Ekonomide Değişim
Osmanlı Devleti 18. yüzyılın sonlarında 20-25 milyonluk nüfusunu besleyebilen, büyük ölçüde kendi kendine yeterli bir iktisadî birim oluşturuyordu. Avrupa ile yapılan ticaretin hacmi ülkenin toplam üretim ve tüketim hacmi yanında oldukça sınırlı kalmaktaydı. Dolayısıyla, klasik dönemin sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nin kendine ait ekonomik bir potansiyeli vardı. Ülke genelinde yaygın kervan yolları, Osmanlı tüccarlarına kendi ticaret ağlarını kurmalarını ve kontrol etmelerini sağlamıştı.[1]
[2]
18. yüzyılın sonlarında gerek imparatorluğun Balkanlar, Anadolu, Suriye ve Mısır gibi geniş coğrafyayı kapsayan bölgelerarası ticareti gerekse Yakındoğu ve Doğu Avrupa’yla dış ticareti, hacim bakımından Orta ve Batı Avrupa ülkeleriyle olan ticaretten çok daha mühimdi. Batı Avrupa ile ticarette imparatorluğun Balkan coğrafyasındaki bölgeler nispeten daha erken tarihlerde gelişme göstermesine rağmen, Anadolu’nun durumu oldukça farklıydı. Örneğin; İzmir, 19. yüzyıl başlarında Anadolu’nun Avrupa’ya yönelik mütevazı ihracatında tek önemli limandı. [3]
Avrupa ekonomisin Osmanlı ekonomisi üzerinde denetim ve gücünü arttırdığı 19. yüzyılda dahi kıyı kentlerinin aksine ülkenin iç kesimlerinde yerli tüccarların ve yerli üretimin hâkimiyeti söz konusuydu. Avrupa mamul mallarının Osmanlı pazarlarına yoğun bir şekilde girişi, ancak Sanayi Devrimi’nden sonra, 19. yüzyılın ilerleyen yıllarında gerçekleşecektir.[4]
19. yüzyıl, Osmanlı toplumu ve ekonomisi için öncekilerden çok farklı bir dönemi oluşturur.[5]
Geleneksel Osmanlı iktisat ve ticaret yapısı 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş değişmeye başlamış, 19.yüzyılın ortalarına doğru yeni bir iktisadî ve ticarî düzeni ortaya çıkarmıştır. Değişimin dış etkenlere ve içerdeki toplumsal-ekonomik dönüşümlere bağlı birçok nedeni vardır. Osmanlı ekonomisinin sanayi devrimini tamamlamış güçlü Batı ekonomileriyle kurduğu yoğun ticarî ilişkileri, bu nedenlerin başına yerleştirebiliriz.[6]
Sanayi devrimini tamamlamış, güçlü, kapitalist Avrupalı ekonomileriyle 19. yüzyıl boyunca hızla gelişen ticarî ilişkilerin, iç ticarete ve yerel üretime etkisi önemlidir. Bu süreçte sanayileşmiş ülkelerden ithal edilen mamul mallar piyasaya hâkim olmuş ve Osmanlı ekonomisi tarımsal mallar ihraç eden, karşılığında mamul mallar ithal eden bir ekonomik yapı özelliği kazanmıştır. [7]
III. Selim’e sunulan layihalarda ülkenin ticaret dengesindeki bozulmaya da dikkat çekiliyordu. İthalatın ihracatın önüne geçmemesi, memleketin madenlerinin işlenmesi, ihtiyaç olmayan lüks tüketim eşyalarının ithalatının yasaklanması, sikkelerin değerinin düşürülmemesi ve halkın israftan kaçınması layihalarda öne çıkarılan belli başlı ticari ve iktisadi önlemlerdi. [8]
Ekonominin Genişlemesi
Osmanlı Devleti İran Savaşlarının (1723-1746) bitimini takiben 21 yıl süren uzun ve kesintisiz bir barış döneminden sonra 1768 yılından 1820’lerin sonuna kadar aralıklarla yıpratıcı, masraflı ve yenilgilerle biten savaşlar yapmış, bunun sonucunda bütçe harcamaları önemli oranda artmıştır. [9]
[10]
Sanayileşmiş Batı ekonomileriyle bütünleşen Osmanlı ekonomisi, imparatorluğun son yüzyılında, arada dönemsel durgunlukların ve göreceli inişlerin yaşandığı yıllar olsa da, büyük ve hızlı bir büyüme dönemi yaşadı. Osmanlı dış ticareti ilk hızlı genişleme dönemini 1840-1873 yılları arasında gerçekleştirdi.[11]
Tanzimat’ın ilk yıllarından 93 (1877-78) harbine kadar devlet gelirlerinde 4,3, giderlerinde ise 5,1 kat artış olmuştu. Bu savaşın yol açtığı ciddî nüfus ve toprak kayıpları nedeniyle bütçe gelirlerinde büyük düşüşler oldu. Bu tarihten sonra ise bütçe gelir ve giderleri II. Abdülhamid (1876-1909)’in iktidarı boyunca, Tanzimat dönemindeki oranlar kadar olmasa da sürekli artış gösterdi.[12]
Ticari Sistem
Avrupa Ülkeleri ile Ticaretin Artması
1820’lerden Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen yaklaşık yüz yıllık süreçte Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile olan ticareti on kattan fazla artttı. Çarpıcı bir örnek olarak, İngiltere başta olmak üzere sanayileşmiş Batı ülkelerinden ithal edilen pamuklu tekstil ürünlerinin hacminin 1820’den 1914’e kadar 100 kattan fazla artmış olduğunu gösterebiliriz. Diğer sektörlerdeki dış ticaret rakamları da pamuklu mensucat kadar olmasa da büyük artışlar yaşamıştır.[13]
Yapılan bir hesaplamaya göre, 1846 yılında Osmanlı ithalatı 235 milyon frank, ihracatı ise 217 milyon frank civarındaydı. Bu dönemde henüz ciddi bir dış ticaret açığından söz edilemese bile, Osmanlı dış ticareti Avrupa’ya karşı nispeten küçük düzeylerde açıklar vermeye devam etmiştir. Ancak, aynı yıllarda Osmanlı maliyesi ve ekonomisinin ciddi anlamda kaynak darlığı yaşadığı görülmektedir. Askerî yatırımların finansa edilmesi, savaş giderlerinin karşılanması ve en az bunlar kadar önemli girişilen ıslahatlar için ihtiyaç duyulan paranın bulunması Osmanlı maliyesinin yükünü artırmaktaydı. Bu şartlar altında Osmanlı Devleti, ilk büyük dış borçlanmayı Kırım Savaşı giderlerini karşılamak üzere yaptı. Takip eden yıllarda Avrupa piyasalarından borçlanma miktarı büyük oranda artarken, diğer taraftan Osmanlı maliyesinin durumu kötüleşmeye devam etti. Dış borçlar ile Osmanlı ekonomisinin Batılı ülkelere bağımlılığı artmış; Osmanlı hükümetlerinin bağımsız dış ticaret politikası takip etme imkânları büyük ölçüde kaybolmuştur. 1876 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti borçlarını ödeyemez duruma geldi.[14]
