Nureddin Cerrahi (1671-1720)
Cerrahilik Tarikatı’nın piridir.[1]1671 senesinde doğdu. Soyu, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’a ulaştığı için, Cerrahi denilmiştir. Cerrahpaşalı olduğu için böyle denildiği de söylenmiştir. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra, çok genç yaşta Mısır kadılığına tayin edildi. [2]
Mısır’a gitmeden önce, veda etmek için Üsküdar’da bulunan dayısı Hüseyin Efendi’nin konağına gitti. Dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi dergâhına götürdü. Yatsı namazından sonra, dergâhta ders veren Ali Efendi’nin yanına gittiler. NureddinCerrahi, Ali Efendi’nin elini öpünce Ali Efendi; “Oğlum Nureddin! Safa geldiniz” diye ismini söyledi. Bunun üzerine NureddinCerrahi’yi bir muhabbet ve cezbe hâli kapladı. Ali Efendi’den kendisini talebeliğe kabul etmesini rica etti. Mısır kadılığı vazifesini kabul etmeyerek, tayin fermanını şeyhülislâma geri gönderdi.[3]
Ali Efendi, NureddinCerrahi’yi halvete koydu. Erbain’i tamamlayınca, icazet vererek, hırka giydirdi. Sonra “Oğlum Nureddin! İstanbul’a git. Karagümrük yakınında ve dört yol ağzında, Kethüda Canfedâ’nın yaptırdığı Câmii şerifin yanında, Bakkal İsmail Efendi isminde bir zât senin için bir oda yaptırdı. O odada ibadetle meşgul ol. Umulur ki, senin için o civarda bir dergâh yapılır.” buyurdu. Karagümrük’e gittiler. İsmail Efendi, hocasının bahsettiği odanın anahtarını NureddinCerrahi’ye teslim etti. Odayı Resul-i Ekrem’in emri ile yaptığını söyledi. [4]
1703 senesinde Kapı kethüdalarından Bekir Efendi’nin vefat etmesi üzerine, Karagümrük civarında bulunan konağı boş kaldı. Aynı gece Sultan Ahmed Hân’a da rüyasında Nureddin Efendi’nin ihtiyacını gidermesi emredildi. Padişah ertesi gün, o konağı aldırarak, orayı dergâh hâline getirdi ve Nureddin Efendi’ye tahsis etti. NureddinCerrahi, burada ibadet yapmak ve insanlara doğru yolu göstermek için çalıştı.[5]
1720 senesinde İstanbul’da vefat etti. Cenaze namazı, Fâtih Câmii’ndekalabalık bir cemaat tarafından kılındı. Kabri Karagümrük semti civarındadır. [6]
İsmail Hakkı Bursevi (1650-1725)
1652 senesinde Aydos’ta doğdu. On yaşına gelince, Osman Fadli Efendi’nin Edirne’de bulunan ilk halifesi Abdülbâki Efendi’nin terbiyesi altına girdi. Abdülbâki Efendi’nin yanında yedi sene kalan İsmail Hakkı Efendi, ondan; sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, kelâm, tefsir ve hadis dersleri aldı.[7]
1674 senesinde, zamanın büyük âlimi Osman Fadli’den ilim öğrenmek için, İstanbul’a gitti. Bir müddet hocasına hizmet etti. Osman Fadli şöyle buyurdu: “Allahü teâlâ bana öyle yüksek bir talebe verdi ki, hocam Şeyh Aziz Mahmud Hüdâyi’ye böyle yüksek bir talebe vermedi.” [8]
[9]
Birgün hocası Osman Fadli, onu yanına çağırarak “Seni Bursa’ya halife yaptım” buyurdu. İsmail Hakkı Efendi, Bursa’ya gittikten sonra bir süre sonra Üsküp şehrine gönderildi. On sene Üsküp’te kalan İsmail Hakkı Efendi, 1685 senesindetekrar Bursa’ya gitti. [10]
İsmail Hakkı Efendi, hocasının vefatından sonra Sultan İkinci Mustafa Hân’ın, daveti üzerine, 1695 senesinde Edirne’ye gitti. Nemçe seferinde, Elmas Paşa’nın hazır bulunduğu gazâların hepsine katıldı ve birkaç yerinden yara aldı. Ordunun zaferlerle geri dönüşünden sonra yaralı olduğu hâlde Bursa’ya döndü ve talebe yetiştirmeye, eser yazmaya devam etti. [11]
