top of page

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1523-1788 arasında bütçe gelir ve giderlerinin reel ve nominal değer artışları:[1]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1523-1788 arasında bütçe gelir ve giderleriyle farklarının seyirleri:[2]

 

Tabloda görüldüğü gibi 18. yüzyıl başlarındaki iktisadî genişleme devletin gelir ve giderlerine de yansımıştır. Yüzyılın birinci bölümünde, 1747-1768 yılları arasında 21 yıl süren bir barış dönemi yaşanmıştır. Bu dönemin 1700-1765 arasında devlet gelirleri 10 milyon kuruştan (1 milyar 200 milyon akçe) 14,5 milyon kuruşa (1 milyar 740 milyon akçe) yükselmiştir.[3]

 

III. Osman (1754-57) ve III. Mustafa (1757-74) tahta oturdukları sırada rahatça cülus bahşişi ödemekle kalmamış, ayrıca tahsili âdet olan berat yenileme resimlerinide affetmişlerdi. Tarihler III. Mustafa tahta geçtiğinde hazinenin dolu olduğunu, padişahın da bu malî güce güvenerek 1768 savaşını başlattığını yazar. Bu yıldan itibaren başlayan sıkıntılı dönem ile Devlet savaş yılları uzadıkça da artan giderleri yüzünden giderek ağır bir malî bunalıma sürüklenmeye başlamıştır. 1774’de tahta geçen I. Abdülhamid cülus bahşişi ödeyemeyecektir.[4]

 

Yüzyılın son çeyreğindeki iktisadî daralma da devlet gelir ve giderlerine yansımıştır. 1761-1785 arasında yıllık harcama miktarı % 30 civarında artar, bu artış savaş yıllarında % 100 e kadar yükselir. Gelirler ise yeni vergi kaynaklarına ve tarifelerin yükseltilmesine rağmen durgundur ve bütçe açıkları, 1784 ve 1788 bütçelerinde görüldüğü gibi giderek büyümüştür. [5]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Bütçe Açığı

Bu dönemde, hazinenin para ihtiyacını karşılayabilmek ve bunalımı atlatabilmek için olağandışı tedbirler alınmıştır. Bu tedbirler, bazı sınırlı yararlar sağlamakla birlikte, malî bunalımı sona erdirmez. 1774 yılında Osmanlı Devleti için ağır hükümler içeren Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanır.Küçük Kaynarca Anlaşması siyasî ve askerî açıdan Osmanlı Devleti’nin aleyhine hükümlerle dolu bir anlaşma olmakla kalmaz. Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti ayrıca ağır bir savaş tazminatı ödemeye de mahkûm olur. Üç yılda ödenecek olan 7,5 milyon kuruş o yıllardaki Osmanlı bütçe gelirlerinin takriben yarısına yakın bir meblâğdır. [6]

 

1774’ü izleyen yıllarda bazı ıslahat ve yenilik hareketleri başlamıştır. Yapılan işlerin başında sınır boylarının ve kalelerin tahkim ve onarımı vardı. Bu işlerin yürütülmesinde Batı’dan getirilen ve kendilerine bol maaş ödenen uzman teknik personelden de yararlanılmıştır.Bu faaliyetler de devlet harcamalarını arttırmıştır.[7]

 

Yenileşme dönemine girerken askerî nitelikli giderler 1784 ve 1785 bütçelerinin 3/4 ünü oluşturmaktadır. Oysa XVII. yüzyılın ikinci yarısında, 1669-70 yılı bütçesinde “Ordu ve savaş malzemesi” için yapılan harcamalar toplam giderlerin % 62,5’inden ibaretti. Bu oran taban alınırsa, 1670’den 1784’e gelinceye kadar, Osmanlı bütçelerinde askerî masrafların payı yaklaşık % 13 yükselmiş olmaktadır. [8]

 

Nihayet Kırım’ı Ruslardan kurtarma amacıyla 1787’de Rusya’ya savaş açıldı. Osmanlı Devleti’nin malî durumu iyi olmamakla birlikte yine de bazı askerî hazırlıklar yapılabilmişti. Savaş barış dönemindeki malî sıkıntıları daha da ağırlaştırdı. Üstelik altı ay sonra, Şubat 1788’de Avusturya da Osmanlı’ya karşı savaşa girdi. Böylece, Osmanlı Devleti savaşı iki cephede yürütmek zorunda kalınca askerî harcamalar olağanüstü artıp malî sıkıntılar şiddetlendi.  [9]