İthalatın yarıdan fazlası mamul mallardan, özellikle İngiltere ile Fransa’dan alınan pamuklu ve yünlü dokumalardan oluşuyordu. Demiryolu malzemeleri, silah ve cephane, çeşitli makineler diğer önemli ithalat kalemleri arasında yer alıyordu.[15]
Aynı dönemde Osmanlı ihracatı da büyük bir sıçrama göstermiştir. İhracatın %90’ını (tütün, incir, üzüm, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk, zeytinyağı vb.) ziraî ürünlerden oluştuğu düşünüldüğünde, ihracattaki artışın büyük ölçüde ziraî üretimden beslendiği açığa çıkmaktadır. İhracatta önemli yer tutan tek mamul mal, elde dokunan halı ve kilimlerdir.[16]
Gayrimüslimlerin Ekonomideki Rolünün Artması
Batılı ülkelerin Osmanlı’daki diplomatlarının önemli görevlerinden biri, doğal olarak, kendi ülkelerinin sanayi mallarının Osmanlı pazarındaki payını artırmaktı. Bu amaçla hareket eden Avrupalı elçi ve konsoloslar, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı gayrimüslimleriyle daha önce olmadığı şekilde işbirliğine girdiler; onların tecrübelerinden ve bağlantılarından faydalanmaya başladılar.[17]
[18]
Basitçe ifade etmek gerekirse, yaygın şekilde tercüman olarak, örneğin İngiliz yahut Fransız elçiliğinin hizmetine giren bu Osmanlılar, aldıkları beratlarla tabiiyet değiştirerek Osmanlı tebaası olmaktan çıktılar. Bu şekilde Batılı bir devletin vatandaşlığına geçen gayrimüslim Osmanlıların sayısı çoğaldığında, devlet daha sıkı kontrollerle bu yolu kapamaya çalıştı. Ancak, bu gelişmelerin önünü almakta zorlanan Osmanlı Devleti, 1802 yılında yabancı tüccara tanınan hakları henüz Osmanlı tebaasında olan gayrimüslimlere de vererek “Avrupa tüccarlığı” müessesesini kurdu.[19]
Bu uygulamayla, gayrimüslim Osmanlı tüccarına Avrupalı tüccar gibi ticaret yapma hakkı tanındı. Devlet, kendi uyruğunda olan bu tüccarın kapitülasyonların yabancı tüccara sağladığı haklardan yararlanmak amacıyla yabancı devletlerin uyruğuna geçmemeleri için böyle bir uygulamaya başvurmuştu. Böylece, gayrimüslim tüccarı berat yoluyla kendine bağlayıp ticari faaliyetlerini Osmanlı tebaası olarak sürdürmelerini sağlamak istedi.[20]
Avrupa tüccarlığı statüsüne sahip gayrimüslim Osmanlılara sağlanan imkânlardan faydalanmak isteyen Müslüman tüccarlara ise, II. Mahmud döneminde (1808-1839) benzer haklar tanınacaktır. Teşkil edilen “Hayriye tüccarlığı” ile Müslüman tüccarlar sadece Avrupa ülkeleriyle değil Hindistan ve İran ticaretinde de çeşitli imtiyazlara kavuşmuşlardır. Fakat 1838 tarihinde ilk olarak İngiltere ile (Balta Limanı Ticaret Anlaşması), takip eden yıllarda diğer Avrupa ülkeleriyle imzalanan benzer içerikteki serbest ticaret anlaşmalarıyla yabancı tüccarlara verilen imtiyaz ve ayrıcalıklar sonucunda, Hayriye tüccarlarının avantajlı durumu kısa sürede anlamını yitirmiştir.[21]
Bu arada hangi din ve mezhepten olurlarsa olsunlar azınlıkların iktisadi alana yönelmeleri ve burada başarılı olmaları 18. yüzyıldan itibaren tedricen büyüyen azınlık sermayesini ortaya çıkarmıştır ki bu husus, zaaflar içinde bulunan Osmanlı Devleti’nde iktisadi yapının siyasi güce doğrudan etki etmesine yol açmıştır.[22]
1838 Osmanlı-İngiliz (Baltalimanı) Ticaret Anlaşması
İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Devleti’nin sanayileşmiş Batı ülkeleriyle dış ticaretinde önemli bir aşamayı temsil etmektedir. Yerli esnaf ve tüccarı savunmasız bırakan ticaret sözleşmesi, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki eşitsiz ilişkileri yansıtmaktadır.[23]
Osmanlı İmparatorluğu 1826'dan beri kendi ihtiyaç duyduğu yerli hammaddelerin yabancı tüccarlar tarafından yurtdışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem Büyük Britanya'nın çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlı İmparatorluğu'na baskı yapıyorlardı. Osmanlı Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak, Büyük Britanya'ya ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir ticaret konvansiyonunu Baltalimanı'nda imzaladı. Bu antlaşmanın bazı maddeleri şunlardır:[24]
-
Tekel sistemi kaldırıldı. Britanyalılara diledikleri miktarda hammaddeyi satın alma imkânı verildi.
-
İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra Britanyalıların de katılması öngörüldü.
-
Britanya vatandaşları Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip oldular.
-
Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan vergi resmi kaldırıldı.
-
Büyük Britanya gemileriyle gelen Britanya malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti.