Gördüğü bir rüya üzerine ailesiyle birlikte Şam’a gitti. Şam’da üç sene kadar kaldı. Sonra İstanbul’a gitti. Üç sene kadar Üsküdar’da kaldı. Bu sırada otuza yakın eser yazdı. Ömrünün son günlerini evine çekilerek, eser yazmakla geçirdi. 1725 senesinde Bursa’da vefat etti. Bugün İsmail Hakkı Tekkesi diye anılan Muhammedi Câmii’nin avlusuna defnedildi.[12]
Yazdığı eserlerinin sayısı 136 kadardır. İslâmî ilimlerde derin bilgiye sahip bulunması ve çok sayıda eser vermiş olmasına rağmen tasavvuf sahasında şöhret bulmuş Halvetiye tarikatı şeyhlerinden olan Bursevî, Ruhu'l-Beyan adlı ünlü Kur'an tefsirinin yazarıdır. [13]
Hasan Sezai (1669-1738)
Tasavvufta Gülşeni yoluna mensup idi. 1669 senesinde doğdu. Aslen Moralıdır. Tasavvufta, Gülşeniyye yoluna bağlı Sezâiyye kolunun kurucusudur.[14]
1687 senesinde İstanbul’a geldi. İstanbul’dan Edirne’ye geçen Hasen Sezâi Efendi, bir taraftan orada bulunan âlimlerden zahiri ilimleri tahsil etmekte iken, diğer taraftan kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, manevi terbiye verecek bir rehber de arıyordu. Âşık Musa dergâhında bulunan Şeyh Muhammed Sırri Efendi’ye talebe olup bir müddet hizmetinde bulundu. Muhammed Sırri’nin vefatından sonra onun vekili olup, yerine geçen Muhammed La’li Fenâi Efendi’ye bağlandı. Me’zun olup, Gülşeni Veli Dede dergâhının şeyhi oldu.[15]
Bir ara Mısır’a gitti. Kahire’de, Gülşeni dergâhında vazife yapan İbrahim Çelebi tarafından, Gülşeni tarikatinde ikinci pir olarak kabul edilip, ayrıca onun için şöyle bir icazetname yazıldı.Tarihi kayıtlara göre Edirne’de 53 sene kaldı. 1738 senesinde orada vefat etti. Dergâhın bitişiğinde defnedildi. [16]
Çok kuvvetli şiir söyleme kabiliyetine de sahip idi. Hatta o kadar ki, ona; “Osmanlıların Hâfız-ı Şirâzisi” unvanı verilmiştir. [17]
Cemaleddin Uşşaki (?-1751)
İsmi Muhammed olup, Uşâki Seyyid Muhammed Efendi diye de bilinir. Edirne’de doğdu. Halvetiyye yolu büyüklerinden olup, Uşâkilik tarikatında pir-i sâni sayılır. [18]İlim ve edebi ilk olarak Edirne’de medfun bulunan Hamdi Bağdâdi’den öğrendi. Vefatından sonra Sezai ismindeki manevi ilimlere sahip olan zata talebe oldu. Onun da vefatından dört sene sonra, manevi bir işaretle, 1742 senesinde İstanbul’a gitti. Eğrikapı dışındaki Savaklar mevkiinde bulunan Hırâmi Ahmed Paşa dergâhına, vefat eden Muhammed Efendi’nin yerine tayin edildi. Vefatına kadar bu dergâhta taliplerine ilim ve tasavvuf yolunu öğretti. Zamanında kaybolmaya yüz tutan Uşâkiyye tarikatını ihya ederek, bu yolda çok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebelerin en büyüğü Selâhaddin Uşâki’dir. [19]
[20]
1751 senesinde İstanbul’da vefat etti. Eğrikapı da bulunan dergâhının avlusuna defnedildi.Çok sade bir dille yazılmış divanı ve birçok ilahileri vardır.[21]
Selahaddin Uşaki (1705-1783)
1705 senesinde Rumeli’deki Kesriye kasabasında doğdu. Yirmi yaşına kadar orada kalıp ilim öğrendi. Sonra İstanbul’a gelerek ilim öğrenmeye devam etti. Babası kâtip olduğu için, 27 yaşında iken Bâb-ı Âli’de kâtipliğe başladı. 1739 senesinde Mısır’a gitti. Mısır’da iken Arapçasını çok ilerletti ve Şa’bâniyye yolunun büyüklerinden Şemseddin Muhammed Hafni’nin sohbetlerinde bulundu. İstanbul’a döndü. Edirne’de Cemâleddin Uşâki’yi ziyaret etti. Aradığı manevi sırların Cemâleddin Uşâki’de bulunduğunu görerek, ona talebe oldu. Vazifesinden ayrıldı.[22]
