine İstanbul’a götürülmek üzere yola çıkarıldı. Mübârek bedeni, hiç kokmadan İstanbul’a getirildi şimdiki kabrinin bulunduğu yere defnedildi. [98]
Bir zelzele yüzünden Hüsâmeddîn Uşâkî’nin türbe ve dergâhı harâb olmuş ve çökmüştü. Kabir, sokak zemininden çok aşağı kaymıştı. Yağmur suları kabre doluyordu. Zamanın Pâdişâhı Sultan İkinci Abdülhamîd Hân bir gece rüyasında onu gördü. Uşakî hazretleri sultâna; “Kabrimdeki mahzuru izâle ediniz” dedi. Sultan uyanınca, hemen yakını Hacı Ali Paşa’yı huzûruna çağırıp, rüyasını ona anlattı. Sultan Abdülhamîd Hân, dergâhın yerini bilmiyordu. Hacı Ali Paşa’ya dergâhın ve türbenin yerini bulmasını söyledi. Hacı Ali Paşa, Kâsımpaşa’da dergâhın ve türbenin yerini araştırarak, buldu. Dergâhın zelzeleden ve su baskınından sonra yıkık ve dökük bir hâlde olduğunu sultâna bildirdi. Sultânın emri ile dergâh türbe yeniden yaptırılarak şimdiki hâline getirildi. [99]
Yahya Efendi (1494-1569)
İsmi Yahyâ nisbeti Beşiktâşî olup, aslen Amasyalıdır. 1494 senesinde Trabzon’da doğdu. Babası Şamlı Ömer Efendi, uzun müddet Trabzon’da kadılık yaptı. Yahyâ Efendi orada dünyâya geldi. Kanunî Sultan Süleymân da, Trabzon’da aynı sene aynı haftada doğdu. Kanunî ile sütkardeşi oldular. Kanunî, Yahyâ Efendi’ye “Ağabey” derdi. Kanunî Sultan Süleymân, Sultan olunca, ona çok yakın alâka gösterdi.[100]
[101]
İlk tahsilini, babasından ve orada bulunan başka âlim zâtlardan yapan Yahyâ Efendi, ilimdeki kemâlâtını arttırmak maksadıyla, hilâfet merkezi olan İstanbul’a geldi. Zenbilli şöhretiyle meşhûr, Müftiy-ül-en’âm Ali Cemâlî Efendi’nin sohbetlerine kavuştu. Vefâtına kadar sohbetlerine devam etti. 1553 senesinde, Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderris oldu. İki sene sonra da emekli oldu. Emekliliğinden sonra inzivâyı (yalnız kalıp, hep ibâdet ve tâat ile meşgûl olmayı) tercih etti. Beşiktaş’ta satın aldığı deniz kenarında bulunan bahçesinde, bir ev ve mescid yaptırdı. [102]
Askerî ve mülkî erkân, ahâlinin ileri gelenleri, çevredeki ve uzak yerlerdeki insanlar, tüccârlar ve bilhassa gemiciler Yahyâ Efendi’yi ziyâret ederler, hediye ve adak gönderirler, hacetleri için duâ isterlerdi. Yahyâ Efendi, yanına gelen her ziyâretçiye, çeşit çeşit yemekler, şerbetler ve meyveler ikram eder, geleni boş çevirmezdi. İyilik, ikram ve ihsânları pekçok idi. Bazen şehrin ileri gelen zâtlarını, ilim sahiplerini da’vet eder, çeşit çeşit ikramlarda bulunurdu. Ba’zan da fakirlere, yoksullara ziyâfet çeker, gönüllerini alırdı. Bahçesinde bulunan meyvelerden Kanunî Sultan Süleymân Hân’a takdîm ve hediye eder, Sultan da ona, maddî yardımda bulunurdu. [103]
Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beşiktaş’taki yerinde, ibâdet ve mücâhede ile vakit geçirdi. 1569 senesi Zilhicce ayında, kurban bayramı gecesi vefât etti. Vefâtında seksen yaşına yaklaşmış idi. Kurban bayramı günü, Süleymâniye Câmii’nde, bayram namazından sonra cenâze namazı kılındı. Cenâze namazını Şeyhülislâm Ebussuud Efendi kıldırdı. Bahçesi yakınında bulunan ve daha önceden hazırladığı kabrine defn olundu. Cenâzesinde vezirler, âlimler, zenginler ve fakirlerden müteşekkil çok kalabalık bir cemâat hazır bulundu. Kabri üzerine İkinci Selim Hân tarafından türbe yaptırıldı. Daha sonra gelen Osmanlı sultanları, Yahyâ Efendi’nin türbesinin, câmi ve zaviyesinin ve diğer külliyâtının bakım ve ta’mirini büyük bir hassasiyetle ve aksatmadan yapmışlardır.[104]