Yukarıda sıralanan maddelerin sonuncusu, Britanya vatandaşları Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyecekleri anlamına geliyordu. Örnegin Selanik'ten İstanbul'a mal gönderen Müslüman yerli tüccar devlete transit gümrük vergisi ödediği halde Britanyalı tüccar bu vergiden muaf olmuş ve Müslüman tüccarların bir başka Osmanlı şehrine mal göndermesine, ticaret yapmasına yüksek vergilerden dolayı fiilen imkân kalmamıştı.[25]
[26]
İthalat ve ihracat vergilerinde Osmanlı üreticileri aleyhinde olan oranlar, sonraki dönemlerde anlaşmayı tartışmalı hale getirdi.Tartışmalar anlaşmanın Osmanlı sanayii için yıkıcı bir etki yaptığı noktasında yoğunlaştı. Ayrıca, İngilizler, İngilizce metinde olup Türkçe metinde bulunmayan “oradaki her türlü ticaret” ibaresini kullanarak ülkedeki iç ticarete de girdiler. Oysa o zamana kadar yabancılar ülke içerisinde ticari faaliyette bulunamazlardı. Osmanlı hükümeti bu maddeye itiraz ettiyse de fiili durumu kabul etmek zorunda kaldı.[27]
Anlaşmaların bir parçası hâline gelen kapitülasyonlar yabancı devletlerin himayesindeki Osmanlı tebaasının haklarını koruyan bir yasaya dönüşmüştür. Anlaşılacağı gibi Osmanlı Devleti’ni zor duruma sokmak isteyen devletlerin kapitülasyonlar ile tanınmış olan hakları istismar etmelerine bir engel yoktu. Nitekim himaye altındaki kişi olarak tanınma yetkisi verilen konsoloslar sayesinde Osmanlı tebaası olan Hristiyanlar da kapitülasyonlar ile tanınmış olan ayrıcalıklardan yararlanabiliyorlardı. Tabiatıyla Osmanlı hukuku karşısında Hristiyan tüccar dokunulmazlık elde etmiş oluyordu. Osmanlı Devleti’nde ticaretin gayrimüslimlerin (Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) elinde bulunması ve bu unsurların kapitülasyonlardan da yararlanmaları, devletin ekonomideki gücünü iyice kırmıştır. Bu bilgilerden anlaşılacağı gibi Balta Limanı Antlaşması’ndan sonra ithalat ve ihracat dengesini kaybeden Osmanlı Devleti’nde gerek iç ve dış borçlar gerekse kapitülasyonlar sömürgeci devletlerin çok rahat hareket etmelerine sağlam zemin hazırlamıştır.[28]
1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmalar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz'le de imzalandı. Bu antlaşmalar Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu, borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı.[29]Osmanlı ticari ve iktisadi hayatında önemli değişikliklere yol açacak olan bu antlaşma, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayan sebeplerden birisi olacaktır.[30]
Finansal Sistem
Vergilendirme
Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda iltizam sisteminin halkı zarara uğrattığı belirtilerek kaldırılacağının işareti verildiği gibi, herkesten gelirine göre vergi alınacağı ifadesiyle de, yeni vergi sisteminin esasları belirlendi. 1840’ta iltizam usulü kaldırılarak merkezden taşraya görevliler gönderilmeye başlandı. Sancağın idari ve mali yöneticisi olan muhassıllar, topladıkları vergileri doğrudan merkezi hazineye göndermekteydi.[31]Ancak yeni kurulan Muhassıllık Meclisleri beklenen başarıyı sağlayamadı.[32]Mart 1842’den itibaren yeniden iltizam sistemine geri dönüldü.[33]
Kâğıt Paranın (Kaime) Çıkarılması
Osmanlı maliyesinde kâğıt para Tanzimat’ın hemen ardından, Tanzimat’la birlikte verilen sözlerin yerine getirilebilmesi, yani reformların finanse edilebilmesi için çıkarıldı. Bununla birlikte, yukarıda ifade edildiği gibi, II. Mahmud döneminde imparatorluk tarihinin en büyük tağşişi yaşandığı için paranın artık tağşişe tahammülü yoktu. Tanzimat Fermanı’nda eleştirilen iltizam sisteminin kısa bir süre sonra kaldırılması, yeni sistem yerleşinceye kadar devletin gelirlerini büyük ölçüde kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Oysa devlet çarkının dönebilmesi için hazineye âcilen yeni gelir kaynaklarının bulunması lâzımdı. Arayışlar sürdürülürken daha sonra şeyhülislâm olacak olan İsmetbeyzâde Ârif Hikmet Bey kâğıt paranın çıkarılmasını önerdi.[34]
[35]
Piyasada sikkeyi temsilen tedavül edecek olan kaimeler paraya olan âcil ihtiyaç yüzünden kalıplarının hazırlanması beklenmeden Ocak 1840’ta el yazılı olarak çıkarıldı. Büyük ebatlı ve iki taksitle ödenen senelik %12,5 oranında bir faiz getirisi olan kâğıt para, halk bu tür değerlere alışık olmadığı için piyasada olumlu karşılanmadı; ayrıca, el yazılı olmaları da kalpazanların gözünden kaçmadı. Başta bütün ülkede geçerli olan kaimeler, sahte kaimeyi denetleme sorununa halkın kâğıt paraya tepkisi de eklenince bir süre sonra taşrada tedavülden kaldırıldı. El yazılı kaimeler kolayca taklit edildikleri için 1841’den itibaren iki sene içinde matbularıyla değiştirildi; faizleri de 1843’te %10’a, ardından %6’ya düşürüldü. 1851’de ilk faizsiz kaimeler piyasaya sürüldü.[36]
Sarraflık
Değişik isim ve ayarda yerli ve yabancı paraların piyasada bulunması, para alıp satmayı meslek haline getiren aracı bir grup olan sarrafları ortaya çıkardı. Genellikle Rum, Yahudi, Ermeni, Venedik ve Cenevizli tüccarların yerli gayrimüslimlerle evlenmeleri neticesinde ortaya çıkan Levantenlerden olan sarraflar para ticareti, nakli ve muhafazası, gayrimenkul alım-satımı, 1760’lardan itibaren de kısa vadeli borçlarla hazineyi finanse etme gibi görevleri yerine getirir; padişah beratıyla atanır ve iş yerleri Galata’da olduğu için de Galata sarrafı/ bankeri olarak nitelendirilirlerdi.[37]
Osmanlı'da Yahudi bir Aile: Camondo Ailesi[38]