Hocası, kızını Selâhaddin Uşâki’ye verdi. Çocuğu olduktan bir süre sonra, hocası ve kayınpederi onu evden çıkararak; “Al hanımını evimden ayrıl! Bundan sonra kendi geçimini temin et” dedi. Selâhaddin Uşâki; “Peki hocam, başüstüne” diyerek hanımı ve çocuğu ile beraber, hocasının evinden ayrıldı. Fâtih Câmii civarında, Âşıkpaşa mevkiinde bir evin kenarında durakladı. Kış günüydü ve kar yağıyordu. Yolun karşı tarafında bulunan Tâhir Ağa onları görünce evine davet etmek için yanlarına birini gönderdi. Tâhir Ağa; “Siz kimlerdensiniz? Kış gününde neden bu hâle düşüp sokak kenarında kimsesiz garipler gibi duruyorsunuz?” diye sordu. Selâhaddin Uşâki; “Bâtıni hükümdarın celâline tutuldum” dedi. Tâhir Ağada; “Ben de zahiri hükümdarın celâline tutuldum” deyince, Selâhaddin Uşâki sebebini sordu. Tâhir Ağa; “Sarayda kıymetli bir kılıç vardı. Kılıç kayboldu. Padişah, Üçüncü Sultan Mustafa bana; “Bu kılıcı kırk güne kadar bul! Bulamazsan seni öldürürüm” dedi. Bu kılıcı bulmağa imkân olmadı. Otuzbeş gün geçti. Ömrümün son günlerini yaşıyorum” dedi. Selâhaddin Uşâki bir süre tefekküre daldı. Sonra başını kaldırıp Tâhir Ağa’ya; “Kılıç sarayın falanca yerine düşmüş, üzerini de kâğıt parçaları örtmüş. Adamlarını gönder oraya bir baksınlar” dedi. Tâhir Ağa hemen adamlarından birini oraya gönderdi. Giden kişi tarif edilen yerde kılıcı bularak, Tâhir Ağa’ya getirdi. Tâhir Ağa onları bir süre evinde misafir etti. O semtte bir ev alarak evin bütün ihtiyaçlarını te’min etti. Birgün Selâhaddin Uşâki’ye; “Ailenizle filan eve gidelim” dedi. Birlikte satın aldığı eve varınca Tâhir Ağa; “Bu ev size bizim hediyemizdir” diyerek kabul buyurmasını rica etti. Selâhaddin Uşâki ve hanımı bu eve yerleştiler. Daha sonra Selâhaddin Uşâki, Tâhir Ağa dergâhına şeyh olarak tayin edildi.[23]
Selâhaddin Uşâki, 19 seneye yakın, insanlara ilim öğretti. İkiyüze yakın eser verdi. Bu eserlerin çoğu basılmıştır. 1782 senesinde çıkan bir yangında dergâh yandı. Bunun üzerine ailesi ile birlikte hocasının dergâhına gitti. 4 ay burada ikamet ettikten sonra bir hastalığa yakalanarak 1783 senesinde seksen yaşında iken vefat etti. Tâhir Ağa dergâhına defnolundu.[24]
Murad Münzevi (1644-1719)
1644 senesinde Buhara’da doğdu. Babası Semerkand beldesinin Nakib-ül-eşrâfi (seyyid ve şeriflerin işleriyle ilgilenen makam) idi. Henüz üç yaşında iken ayakları felç oldu. Kötürüm bir hâlde kaldı. Fakat ayakları sağlam olanlardan daha çok dünyayı dolaştı. [25]
Tahsil yaşına gelince; ilim, fazilet ve kemâl elde etmeye başladı. Keşmir’e gitti. Sevenlerinin yardımı ile Kâbe-i Muazzama’yı ve Resulullah efendimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Sonra Hindistan’a gitti. Muhammed Masum hazretlerine talebe oldu. Bir müddet onun yanında kaldı. İcazet aldı. [26]