 

Yüzyılın başından beri süregelen gelişmeler göz önüne alındığında, 1780’li yıllarda Osmanlı Devleti’nin malî politika imkânlarının daraldığı görülecektir. Önceki yıllarda malikâne sistemi ile mukâtaaların kayd-ı hayat şartıyla satılmasına geçilmiş, tımarların merkezi bütçe gelirleri içine katılması süreci başlatılmış, Darbhâne ikinci bir hazine biçiminde devreye sokularak vakıf gelirlerinden de dolaylı olarak yararlanma yolları bulunmuştu. Fakat tüm bu gelişmelere rağmen, artan giderlerin finansmanında yine de güçlüklerle karşılaşılmış ve sonunda eshâm ihraç olunmak zorunda kalınmıştı. Esasında bir iç borçlanma ameliyesinden başka bir şey olmayan bu uygulama gelir ortaklığı sisteminin ilk ve orijinal bir örneğiydi. Bu arada dış borçlanma da düşünülmüştü. [10]

 

1787-1792 savaş yıllarında yalnız eshâm ihracı ile sağlanan fonlar yeterli olamamış ve özel kişilerden borç alma zorunda kalınmıştır. Savaş döneminde, Osmanlı Devleti, malî durumu kötü olmasına rağmen, donanma desteği karşılığında İngiltere’ye ve savaşa doğrudan katılması için İsveç’e yardım taahhüdünde bulunmuştu. Ancak, olayların gelişmesiyle Osmanlı-Rus-Avusturya savaşları bir süre sonra son bulmuştur. Sonuç olarak savaş döneminde İsveç’e yapılan toplam malî yardım iki bin keseden ibaret kalmıştır. [11]

 

Dış ve Transit Ticaret

18. yüzyıl sonlarında Batı ülkelerinin üretimi ve dolayısıyla dış ticaret hacmi daralan Osmanlılar üzerindeki sömürgeci eğilimleri yoğunlaşmıştır. Osmanlı Devleti, önceleri, kapitülasyon gibi araçları ticarî ve siyasî amaçları için etkili şekilde kullanabilirken artık Batılılar aynı imkândan azami ölçüde faydalanmaya başlamışlardır. Ancak Osmanlı dış ticareti yine de uzun süre fazla vermiştir. Yerli ürünler yabancı mallara karşı klasik dönem boyunca başarıyla rekabet etmiştir. Dışarıdan ithal edilen emtia, yünlü kumaş, maden, kâğıt gibi bir kaç kalemde toplanıyordu. Osmanlı sanayi ve ticaretinin Batı karşısında gerçek anlamda gerilemesi, sanayi devriminden sonra, özellikle 19. yüzyıl ortalarına doğru olacaktır.[12]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[13]

19. yüzyıl öncesinde Avrupa’dan ithal edilen mamul malların ticarî hacmi son derece azdı. Mesela 18. yüzyılda Avrupa’dan ithal edilen yünlü kumaşların, İstanbul ve Anadolu’daki toplam yünlü kumaş tüketimi içindeki payı % 1-2’yi geçmiyordu. Bu yüzden sanayi devrimi öncesi dönemde Batı Avrupa’dan ithal edilen mamul malların yerli zanaatlar üzerindeki etkileri sınırlı düzeyde kalmıştır.[14]

 

Birinci Abdülhamid devrinde yapılan işlerden birisi de, yerli malı kullanılmasının mecburi hale getirilmesidir.[15]

 

Osmanlı ülkesine yerleşen yabancı tacirler sadece toptancılık yapabiliyorlardı. Çünkü perakende ticaret yerli esnaf ve tüccarın hakkıydı. Bu onlara azımsanmayacak bir pazarlık gücü sağlıyordu. Ancak yabancı tüccar yerli Rum, Ermeni ve Yahudi tacirlerle iş yapma eğilimi içerisindeydiler. Böylece Türkler ticaret yollarının değişmesiyle önce dış, sonra da iç ticarette etkinliklerini kaybediyor, gayrimüslim unsurlar ise ticarette daha fazla söz sahibi olmaya başlıyorlardı. [16]