Rivâyet edilir ki, Yahyâ Efendi’nin, Apostol isminde hıristiyan bir komşusu vardı. Birgün bu Apostol, denizde fırtınaya tutuldu. Kendisi hıristiyan olduğu hâlde, Yahyâ Efendi’nin hürmetine duâ ederek kurtuldu. Evine gelince, Yahyâ Efendi’ye hediye götürmek istedi. Kendi âdetlerince, mühim ve kıymetli hediye sayılan yıllanmış şarap alarak Yahyâ Efendi’nin dergâhına gitmek için yola çıktı. Getirdiği şarap, dergâhın yokuşunda, daha oraya, varmadan nar suyu hâline döndü. Bu apaçık kerâmetleri gören Apostol, müslüman olmakla şereflenip, Ali ismini aldı. Arsasını Yahyâ Efendi’ye hediye etti ve kendisi de onun talebeleri arasına katıldı. Bu Zât, Yahyâ Efendi ile aynı türbede, onun kabrinin ayakucunda yatmaktadır. [105]
Yahyâ Beşiktâşî hazretlerinin şairliği de kuvvetli idi. “Müderris” mahlasıyla tasavvufî şiirleri ve müretteb dîvânı vardır. 1569 senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri, Beşiktaş ile Ortaköy arasında yaptırdığı ve kendi adıyla anılan câminin yanındadır.[106]
Üftade (1490-1581)
1490 senesinde Bursa’da doğdu. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed Efendi’dir. Üftâde lakabıyla meşhûr oldu. Mehmed Efendi, daha küçük yaşta bulunan oğlu Muhammed Üftâde’yi, ipek satan bir tüccârın yanına çalışmaya verdi. Muhammed Üftâde, orada çalışmaya başladı. Fakat bir hafta içinde, ustası ve babası vefât edince, çocuk yaşta ailesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtaç olmadan geçinmelerini sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursa’daki medreselere gidip gelerek, zâhirî ilimleri öğrenmeye gayret ediyordu. Seneler sonra, zâhirî ilimleri öğrenerek, Bursa Ulu Câmii’nde müezzinlik yapmaya başladı. [107]
Birgün rüyada Seyyid Emîr Buhârî hazretlerini gördü. “Bizim câmide vaaz ve nasihat eyle” emri üzerine, sabahleyin Emîr Buhârî Câmii’nde vaaz ve nasihate başladı. Uzun boylu, müşfik bakışlı, devamlı tebessüm hâlinde olan bir zâttı. Herkese yardım ettiği için, Bursalılar onu çok severdi. [108]
[109]
Vakitlerini hep ibâdet yaparak geçiren Muhammed Üftâde, tasavvuf büyüklerinin yolunda bulunmayı arzu ettiğinden, bir velînin yanında yetişmeyi çok isterdi. Bu sebeple, böyle bir velîyi hep arar durur idi. Birgün Karacabeyli Hızır Dede isminde bir velînin Bursa’ya geldiğini ve Ulu Câmi’nin yanında ikâmet ettiğini öğrendi. Onun huzûruna varıp, talebesi olmak istediğini bildirdi. O da kabûl ederek, Muhammed Üftâde’yi yetiştirmeğe başladı. Hızır Dede’nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı. Onun vefâtından sonra da Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arapî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde ederek kalb gözü açıldı, kemâle gelip olgunlaştı. Lüzumsuz hiç konuşmazdı. Konuştuğu zaman da hikmetler saçar, dinleyenlerin herbiri, kabiliyeti kadar istifâde ederdi. Onun bu konuşmalarını talebesi Azîz Mahmûd Hüdâyî “Vâkı’ât” adlı eserinde topladı. Muhammed Üftâde, hocasından sonra talebeleri yetiştirmek üzere dergâhta ders vermeğe başladı. [110]
Üftâde, dergâhta talebelere ders verdiği zamanda, bir gece rüyasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi gördü. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi buyurdu ki: “Talebelere bizim Mesnevî’den de okutunuz!” O da; “Farsçayı bilemiyorum” deyince, Mevlânâ hazretleri; “Sen başla bir kerre, Allahü teâlâ yardım eder” buyurdu. Ertesi sabah, hiç Fârisî bilmediği hâlde, kırk yıldır Farsça tahsili görmüş gibi Mesnevî’den vaaz ve nasihat vermeğe başladı. [111]
Muhammed Üftâde hazretleri, 1581 senesinde Bursa’da hastalandı. Talebelerini başına toplayıp, onlara son nasîhatlarını yaptıktan sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Sağlığında kendi yaptırdığı câminin bahçesine defn edildi.[112]En ünlü halifesi Aziz Mahmud Hüdai’dir.