1842’de iltizama geri dönülmesiyle Tanzimat’ın uygulandığı yerlerin vergisini toplamak üzere 13 saygın sarrafın kurduğu Anadolu ve Rumeli Kumpanyalarının 1852’ye kadar on yıl süreyle vergileri toplamaları, kâğıt paranın çıkarılması, esham ve tahvil gibi spekülatif değerlerin piyasalara girmesi gibi finansal gelişmeler onlara yeni imkânlar sundu. İlerleyen dönemde bu araçlar üzerinde süpekülasyon yaparak, devletin dış borçlanmalarına aracılık ederek ve Avrupa finans çevrelerinden düşük faizle ve uzun vadeyle aldıkları paraları devlete açtıkları kısa vadeli ve yüksek faizli avanslara dönüştürerek büyük kârlar sağladılar. Neticede, İstanbul’da Baltazzi, Zarifi, Kamondo, Mavrokordato, Mısırlıoğlu, Ralli ve Düzoğlu gibi büyük banker ailelerinin oluşturduğu önemli bir finans burjuvazisi ortaya çıktı. The Times’in İstanbul muhabirinin İstanbul’un adının “Sarrafopoli”, yani sarrafların şehri olarak değiştirilmesini önermesi, bu grubun Osmanlı piyasalarındaki etkinliğine işaret etmekteydi.[39]
Bankacılık
Avrupa’yla artan iktisadi ilişkiler, kâğıt paranın çıkarılması, farklı paraların tedavülü, paranın yurt içi ve yurtdışı istikrarının sağlanması ve yerli ve yabancı şirketlerin kurulması gibi yeni finansal gelişmeler, sarrafların etkin olduğu geleneksel sistemi yetersiz kılmakta ve kaimenin değerindeki dalgalanmalar ve istikrarsızlık da piyasaları olumsuz etkilemekteydi.[40]
Osmanlı ülkesindeki ilk banka olan Dersaadet Bankası, devletin Avrupa’daki harcama ve ödemelerinde bir sterlin 110 kuruşüzerinden ödeme yapmayı üstlenen Galata’nın iki ünlü bankerinin maliye ile olan ilişkileri neticesinde kuruldu. Hükümetin 1848 İhtilâllerinin yarattığı krizi aşabilmek için söz konusu bankerlerle yaptığı anlaşma ile kurulacak bankanın 250.000 liralık sermayesinin 100.000 lirasını hükümetin ve 150.000 lirasını da bankerlerin sağlaması ve bankanın bozacağı kaimelerden %3 iskonto alması kararlaştırıldı. Zayıf bir sermaye yapısına sahip olan banka, bu haliyle bankadan ziyade, paranın istikrarını koruyan bir aracı kurum gibiydi. 1848 İhtilâllerinin etkilediği banka, para sıkıntısını aşabilmek için piyasaya yeni kaime sürerek ve para bozmak isteyen müşterilerine keyfi kur farkı uygulayarak gayrimeşru yollara saptı ve 1852’de de faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı.[41]
Islahat Fermanı’nda paranın istikrara ve maliyenin düzene kavuşturulabilmesi için bankaların kurulması gerektiğine vurgu yapılır. Öte yandan devlet, fermanın öncesinde 1854 ve 1855 borçlanmalarını yaparak uluslararası finans çevreleriyle yakın bir ilişki içerisine girdiği gibi, yerli ve yabancı girişimciler de banka kurmak için hükümetten imtiyaz talebinde bulunmaktaydı. Nitekim Şubat 1855’te iki İngiliz, İstanbul ve Londra’dan izin alarak Şark İngiliz Bankası adıyla bir banka kurmak için girişimlere başladı. Yaklaşık bir yıllık bir çalışma neticesinde 13 Şubat 1856’da ismi The Ottoman Bank (Osmanlı Bankası) olarak belirlendi ve hisse senetleri satışa çıkarıldı. Piyasa, 500 bin sterlin sermayeli şirketin hisse senetlerine büyük bir rağbet gösterdi. Kraliçe Viktoria’nın 24 Mayıs 1856’da kuruluşunu onayladığı banka, Osmanlı hükümetinden imtiyaz almaksızın 13 Haziran 1856’da bir İngiliz şirketi olarak faaliyete geçerek ülkenin önemli yerlerinde şubeler açtı. Bankanın, tasfiye edileceği 1863’e kadar hissedarlarına ortalama %10 kâr dağıtmış olması, faaliyetlerinin oldukça tatminkâr olduğunu göstermektedir.[42]
İzmir Osmanlı Bankası[43]
Faaliyet ve kârını daha da arttırmak isteyen Osmanlı Bankası, para çıkarmaya yetkili bir devlet bankası imtiyazını almak için bir süreden beri girişimlerini sürdürmekteydi. Ancak, Fransızların, piyasayı İngiliz sermayesinin elinde bulunan Osmanlı Bankası’na bırakmaya hiç de niyetleri yoktu. Görüşmeler neticesinde Osmanlı Bankası’nın tasfiye edilerek İngiliz ve Fransız sermayesiyle oluşturulacak yeni bir bankanın devlet bankası olarak teşkilâtlandırılması kararlaştırıldı.[44]
Böylece, Osmanlı Bankası, bütün mal varlığı ve şubeleriyle birlikte 4 Şubat 1863’te kurulan Bank-ı Osmanî-i Şâhâne’ye devredildi. Hisselerin 80.000’i İngilizler ve 50.000’i Fransızlarca satın alındı; geri kalan 5.000’i ise Osmanlı yatırımcıları için ayrıldı. Banka, imtiyaz süresi olan otuz yıl boyunca, hazinenin dış ve iç ödemelerini %1 komisyon karşılığında üstlenip borçlanmalara aracılık yapmak, gerektiğinde %6 faizle devlete kredi açmak, karşılığı altınla ödenecek kâğıt para ve değerli kâğıt çıkarma imtiyazı da dahil bir devlet bankası olarak faaliyet göstermekle yükümlüydü. Bu son görev oldukça önemlidir; zira, imtiyaz süresi boyunca hükümet de dahil, hiçbir kurum para basamazdı. [45]
17 Şubat 1875 tarihli anlaşma ile de 10 milyon sterline yükseltti. Bu anlaşma, artık Bütçe Komisyonu’nda temsil edilen ve bütçenin uygulanma şeklinde de söz sahibi olan bankaya devletin gelir ve giderlerini denetleme yetkisini verir. Ayrıca, borçlanmalarda da bankanın öncelik hakkı vardı. Osmanlı maliyesi böylece yabancı sermayenin kontrolündeki bankanın vesayeti altına girdi. Kuruluşundan itibaren Osmanlı maliyesi, ekonomisi ve borçlanmaları üzerinde önemli roller oynayan banka, para çıkarma tekeline sahip olma imtiyazını kullanarak devletin yaklaşan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nı finanse edebilmek için kâğıt para çıkarılması yönündeki talebini reddetti ve yapılan görüşmeler neticesinde komisyon ve iki milyon kuruşluk bir tazminat karşılığında bu isteğe onay verdi. [46]
Dış Borçlanmalar