 

Avrupalı Bir Gözlemcinin Notları

İstanbul’da uzun seneler kalmış olan ve hatıralarını kaleme alan İtalyan asıllı Avusturyalı general Kont Marsigli, 1737’de yazdığı eserin de Osmanlı tüccarlarını şöyle anlatıyor: “Osmanlı devletinde yaşayan tüccarlar, gayet mahir ve bilgilidir. Devlet, ticaretle uğraşanlara her türlü kolaylığı gösterir. Osmanlının prensibi, mümkün olduğu kadar ticaret malı girip çıkmasıdır. Zira mal ne kadar gelip giderse, devletin geliri de o derecede artmakta, halk da o kadar zenginleşmektedir.[17]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[18]

Osmanlı hükûmetleri ağır ticari vergilerden kaçınmışlardı. Ağır verginin, hem malın dolaşmasını engellediği, hem de kaçakçılığı doğurduğu, devletin ve halkın kazancını azalttığı fikrindedir. Hükûmet kaçak mala hazine adına el koyar. Hiçbir tüccar, beyan etmediği, vergisini ödemediği malı kaçırmaya cesaret edemez. Zira ticaret müsaadesi elinden alınır. Osmanlı halkının hangi sebeple Avrupa milletlerinden daha müreffeh olduğunu düşünürdüm. Bunun sebebi, ticaret ve ticari aktivitedir. Topraklarının verimliliği ikinci planda kalır. Osmanlı sanayii de oldukça ilerlemiştir. Fakat ticaret önce gelir. Dış ülkelere o kadar çok mal satarlar ki, sade yaşantıları sebebiyle dışarıdan fazla bir mal ithal etmelerine ihtiyaç kalmadan, sadece hoşlarına giden birkaç çeşit mal alırlar. Dünyada hiçbir devlet yoktur ki, savaş veya başka bir sebeple Osmanlı devletiyle ticaretini kestiği takdirde sıkıntıya düşmesin. Birçok Avrupa devleti bazı maddeleri kesin olarak Osmanlı’dan almağa mecburdur. Osmanlı kerestesi gelmezse, Avrupa’daki tersaneler durur. Osmanlı tarım ürünleri bütün Avrupa’yı besler. Osmanlı ipek kumaşları, bakırı, derisi, dünya piyasalarına hakimdir. Osmanlı silahları ve cephaneleri, Avrupa’daki dükkânlarda çok pahalıdır. Bu sebeple Avrupalının Osmanlı’ya sattığı mal, ondan satın aldığı için yetmez. Üstelik, Amerika’daki maden ocaklarından çıkardığı altın ve gümüşü de Osmanlı’ya kaptırır. Asya’dan Osmanlı ülkesine gelen mallar, burada mamul hale getirilerek Avrupa ya büyük karlarla satılır. Bazı mamullerde Osmanlı sanayii ile rekabet dahi mümkün değildir. Silah, halı, ileri teknoloji ile yapılmış boya ve çeşitli kimyevi maddeler bunlardan birkaçıdır. Osmanlı hükûmetleri, Avrupa’dan büyük paralar çektiğinin idraki içindedir. Buna karşılık Avrupalı tüccarlara da her türlü kolaylığı sağlar. Formaliteleri asgariye indirmiştir. Gümrük vergilerini düşük tutar. Bir Avrupalı tüccarın mallarını getiren gemi, malını bir Osmanlı limanına boşaltır. Bundan sonrasını devlet yapar. Koca Osmanlı ülkesinin en ücra köşesine kadar, Avrupalı tüccarına istediği her noktaya o mallar mahirane bir organizasyonla sevk edilir ve bundan da devlet büyük kazanç sağlar. Aynı şekilde, Avrupalı tüccar Osmanlı ülkesinin herhangi bir yerinden mal almak isterse, üretici ile muhatap olmaz. Osmanlı tüccarı o malı onun adına oradan alır ve limana getirerek Avrupalı tüccara satar.”[19]