Şemseddin Sivasi (Kara Şems) (1519-1597)
Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsîyye) nin kurucusudur. Babasının ismi Ebü'l-Berekât Muhammed'dir. Asıl ismi Ahmed, künyesi Ebü's-Senâ, lakabı Şemseddîn'dir. Kara Şems diye şöhret bulmuştur. 1519 senesinde Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu. [113]
O beldenin âlimlerinden sarf ve nahiv ile diğer ilimleri tahsîl etti. Tokat'ta aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip yükseldikten sonra, İstanbul'a gelip, Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderris olarak vazifelendirildi. Bir müddet ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgûl oldu.[114]
Bir gün zamânın kazaskerlerini ziyârete gitmişti. Müderrislere ve kâdılara karşı kazaskerin tutumunu ve onların makam için düştükleri hâlleri beğenmedi. Çıktıktan sonra Fâtih Câmiine gitti. İki rekât namaz kılıp, huzurlu bir kalb ile Allahü teâlâya; "Yâ Rabbî! Bunların içinden beni kurtarıp, tasavvuf ehlinin yoluna dâhil eyle." diye duâ etti. Kısa bir müddet sonra hacca gitti. Hac ibâdetini yerine getirip Peygamber efendimizin mübârek kabrini ziyâret ettikten sonra, doğum yeri olan Zile'ye döndü. Bu sırada Amasyalı Şeyh Muslihuddîn Efendinin dergâhına gidip, onun sohbetiyle şereflendi ve ona talebe oldu. Hocası Amasyalı, Muslihuddîn Efendinin vefâtından sonra, mübârek, velî bir zât bulup, talebe olmak istedi. Tokat'taki zâhid ve muttakî, yüz yaş civarında bulunan Şeyh Mustafa Kirbâsî adında bir zâta gidip, talebe olmak istedi. O zât; "Sen gençsin, ben ise ihtiyar ve hastalıklıyım. Riyâzete (nefsin istemediklerini yapmak) kuvvetim yoktur. Seni terbiye ile meşgûl olamam." dedi. Kara Şems; "O zaman benim hâlim ne olacak? Beni buraya terbiye etmeniz ve yetiştirmeniz için geldim." deyince; "Sen bu işte hâlis ve sâdık mısın?" diye sordu. Kara Şems; "Evet." cevâbını verince, başını önüne eğip, bir müddet bu halde kaldıktan sonra başını kaldırıp; "Altı aya kadar Allahü teâlâ, ya seni kâmil bir rehberin huzûruna gönderir veya böyle bir zâtı seni terbiye için gönderir." dedi ve Kara Şems'e hayır duâda bulundu.[115]
Kara Şems bundan sonra, tekrar Zile'ye dönüp, ilim öğretmekle meşgûl oldu. Tokat'a, meşhûr nahiv âlimi Şemseddîn Efendiyi ziyârete gitti. Şemseddîn Efendi onu görünce; "Ben de senin gelmeni arzuluyordum. Çünkü sen akıllı, anlayışı ve kavrayışı iyi birisin. Memleketimize Şirvan'dan velî bir zât geldi. Bizlere vâz ve nasîhat ediyor. Anlattıkları okuyarak öğrenilecek akıl ve zekâ ile söylenilecek şeyler değil. Konuştukları Allahü teâlânın ihsânı olan bilgiler. Hadi onun yanına gidelim." dedi. Birlikte kalkıp gittiler. Böylece Abdülmecîd-i Şirvânî'nin sohbetine ve mübârek ellerini öpme şerefine kavuştu. Abdülmecîd Şirvânî sohbetinin sonuna doğru; "Ey Kara Şems! Benim, Allahü teâlânın emri ve sevgili Peygamber efendimizin işâretiyle kendi memleketimi, âilemi ve sevenlerimi terk edip, dağ ve beldeleri aşıp gelmem, sadece seni irşâd ve terbiye içindir." buyurdu. Kara Şems bu ânı şöyle anlatır: "Abdülmecîd Şirvânî'nin bu sözünü duyunca, Şeyh Mustafa Kirbâsî'nin daha önce verdiği müjdeyi hatırladım, hesab ettim, tam altı ay geçmişti." [116]
Şemseddîn Sivâsî, Abdülmecîd Şirvânî'den kısa zamanda feyz alıp, tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu. Şöhreti her tarafta duyuldu. Devrin Sivas vâlisi Hasan Paşa, kendisini Sivas'a dâvet edip, yaptırdığı dergâha yerleştirdi. Aynı zamanda yaptırdığı câminin imâmlığı da kendisine verildi. [117]
Hayâtının sonuna doğru, Sultan Üçüncü Mehmed Hanla birlikte Eğri Seferine katıldı. Eğri Seferiyle ilgili olarak talebelerinden Receb Efendi şöyle nakleder: "Şemseddîn Sivâsî bir gün bu fakîri odalarına çağırıp; "Din düşmanlarının (hıristiyanların), sınırlardaki müslümanlara baskı ve zulümleri haddinden fazla olmuş, tahammül edilemez hâle gelmiştir. İçimde onlara karşı sefere gitme arzusu belirdi." buyurdu. Bu sözü üzerine, ihtiyâr olduklarını zayıf bünyelerinin sefere çıkmaya engel olacağını ve bu husûsa dâir pâdişâhtan da herhangi bir haber gelmediğini söyledim. Bunun üzerine; "Bize işâret ve tenbih olundu ki: "Sefer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer senin için mukarrerdir." buyurdu.[118]