Osmanlı maliyesi, Tanzimat’tan sonra, tağşiş denilen paradaki değerli maden miktarını azaltarak, karşılıksız kâğıt para basarak veya sarraflardan kısa vadeli borçlar alarak kaynak sağlama yöntemiyle devlet çarkını döndüremeyeceğini artık net bir şekilde anlamıştı. Özellikle bankerlerden alınan ve avans denilen kısa vadeli yüksek faizli borçlar devlete çok pahalıya mal olmaktaydı. Bu durumda geriye tek alternatif kalıyordu: dış borç almak.[47]
Zaman zaman telâffuz edilse de, dış borcun ciddi olarak maliyenin gündemine girmesi, 1850 bütçesinin bir milyon liranın üzerinde bir açık vermesi ve hükümetin Dersaadet Bankası’na karşı olan yükümlülüklerini yerine getiremeyip zaten zayıf bir sermaye yapısı olan bankanın bu yüzden Avrupa’ya çektiği poliçeleri ödeyememesi üzerine oldu. 1852 yılı için gerekli olan 150 milyon kuruşun alınacak bir borçla ödenmesi fikri tek çare olarak ortadaydı. Bunun üzerine banka kurucuları aracılığıyla Avrupa sermaye çevrelerine başvurulması kararlaştırıldı. Neticede yapılacak 55 milyon franklık borçlanma için padişahın onayı beklenmeden Londra ve Paris piyasalarından talep alınmaya başlandı. Toplanan 20 milyon frankın bankerlerin Londra’daki temsilciliğine yatırılmasına ve bir kısmının harcanmasına rağmen, Sultan Abdülmecid’in bu krediyi onaylamaması piyasaları ve hükümetin kredisini derinden sarstı. Bunun üzerine çoğu devlet adamlarından yardım şeklinde toplanan 2.200.000 franklık bir tazminat ödenerek bu konu kapatıldıysa da, bu tutumu unutmayan piyasalar iki yıl sonra yapılan dış borç girişimlerine olumsuz tepki verdi.[48]
[49]
İlk dış borçlanma, Kırım savaşı sırasında (1854) gerçekleştirilmiştir. İngiltere ve Fransa’daki ödünç verilebilir fon fazlalığı bu ülkelerin Osmanlı Devleti’ne borç vermeye istekli olmalarına yol açmıştı. Sonunda Osmanlı Devleti’nin geleneksel dış borç almaya karşı direnci kırıldı. 1854-5’te alınan borçlar Kırım savaşının masraflarına gitmiştir.[50]
Kırım Savaşı yıllarında başlayan bu dış borç serüveninin hacmi gittikçe genişledi. 1865’te yapılan altı milyon sterlinlik borçlanmanın Osmanlı dış borç tarihi açısından büyük bir önemi vardır; zira, hazine, artık önceki borçlanmaların taksitlerini ödeyebilmek için dış borca başvurmak zorundaydı. Osmanlı maliyesi artık iflâs etmemek için sürekli borçlanmak ve Avrupa sermaye çevreleri de Osmanlı Devleti’nin bir kriz neticesinde ödeme güçlüğü içerisine düşmemesi için bu borçlanma sürecine destek vermek durumundaydı. Ancak, borçlanma şartları doğal olarak giderek daha da olumsuzlaştı. Borçlanmanın başladığı 1854 ile 1874 yılları arasındaki yirmi yıl içerisinde Osmanlı Devleti 209 milyon Osmanlı lirası borçlanmışken, hazineye sadece 115 milyon liranın girdiği tahmin edilmektedir. Bu borçlar büyük ölçüde Londra ve Paris piyasalarından alındı. Elde edilen paraların %84’ü üretim yerine günlük cari harcamalara gitti. Devlet, 1875 senesinde bütçe açıklarının beş milyon liraya ulaşması üzerine dış borçların faizlerinin ancak yarısını ödeyebileceğini ilân etti ve bu moratoryum büyük bir krize ve hazinenin iflâsına neden oldu. Dolayısıyla böyle büyük bir krizle neticelenen Tanzimat dönemi mali reformlarının başarılı olduğunu ifade etmek güçtür.[51]
Osmanlı borçlanmaları Avrupa çapında bir yatırım, kazanç, spekülasyon, komisyon ve rüşvet alanı olmuştur. Osmanlı Devleti Kırım savaşı sırasında ilk borçlanmayı yaptıktan sonra mâlî bakımdan her sıkıntıya düştüğünde Avrupa bankalarından borç almaya devam etti. Bu borçlar çok elverişsiz şartlarda ve diğer ülkelerin ödediği faizlerden çok daha yüksek faizlerle ve büyük miktarlarda alınıyordu.[52]
Fonların büyük bir bölümü cari harcamalarda, saraylar yapımında, büyük bir donanmanın kurulmasında ve bürokrasinin maaşlarının ödenmesinde kullanıldı. 1873 yılında borsa krizleri Avrupa ve Amerika piyasalarını etkisi altına alınca, Osmanlı Devleti’nin Avrupa para piyasalarından yeni fonlar bulması imkânsız hale geldi.[53]
Tanzimat döneminin son mâlî yılı olan 1875-76 bütçe verilerine göre artık Osmanlı bütçeleri adeta bir maaş, iç ve dış borç ödemeleri bütçeleri haline gelmişti. Bu yılda sadece borç ödemeleri, devletin toplam giderlerinin yarısını aşan bir orana ulaşmıştı. Başka bir ifadeyle devlet gelirlerinin üçte ikisi sadece borç ödemelerine gidiyordu.[54]
İlk borçtan 1879 yılına kadar geçen “hızlı borçlanma” döneminde Osmanlı Devleti 17 kez borç aldı. İlk borçlanmanın karşılığı olarak Mısır’ın cizye geliri gösterilmişti. 1855’te ikinci borçlanmada Mısır’ın cizye gelirleri dışında, İzmir ve Suriye gümrüklerinin gelirleri de karşılık gösterildi. 1865, 1873 ve 1874 borçlarında ise devletin tüm gelirleri teminat gösterildi. Bu nedenle bu istikrazlara Düyûn-ı Umûmiyye yani Umûmî borçlar denmiştir.[55]
Hükümet, sekiz yıllığına piyasaya sürdüğü kaimeyi 1848’de halktan toplayacağı yardımlarla piyasadan çekmeyi düşündü. Toplanan bir buçuk milyon liranın dörtte biri kaime; geri kalanı ise isyanların bastırılması için harcandı. 1858’de, kaimenin piyasadan çekilmesine harcanması şartıyla %6 faizli beş milyon sterlinlik bir dış borç alındıysa da bununla kaime geri çekilemedi. 13 Aralık 1861’de İstanbul’da büyük bir panik başgösterip kaime piyasada geçmez oldu ve insanlar dükkânlarını kapadı. Bir yandan halk camilere çağırılarak sakin olmaları için uyarılırken, bir yandan da sarraflığın yasaklanması üzerine hayat yavaş yavaş normale döndü. Neticede, kaime, Sadrazam Fuad Paşa’nın İngiltere’den aldığı bir borçla Eylül 1862’de piyasadan çekildi.[56]