 

Ticaret Ahlakı

XVIII. asrın sonlarında Türkler arasında çeyrek asır yaşayan d.'Ohsson, şöyle der: "Osmanlılar, Kur'ân'da ifade edilen doğruluk, ahlâk ve namus prensiplerine çok bağlıdırlar. Aralarındaki bütün sosyal münasebet ve düzen, iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkelerde olduğu gibi, aralarında yazılı anlaşma yapmaya lüzum görmezler. İyi niyet ve söz, her şeyi halleder. Osmanlılar, verdikleri sözün esiridirler. Bu tutumları, yalnız dindaşlarına karşı değildir. Hangi dinden olursa olsun, yabancılara karşı da böyle hareket ederler. Sözlerini tutma hususunda, onlara göre Müslim ve gayrimüslim olmanın hiç bir farkı yoktur. Gayri meşru olan her kazancı, ahlaksızlık ve dine aykırı görürler. Gayri meşru edinilmiş servetin, bu dünyada da, öteki dünyada da insanı bedbaht edeceğine samimi şekilde inanırlar." [20]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[21]

Fransız seyyah A. de la Motraye 1727’de İstanbul’a yaptığı seyahati bir yazısında şöyle anlatır:“...Türklerin namuskârlığını yazmak için kendime vazife bilirim. Bir çok tanıdıklarımın başına geldiği gibi, dalgınlığımdan dolayı herkesten fazla benim başıma gelmiş bir hal vardır: Bu dalgınlığıma rağmen Türk dükkânlarında hiç bir zaman tek bir meteliğim kaybolmamıştır; çünkü o gibi vaziyetlerde dükkâncılar peşimden koşturmuşlar ve hatta eğer dalgınlığımın neticesini anladıktan sonra dükkâna dönmemişsem, unuttuğum şeyi iade için Beyoğlu’ndaki ikametgâhıma kadar adam gönderip bir çok defalar, beni aratmışlardır. Mesela bir yelpazeci dükkânında Türklerin sıcaklarda kullandıkları yelpazeler satılıyordu. Bir çoklarına baktım; düz deriden ve en harc-ı alem olanlarından birini alıp parasını verdikten sonra çıkıp gittim.Bir gün tesadüfen o dükkânın önünden geçerken yelpazeci beni görür görmez çağırıp saatimi elime teslim etti.Ben bu Türk namuskârlığının daha yüzlerce misalini sayabilirim: Bizzat kendi başımdan geçen vakalar 30’dan fazla olduğu halde, bunların hiç birinde hiç bir zaman Türklerin namuskârlıktan ayrıldıklarını görmedim. Rumları bu bakımdan medh ü sena edemeyeceğim için pek müteessirim...”[22]

 

İtalyan asıllı Avusturyalı general Kont Marsigli: Türk halkı, Avrupalılara göre çok varlıklı oldukları halde gayet tasarrufludur. Evlerinin masrafları, bizimkilere göre çok azdır. Yaşayışları sade ve gösterişten uzaktır. Günlük masraflarından artan bütün kazançlarını hayır işlerine sarf ederler. Sokakta dilenen yoktur. Yoksul vardır, fakat hepsi yardım görür.[23]

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[2] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[3] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[4] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[5] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[6] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[7] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[8] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[9] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[10] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[11] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[12] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[13]http://www.cizgiliforum.com/showthread.php?t=55926

[14] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[15]http://osmanlilar.gen.tr/1699-1923.asp(Erişim Tarihi 05.08.2013)

[16] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversitesi

[17]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-OSMANLI_TUCCARI-726.aspx

[18]http://www.aksitarih.com/serflik-ve-bolsevizm-golgesi-arasinda-charykovun-istanbul-yillari.html

[19]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-OSMANLI_TUCCARI-726.aspx

[20]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-OSMANLININ_TICARET_AHLAKI_VE_HOLLANDA-963.aspx

[21]http://akademikperspektif.com/?attachment_id=1817

[22]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-TURKLERDE_NAMUS-384.aspx

[23]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-OSMANLI_TUCCARI-726.aspx

18.yy. Osmanlı Ekonomisi 

Osmanlılar

bottom of page