Çok geçmeden Üçüncü Mehmed Han, Osmanlı pâdişâhı oldu. Bütün sefer hazırlıkları tamam olunca, mübârek bir günde her türlü erzak ve mühimmat hayvanlara yüklendi. Bütün şehir ahâlisi Şeyh Şemseddîn Sivâsî'yi uğurlamak üzere toplandı. Beklerken bir kapıcıbaşı acele ile gelip, pâdişâhtan Eğri Seferine katılmak üzere dâvet geldiğini belirten fermânı okudu. Bunun üzerine Şeyh Şemseddîn hazretleri: "İşittik ve itâat ettik. Zâten biz iki senedir hazırlıklıydık. Bismillah, hemen gidelim." diye el kaldırıp duâ buyurdu. Uzun yolculuktan sonra Üsküdar'a geldiler. Henüz genç olan, Azîz Mahmûd Hüdâyî onu karşılayıp, ellerini öptü. [119]
Üsküdar'da üç gün kaldıktan sonra, dördüncü gün, pâdişâh tarafından gönderilen bir kadırga ile İstanbul'a geçip, Ayasofya yakınında bir yere yerleştirildi. Daha sonra Sinan Paşa köşküne, pâdişâh Sultan Üçüncü Mehmed Han tarafından dâvet edildi. Uzun müddet sohbette bulundular. Bu sohbette Şeyhülislâm Sâdeddîn Efendi de hazır bulundu. Sohbet esnâsında pâdişâh, Şemseddîn Sivâsî'ye; "Tarafımızdan sizi sefere dâvet etmek üzere gönderilen kapıcıbaşımız sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş. Hazırlıklı olduğunuza göre, bu işin sonununda ne olacağını bilirsiniz. O hâlde bizi müjde işâretinizle sevindirip, netîceden haber vermenizi isteriz." dedi. Bunun üzerine Şemseddîn Sivasî; "Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîletlisi, müminleri sevindirmektir." buyruldu. Mâlûmunuz ola ki Eğri Zaferi biraz zahmet çektikten sonra müyesser olacak. Düşman yenik ve perişân olacaktır. Hatırınızı hoş tutun." müjdesini verdi.[120]
Birkaç gün İstanbul'da kaldıktan sonra pâdişâh ve orduyla birlikte yola çıkıp, Eğri Kalesi önlerine ulaştılar. Kale kolay bir şekilde fethedilip, hArap olan yerler tâmir edildi. Ancak asıl düşman askerlerinin, kale yakınlarında bir başka yerde olduğu öğrenilince, ordugâh, düşmanın karşısına nakledildi. Küffâr askerinin sayısı çoktu. Rivâyet edilir ki yedi yüz bin kişilik bir orduydu. İslâm ordusuyla küffâr ordusu karşılaştı. İslâm ordusunda bozgun ve firâr başgösterdi. Pâdişâh Üçüncü MehmedHan, yerinden hareket etmeyip; "Ey Rabbimiz! Üzerimize bol bol sabİr dök. Ayaklarİmİza kuvvet ve sebât ver, bizi kâfirler kavmi üzerine muzaffer kİl." meâlindeki Bakara sûresi iki yüz ellinci âyet-i kerîmesini okudu. Pâdişâhİn yanİnda şeyhülislâm, kazaskerler, şeyhler ve bâzı vazifeliler hâricinde kimse kalmadı. Hazîne ve cephânelik düşman tarafından zabtedildi. Bu firâr ve bozgun üzerine her şeyin bittiğini zanneden pâdişâh, Şemseddîn Sivâsî hazretlerini çağırıp; "Söylediklerinizin tersi vâki oldu." deyince, Şemseddîn Sivâsî; "Pâdişâhım söylediklerimiz doğrudur. Kâfirin hezîmete uğramasına yarım saat kalmıştır. Şu anda bir kuvvet sâhibi tasarruf için ortaya çıkmak üzeredir. Bu an fethin başlangıç ânıdır. Hâtırınızı hoş tutunuz." diye cevap verdi.[121]
Pâdişâh, ordusuyla birlikte İstanbul'a döndüğünde, Şemseddîn-i Sivâsî'nin İstanbul'da kalmasını ısrarla ricâ ettiyse de kabûl ettiremedi. Şemseddîn-i Sivasî ihtiyârlığının yanında, seferin şiddetinden ve kışın aşırı soğuğundan hayli yorgun ve zayıf düşmüştü. Hayâtının son anlarını yaşadığını anladığından, rûhunu âilesinin ve sevenlerinin yanında teslim etmek istediğini belirterek izin istedi. Sivas'a döndü. Gelişinden kısa bir müddet sonra, amcazâdesi ve dâmâdı olan Receb Efendiyi vazifesine tâyin etti. Şemseddîn Sivâsî vefâtlarına yakın, talebelerini odasına çağırdı. Onlarla birlikte bir saat kadar Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olduktan sonra, duâ edip, rûhunu teslim etti. Sağlığındayken vasiyet ettiği gibi, MeydanCâmii’nin bahçesine defnedildi. Daha sonra kabrinin üzerine beyaz bir kubbe yaptırıldı. Hâlen ziyâretgâhtır. [122]
Dipnotlar