1854-1874 yılları arasındaki 20 yılda devlet 15 defa borçlanmıştır. Aldığı para 127 milyon Osmanlı altını iken, borçlanma faiziyle birlikte ödemekle yükümlü olduğu miktar ise 239 milyon Osmanlı altını idi. Dönemin önemli devlet adamlarından Ahmed Cevdet Paşa bu durum için “Allah encamımızı hayr etsin” diyerek endişelerini belirtmiştir. Aslında bu borçlanmalar, Avrupalı kredi kuruluşları için kârlı bir yatırımdı ve bunu teşvik ediyorlardı.[57]
Sanayi
Esnaf Üretiminden Sanayiye Geçiş
1820’lerden başlayıp imparatorluğun sonuna kadar yaklaşık yüz yıllık süreçte Batı Avrupa ülkelerinden ithal edilen mamul malların hacmi hızla genişledi. Sanayileşmiş ekonomilerin ucuz mamul malları karşısında, el emeği ve geleneksel tekniklere dayalı üretim yapan Osmanlı zanaatlarının bir kısmı uzun süre direnebilirken, önemli kısmı geriledi, kimi zanaat dalları ise ağır rekabete dayanamayıp tümüyle yıkıldı. [58]
18. yüzyıl boyunca ithalat ve ihracattan %3 vergi alınıyordu. 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi’ne göre vergi oranları, ithal malları ve transit malları için %3, ithalatçıların ödediği dâhili gümrükler %2, ihracat malları için ise %12 olarak belirlenmişti. Bu anlaşmayla Osmanlı ticaret rejimi dünyadaki en serbest rejimlerden biri olma özelliği kazanmıştı. Ancak, üretim hacmi yüksek sanayileşmiş Avrupalı devletlerin ucuz malları karşısında zarar etmeye başlayan Osmanlı imalatçılarının artan şikâyetleri serbest ticaret konusunda şüpheler uyandırdı.[59]
1861-62 yıllarında Osmanlı sanayini teşvik etmek için ithalat vergileri %3’ten %8’e yükseltildi. 1914’de ise ithal mallardan alınan vergi %15’e çıkarılmış olsa da Osmanlı imalatçılarını korumak için atılan bu adımlarda geç kalınmıştı.[60]
Esnaf birlikleri Tanzimat sürecinde, hammadde alım önceliklerinden (yed-i vâhid), vergi ödemedeki kolaylıklara kadar birçok imtiyazlarını kaybettiler.[61]
Toplumun benimsemekte olduğu yeni tüketim alışkanlıkları, yerli tüketim kalıplarına uygun üretim yapan esnaf üzerinde yıkıcı bir etki yapmıştır. Tanzimat, liberal bir ekonomi öngördüğünden esnaf sistemini adım adım etkisizleştirdi.[62]
19. yüzyıl boyunca şirketleşme ve sınâîleşme teşebbüslerinin esnaf aracılığıyla yürütülmeye çalışıldığını görüyoruz. Devlet, böylesine bir kurumu bir kenara bırakamazdı. Avrupa ve Japonya’da esnafın yıkılışının ortaya çıkardığı sosyal ve iktisadî karmaşa bu yüzden Osmanlı toplumunda görülmemiştir. [63]
Sanayi devriminden sonra yoğunlaşan ithalatın yarıdan fazlası mamul mallardan, özellikle İngiltere ile Fransa’dan alınan pamuklu ve yünlü dokumalardan oluşuyordu. Yerli esnafı en çok sıkıntıya sokan bu olguydu. Esnaf üretimi ithal mallarının rekabetinden etkilenmişti. Ancak pek çok dalda yerli sınâî üreticiler yeni şartlara uyum sağlayarak direnebilmişlerdir. Bunların başında ithal malı iplik kullanmak, düşük ücret ve kârlarla çalışmak ve sonuçta emekyoğun olarak üretimi sürdürmek ve pazarı korumak gelmekteydi.[64]
Genellikle pamuklu dokuma imalatı üzerine kurulu Osmanlı sanayisi, 1825 yılından itibaren Avrupa’daki makineleşmiş sistemin etkilerine açılması sonucu yok olma noktasına gelmiştir. 1828 yılında İngiltere’den Türkiye’ye pamuklu dokuma ihracatının toplamı 10.834 İngiliz lirası iken, üç yıl sonra (1831) bu oran yaklaşık on kat artarak 105.615 İngiliz lirasına ulaşmıştır. 1812’de İşkodra’da 600 olan dokuma tezgâhı 1821’de 40’a; 1812’de Tırnova’da 2000 olan tezgâh sayısı da yine 1821’de 200’e; 1840’ta Bursa’da 1000 olan tezgâh sayısı ise 1847’de 75’e düşmüş ve binlerce kişi işsiz kalmıştır.[65]
III. Selim’in yerli kumaş kullanımı ve ithalatın azaltılması için sadrazama gönderdiği emir dikkat çekicidir: “Ben daima İstanbulkârî, Ankarakârî kumaş giyerim, devlet ricalim ise hâlâ Hindkârî ve İrankâri kumaş giyerler. Memleket kumaşları giyerlerse, memleket malı revaç bulur.”[66]
Devlet Eliyle Sanayileşme
19. yüzyılın başlarından itibaren devlet çoğu dokuma üretimi yapan ve‘Fabrika-i hümayunlar’diye adlandırılan büyük sınâî kuruluşlar oluşturdu. Bunun en önemli amacı özellikle askerî ihtiyaçların yurt içi üretimle karşılanması yoluyla hem askerî giderlerden tasarruf sağlanması hem de paranın yurt dışına kaçmasının önlenmesi idi.[67]
Sanayileşmenin ve teknolojinin gelişmesine etki eden temel güdünün genelde askeri kaynaklı olduğu ve askeri hedeflerin teknolojik gelişmeleri motive ettiği ifade edilebilir. II. Mahmud’un özellikle Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurduğu Asakir-i Mansure Ordusu’nun ihtiyacı olan eşyaların üretimi için bazı modern fabrikalar kurduğu görülecektir. 1816 yılında II. Mahmud tarafından satın alınarak ordunun emrine verilen Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası; fes ihtiyacını karşılamak amacıyla 1833’te Tunus’tan getirtilen ustalar gözetiminde Kadırga’da fes üretimine ve 1839’da taşındığı Haliç kıyısında 1842 yılında kumaş imaline de başlayan Feshane; Tersane’nin yelken ve yeni ordunun elbise, iç çamaşırı ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak üzere 1827’de Eyüp Bahariye’de üretime geçen İplikhane; orduya kumaş ve iplik üretmek amacıyla 1836’da kurulan Çuha Fabrikası bunlar arasında sayılabilir.[68]
II. Mahmud’un devlet eliyle başlattığı bu girişimler Sultan Abdülmecid döneminde de sürdürüldü. 1843’te ordu için kumaş ve fes üretmek üzere İzmit’te kurulan İzmit Çuha Fabrikası ertesi yıl tamamlanarak padişahın da katıldığı bir törenle faaliyete geçti.Veliefendi Basma Fabrikası 1850’de üretime geçti. 1847’de, askere kışlık giyecek imalinde kullanılan ve aba denilen bir cins yünlü kumaşı üretmek üzere Balıkesir Aba İpliği Fabrikası kuruldu. [69]