Mürşid-i kâmil olarak tekrar Hicaz’a, Bağdat’a, Buhara’ya gitti. Mısır ve Kahire’ye buradan da Şam’a geçti. Şam çok hoşlarına gittiği için, uzun müddet burada ikamet etti ve burada evlendi. Şam’da çok kimseler ziyaretine gelip kendisinden ilim öğrendiler. Şam halkı kendisini çok sever ve çok hürmet ederlerdi. Şöhreti her yere yayıldı. Sultan Mustafa Hân ona Şam’da bir köy verdi. Bu köy hâlâ onun adıyla meşhurdur. 1681 senesinde 38 yaşında iken İstanbul’a teşrif etti. Eyüp Sultan semtinde, Eyüp Sultan hazretlerinin kabri civarında ikamet etti. Eyüp Sultan ile Edirnekapı arasında Nişancı Mustafa Paşa caddesindeki Şeyh Murad dergâhında İstanbul halkına yıllarca ilim öğretti. Kerametleri her tarafa yayıldı. [27]
1719 senesinde İstanbul’da vefat etti. Cenaze namazı Eyüp Sultan Camii’nde büyük bir kalabalık tarafından kılınıp, Edirnekapı dışında defnedildi. [28]
[29]
Mehmed Emin Tokadi (1664-1745)
1664 senesinde Tokat’ta doğdu. Şeyh Ahmed Yekdest hazretlerinin halifesidir. Ahmed Yekdest de, İmâm-ı Rabbani hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ma’sum Fâruki hazretlerinin halifesidir. Mehmed Emin Efendi, ilim tahsiline memleketinde başlayıp, bir müddet ilim öğrendikten sonra, 1698 senesinde İstanbul’a geldi. Şeyhülislâm Mirzâ-zâde Şeyh Muhammed Efendi’den uzun müddet ders alıp, ondan ilim öğrendi. Daha sonra Mekke’de Ahmed Yekdest Cüryâni hazretlerinden tasavvuf ilmini öğrenip, tasavvufta talebe yetiştirebilecek duruma geldi. Sonra İstanbul’a dönündü. [30]
Bursa’da bulunan Şeyh İsmail Hakkı Bursevi hazretleri, vefatına yakın bir zamanda, talebelerinden; İvaz Mehmed Paşa’yı, Yeğen Mehmed Paşa’yı ve el-Hâc Ahmed Paşa’yı Mehmed Emin Tokadi hazretlerine gönderip, tasavvufta yetiştirilmesini rica etmişti. Mehmed Emin Tokâdi bu ricayı kabul edip, gönderdiği bu üç talebeyle alâkadar oldu. Bunlardan Yeğen Mehmed Paşa, çeşitli vazifelerde bulunduktan sonra, 1737 senesinde Nemçe (Avusturya) seferini yapmakla görevlendirildi. Yeğen Mehmed Paşa bu sırada Sultan Birinci Mahmud Hân’ın vezir-i azamı idi. [31]
Mehmed Emin Efendi, hâl ve şanlarını halktan son derece gizler, talebelerini de bu tarzda yetiştirirdi. Ömrünün sonlarında Tatar Ahmed Efendi, 1743 senesinde vefat edince, fetva makamında bulunan eski şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, boşalan dergâha, Mehmed Emin Efendi’yi tayin ettirdi. Bunun üzerine Mehmed Emin Efendi, büyük bir kırgınlık ile doğru şeyhülislâm efendinin huzuruna gidip; “Sultanım, malumunuz ben meşihat erbabından değilim. İnayet buyurun, şeyhlere ait alâmetlerden ne nişanım varsa, müstehak olmadığım hâlde tevcih etmişlerdir. Boşalan bir mederese varsa beni oraya müderris tayin etmeyi ihsan buyurunuz” gibi özür beyan ederek, o dergâha gitmek istemedi ise de, şeyhülislâm; “Emin Efendi kardeşim, biz sizi biliriz ve pirdaşımızsınız. Ömürlerimiz sonuna yaklaştı, hâlinizi gizliyorsunuz. Mızrak çuvala sığmaz, gizlenme konağını geçeli otuz yıl oldu. Fayda yoktur, tevcih (tayin) padişahındır. Kabul etmemiz lâzım. Kabul etmemek ülu’l-emre itaat etmemek demek olur” deyince; “Efendim; evimde oturmak şartıyla kabul ederim. Böylece müsaade buyurulur ise emir sizindir” diye beratı kabul etti. Sonra ağlayarak şeyhülislâmla vedalaştı. [32]
İbadetlerini son derece gizlemeğe çalışır, giyinişinde, kıyafetinde hususi bir elbise veya kıyafet giymeyip, bu hususta halkın giydiklerini tercih ederdi. 1745 senesinde İstanbul’da 83 yaşında vefat etti. Kabri Unkapanı’na inen cadde ile Zeyrek yokuşunun kesiştiği tepe üzerinde, Soğukkuyu Piri Paşa Medresesi kabristanındadır.[33]