[63]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[64]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[65]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[66]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[67]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[68]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_GULSENI-3344.aspx
[69]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SUNBUL_SINAN_EFENDI-3459.aspx
[70]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SUNBUL_SINAN_EFENDI-3459.aspx
[71]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SUNBUL_SINAN_EFENDI-3459.aspx
[72]http://www.fatih.bel.tr/icerik/1149/sumbul-sinan-tekkesi/
[73]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SUNBUL_SINAN_EFENDI-3459.aspx
[74]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[75]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[76]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[77]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[78]http://merkezefendi.8m.com/
[79]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[80]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[81]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MERKEZ_EFENDI-3374.aspx
[82]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SOFYALI_BALI_EFENDI-3456.aspx
[83]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SOFYALI_BALI_EFENDI-3456.aspx
[84]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SOFYALI_BALI_EFENDI-3456.aspx
[85]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SOFYALI_BALI_EFENDI-3456.aspx
[86]http://bulgaristanalperenleri.blogspot.com.tr/2012/04/sofyal-bali-efendi-turbesinde-bir-hatra.html
[87] Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 8. Cilt
[88]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SABAN_I_VELI-3462.aspx
[89]http://www.kastamonukulturturizm.gov.tr/TR,63891/hzpir-seyh-saban-i-veli-kulliyesi.html
[90]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SABAN_I_VELI-3462.aspx
[91]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SABAN_I_VELI-3462.aspx
[92]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[93]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[94]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[95]http://muhammedhikmet.com/pir-seyyid-hasan-husameddin-ussaki-asitanesi.html
[96]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[97]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[98]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[99]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_HUSAMEDDIN_USAKI-3310.aspx
[100]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[101]http://www.ahmetdemirel.com/portfolio/yahya-efendi-dergahi/
[102]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[103]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[104]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[105]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[106]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-YAHYA_EFENDI_Besiktasi-3483.aspx
[107]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-UFTADE-3481.aspx
[108]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-UFTADE-3481.aspx
[109]http://www.zaman.com.tr/bolgehaberleri_tarihi-uftade-tekkesinin-onariminda-sona-gelindi_2190150.html
[110]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-UFTADE-3481.aspx
[111]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-UFTADE-3481.aspx
[112]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-UFTADE-3481.aspx
[113]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[114]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[115]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[116]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[117]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[118]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[119]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[120]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[121]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
[122]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/KARA_SEMS_Semseddin_Ahmed_Sivasi_HAYATI-568-Evliyalar.aspx
Klasik Osmanlı Düşüncesi ve Temsilcileri (2)