[70]
1843 yılında Zeytinburnu’nda boru, ray, pulluk, top, kılıç, süngü, vapur ve fabrika aksamı gibi her türlü demir alet ve eşyayı üretmek üzere bir demir fabrikasının kurulması kararlaştırıldı ve gerekli alet, makine ve ustalar Belçika’dan getirtildi. Üç yıl süren bir inşaat döneminden sonra tamamlanan eritme fırınında demir cevheri işlenmeye başlandı. Devletin 1843’te inşasına başladığı İzmir Kâğıt Fabrikası, üç yıl içerisinde üretime geçmesine ve gümrük ve vergi muafiyeti gibi teşviklere rağmen, kötü yönetim, kalite sorunu ve Avrupa ürünleriyle rekabet edememe gibi etkenler yüzünden 1855’te kapanmak zorunda kaldı. [71]
Devlet bu dönemde sadece fabrika kurmakla yetinmedi; fabrikaların ihtiyacı olan kömür, demir, pamuk, ipek ve yün gibi hammaddelerin daha uygun koşullarda temini için de bazı tedbirler aldı. Fabrikaların teknik donanımıyla araç gereçleri ve bunları işletecek olan teknik personelini Avrupa’dan getirtti. Dikkatle bakıldığında, bugün Türk sanayiinin başarılı olduğu alanların, bu dönemde devlet eliyle kurulup yaşatılan tekstil, cam ve deri sanayii gibi sektörler olduğu görülür. Bunun sebebi, söz konusu sektörlerin yüz elli yıllık büyük bir üretim geleneğine sahip olmalarıdır. [72]
II. Mahmud döneminden beri sürdürülen sanayi tesislerinin devlet eliyle kurulması yönündeki siyaset, bu fabrikaların hazinenin sırtına yüklediği maliyet ve Kırım Savaşı’nın bütçe dengelerini sarsması yüzünden 1860’lardan itibaren terkedildi. Öte yandan devletçi sanayileşme siyaseti, aşağıda izah edilecek olan 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın liberal fikir ve hükümleriyle de çelişmekteydi. Bu siyasetin terkedilmesinin nedenlerinden biri de, devlet fabrikalarının, kapitülasyonları gerekçe gösteren ve imparatorlukta imtiyazlı bir konumda bulunan Avrupalı tüccarların sattıkları mallarla giriştikleri eşitsiz rekabete dayanamamaları; bir diğeri de, devletin, bu dönemde imtiyaz verdiği Avrupalı girişimcilerin kurduğu anonim şirketlerden hizmet almayı tercih edip daha ziyade yatırımları düzenleyici bir rol üstlenmesiydi. Orduyla sarayın ve daha genel bir ifade ile devletin ihtiyaçlarının belirleyip yönlendirdiği bu dönem yatırımları, her ne kadar büyük ölçüde montaj sanayii olsa da, hem sanayi kuruluşu hem üretim geleneği hem de yetişmiş iş gücü olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük bir miras bırakmıştır.[73]
Osmanlı Tarımı
Hükümet, çiftçilere ekilmesini istediği ürünlerle Avrupa’dan getirtilecek tarım alet ve makineleri için vergi muafiyetleri tanıdı. 1838’de devletin hububat gibi bazı stratejik ürünleri kendi belirlediği fiyat üzerinden satın alma yönündeki tekeline son verip piyasa ekonomisine geçmesi ve tarımsal ürünlerin ticaretini serbestleştirmesi, tarımın gelişmesi açısından önemliydi. 1859’da tarım yapılabilir duruma getirilen boş toprakların bir yıl süreyle öşür vergisinden muaf tutulması ve düşük bir ücret karşılığında işleyene verilmesi kararlaştırıldı.Ticari değeri yüksek ürünlerin üretimini teşvik amacıyla bazı destekler sağladı. [74]
Geniş topraklara sahip olan ülkenin çok az bir kısmında tarım yapılabilmekte ve toprak bolluğuna rağmen nüfusun nisbi azlığı bu bağlamda bir çelişki oluşturmaktaydı. Bu emek kıtlığı yetmezmiş gibi, tarım eski teknikler ve ilkel araçlarla yapılmaktaydı. Batı Anadolu gibi ticari ilişkilerin gelişmiş olduğu bazı bölgelerde Avrupalı girişimcilerin de etkisiyle tarımda modern araçlar kullanılmaya başlandı; ancak imparatorluk geneli düşünüldüğünde bu oranın sınırlı kaldığı ifade edilebilir. [75]
Demiryolları ve Ulaşımda Modernleşme
Bir tarım ülkesi olan Osmanlı Devleti’nin yol sistemi iyi ve taşımacılığa elverişli bir durumda değildi. Taşımacılık deve, at, araba gibi geleneksel yöntemlerle yapılmakta ve bu ise taşınan malın hacmini sınırlı tutarken maliyetini de arttırmaktaydı. Öte yandan iç kesimlerde üretilen mallar kara yoluyla liman şehirlerine intikal etmedikçe denizciliğin gelişmiş olmasının da anlamı yoktu. Osmanlı ülkesinde demiryolu inşa fikri neredeyse demiryolları-nın ortaya çıkışıyla eş zamanlıdır. [76]
[77]
İzmir-Aydın arasında demiryolu inşa imtiyazı İngilizlere verildi. 1866’da işletmeye açıldı. Bu hat Osmanlı Anadolusu’nda inşa edilen ilk demiryoludur. İngilizlerin, Osmanlı Devleti’nin tahıl ambarı olan Dobruca ovasının tarımsal potansiyelini değerlendirmek amacıyla inşa ettikleri 66 km uzunluğundaki Köstence- Boğazköy Demiryolu, Osmanlı Rumelisinde yapılan ilk demiryoludur.[78]
Osmanlı tarımını olumlu etkileyen demiryolları sayesinde yeni alanlar tarıma açıldığı gibi, tarım modern yöntem ve aletlerle yapılmaya başlandı ve ürünler pazarlara arz edilebildi.Buna karşılık liman ve demiryolları üzerinde bulunan şehirlerdeki geleneksel Osmanlı esnaf ve zanaatkârları Avrupa’dan getirtilen ucuz fabrika ürünleriyle rekabet edemeyip yok olma sürecine girdi. [79]
Demiryollarının inşası sonucunda iç kesimlerin liman şehirlerine bağlanmasıyla bu sorun bir nebze de olsa aşılabildi ve tarımsal ürünlerin ekonomiye ve devlet maliyesine katkısı gözle görülür bir biçimde arttı. Nitekim 1848-1876 tarihleri arasında bütçe gelirleri yaklaşık üç kat arttığı halde, öşür gelirlerinin dört katı çoğalması da bu tezi doğrulamaktadır.[80]