İbrahim Hakkı Erzurumi (1703-1781)
1703 senesinde Erzurum’un Hasankale kasabasında doğdu. Tillo’da İsmail Fakirullah hazretlerinden ilim öğrendi. Kadiri idi. Bir ilim ve ma’rifet hazinesi olan “Ma’rifetnâme” isimli eseri pek kıymetlidir. 1781 senesinde Siirt’in Tillo kasabasında vefat etti.[34]
Dipnotlar
[1]http://tr.wikipedia.org/wiki/Nureddin_Cerrahi
[2]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Hicri-10-Asir-Alimleri.aspx
[3]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Hicri-10-Asir-Alimleri.aspx
[4]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Hicri-10-Asir-Alimleri.aspx
[5]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Hicri-10-Asir-Alimleri.aspx
[6]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Hicri-10-Asir-Alimleri.aspx
[7]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ISMAIL_HAKKI_BURSAVI-3780.aspx
[8]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ISMAIL_HAKKI_BURSAVI-3780.aspx
[9]http://www.bursa.com.tr/ismail-hakki-camii-ve-tekkesi-197.html
[10]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ISMAIL_HAKKI_BURSAVI-3780.aspx
[11]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ISMAIL_HAKKI_BURSAVI-3780.aspx
[12]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ISMAIL_HAKKI_BURSAVI-3780.aspx
[13]http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0smail_Hakk%C4%B1_Bursev%C3%AE
[14]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_SEZAI-3764.aspx
[15]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_SEZAI-3764.aspx
[16]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_SEZAI-3764.aspx
[17]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HASEN_SEZAI-3764.aspx
[18]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-CEMALEDDIN_USAKI-3739.aspx
[19]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-CEMALEDDIN_USAKI-3739.aspx
[20]http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1259239
[21]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-CEMALEDDIN_USAKI-3739.aspx
[22]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SELAHADDIN_USAKI-3830.aspx
[23]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SELAHADDIN_USAKI-3830.aspx
[24]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-SELAHADDIN_USAKI-3830.aspx
[25]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MURAD_I_MUNZAVI-3808.aspx
[26]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MURAD_I_MUNZAVI-3808.aspx
[27]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MURAD_I_MUNZAVI-3808.aspx
[28]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MURAD_I_MUNZAVI-3808.aspx
[29]http://dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=7615&tip=haber
[30]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MEHMED_EMIN_TOKADI-3788.aspx
[31]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MEHMED_EMIN_TOKADI-3788.aspx
[32]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MEHMED_EMIN_TOKADI-3788.aspx
[33]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-MEHMED_EMIN_TOKADI-3788.aspx
[34]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IBRAHIM_HAKKI-3769.aspx
Klasik Osmanlı Düşüncesi ve Temsilcileri