1845’te Amerika’da ilk telgraf hattının faaliyete geçmesinin ardından Osmanlı ülkesindeki ilk telgraf denemesi 9 Ağustos 1847’de sarayda yapıldı. Bu denemenin başarılı olması üzerine Mors Alfabesi’nin mucidi Samuel Morse’a Sultan Abdülmecid tarafından nişan verildi. İlk telgraf hattı ise 1853-56 Kırım Savaşı esnasında çekildi. Telgrafın icadından kısa bir süre sonra İstanbul’da kurulmasında, yabancı ve Levanten tüccarlarla bankerlerin ihtiyaçlarını karşılama endişesi de rol oynadı. Bu nedenle ilk telgrafhane, yabancı ve Levanten burjuvazinin yoğun olduğu ve özellikle bankerlerin mekân tuttuğu Beyoğlu’nda Galata Telgrafhanesi adıyla kuruldu.Bunu İstanbul-Edirne-Şumnu hattı izledi.[81]
Dipnotlar
[1] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[2]http://www.toplumdusmani.net/v2/osmanli-imparatorlugu/399-osmanlida-carsilar-bedesten.html
[3] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[4] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[5] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[6] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[7] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[8] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
[9] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[10]http://akademikperspektif.com/yeniler/page/21/
[11] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[12] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[13] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[14] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[15] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[16] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[17] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[18]http://tarih64.blogcu.com/osmanli-dis-borclar/10366783
[19] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[20] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[21] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[22] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
[23] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[24]http://tr.wikipedia.org/wiki/Baltaliman%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
[25]http://tr.wikipedia.org/wiki/Baltaliman%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
[26]http://tarih64.blogcu.com/kapitulasyonlar/10501501
[27] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[28] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
[29]http://tr.wikipedia.org/wiki/Baltaliman%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
[30] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
[31] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[32] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
[33] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[34] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[35]http://www.kariyerdersleri.com/nedir/kagit-para-koleksiyonu.aspx
[36] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[37] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[38]http://emincetingirgin.blogspot.com/2010/04/halil-serif-pasa-ilk-koleksiyonerdi.html
[39] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[40] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[41] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[42] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[43]http://www.forumgercek.com/muzeler/69811-osmanli-bankasi-muzesi-bank-i-osmani-i-sahane.html
[44] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[45] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[46] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[47] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[48] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[49]http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=263494
[50] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[51] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[52] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[53] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[54] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[55] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[56] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[57] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi
[58] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[59] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[60] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[61] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[62] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[63] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[64] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[65]Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı-I, Anadolu Üniversitesi
[66] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[67] Osmanlı İktisad Tarihi, Anadolu Üniversites
[68] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[69] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[70]http://www.hayalleme.com/wp-content/uploads/feshane.jpg
[71] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[72] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[73] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[74] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[75] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[76] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[77]http://ankaratarihi.blogspot.com/2011/03/demiryolu-ve-baskent-ankara.html
[78] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[79] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[80] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
[81] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri (1703-1876), Anadolu Üniversitesi
19.yy Osmanlı Ekonomisi