top of page

Fatih Döneminin Değerlendirilmesi

İmparatorluğun Temelleri

II. Mehmed’in zihninde şekillenen evrensel egemenlik fikri üç kaynaktan besleniyordu. Bunlardan ikisi, kendinden önce gelen Osmanlı hükümdarlarınca da kısmen kullanılmıştı. II. Mehmed, özellikle dedesi Yıldırım Bayezid gibi, İslamî kavramlara dayanıp gazi sıfatını üstlenerek kazandığı zaferlerin ona evrensel bir otorite bahşettiğini ileri sürüyordu. İstanbul kuşatmasının tehlikelerini ileri sürenlere karşı, kenti almanın dinî bir mecburiyet olduğunu söylemekten geri durmamıştı. İkincisi, II. Murad saltanatından hatırlanacağı üzere, Osmanlılar, beyliğin kurucusu Osman Gazi’nin Oğuz Han’ın büyük oğlunun soyundan gelen Kayılara mensup olduğunu iddia ediyorlardı. Osmanlı anlayışına göre, Oğuz töresinde, Kayı boyundan bir hükümdar varken başka boylardan birisinin çıkıp Türkmenler üzerinde hak iddia etmesi mümkün değildi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi sayesinde, bu iki egemenlik iddiasına bir yenisini ekledi. İstanbul’un sahibi olarak Roma imparatorlarının meşru varisi olduğunu söylüyordu. Dönemin Osmanlı tarihçileri, eserlerinde Fatih için Rum kayseri (Roma imparatoru) nitelemesini kullanmaktan çekinmemişlerdi. II. Mehmed’in amacı, bu kez bambaşka bir dinin temsilcileri aracılığıyla yeni bir Roma İmparatorluğu’nun kurulduğunu ilan etmekti. [4]

 

Fatih Sultan Mehmed, fethin ardından huzuruna çağırdığı Georgios Scholarios’a Ortodoks patrikliğini ihya etme görevini verdi. Kiliselerinin birleşmesine karşı çıkmasıyla tanınan Scholarios, II. Mehmed’in himayesinde kurulan İstanbul merkezli Ortodoks patrikliği vasıtasıyla Rumların Vatikan’ın nüfuzuna karşı Osmanlı payitahtına bağlanmalarında aracı rolü oynadı. Fatih, aynı gayeyle İstanbul’da Ermeni patrikhanesi açtırdı. İstanbul’u yeniden kozmopolit bir kent haline getirmeyi amaçlayan bu hamleler, aynı zamanda çok milletli bir imparatorluğun kuruluşunu müjdeliyordu. İstanbul fâtihi, yani II. Mehmed, sınırsız güç sahibi mutlak bir hükümdar olmak istiyordu. Bu amaçla İran, İslam, Türk ve Roma hükümdarlık geleneklerini şahsında birleştirip klasik Osmanlı padişahına hayat vermişti. [5]

 

II. Mehmed, imparatorluğa hayat verme uğraşında, genç yaşlarda saraya alınan Rum soyluların çocuklarına devlet kademelerinde yer verdi. Rum Mehmed Paşa, Has Murad Paşa ve kardeşi Mesih Paşa, bunların en meşhurlarıdır. Keza Akşemseddin, Molla Güranî ve Molla Hüsrev gibi II. Mehmed üzerinde manevî etkisi olan Osmanlı âlimleri, en başından itibaren genç padişahı ve komutanlarını büyük bir gaza olarak gördükleri İstanbul’un fethi hususunda destekleyerek merkeziyetçi devlete giden yolun inşasında rol almışlardı. II. Mehmed, batıya kaçtıktan sonra geri dönen Georgios Trapezuntios, padişaha atfen bir Osmanlı tarihi yazan Kritovoulos ve Trabzonlu meşhur âlim Amirutzes gibi Rum bilginlerini sarayında istihdam etti, böylece Osmanlı entelektüel birikimini yeni unsurlarla harmanlayarak zenginleştirmeye çalıştı. [6]

 

II. Mehmed, eski Roma’nın başkentinin yeni hâkimi olarak Bizans İmparatorluğu’na ait olan mülk ve arazilerin tamamı üzerinde hak sahibi olduğunu ileri sürüyordu. Fatih’in bu anlayışı, kimilerince tek cihanda bütün inanç ve milletleri kucaklayan tek hükümdar olma arzusu olarak yorumlanmıştır. 1456’da Amirutzes’e çizdirdiği dünya haritası, II. Mehmed’in sahip olduğu imparatorluk vizyonunu gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Fatih Sultan Mehmed, yirmi beş yılı aşkın saltanatında eski Bizans topraklarını kendi iktidarı altında birleştirmeye çalıştığı gibi, kayserlik iddiasıyla ortaya çıkabilecek eski Bizans ailelerini de ortadan kaldırmıştır. II. Mehmed, 1481’de öldüğünde, ardında Osmanlı Devleti’nin asırlar boyunca süren temel teşkilat yapısını bırakmış ve kadim Roma topraklarında İslamî kültür ve değerlerin yerleşmesine giden yolu açmıştır. [7] Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u alıp Roma imparatorlarının varisi olduğunu ilan ettikten sonra yıktığı Bizans İmparatorluğu’nun eskiden sahip olduğu tüm toprakları yeniden tek bir yönetim altında birleştirmeye çalıştı. II. Mehmed’in tertip ettiği seferlerin yönleri ve ele geçirmek uğruna mücadele verdiği topraklar bir harita üzerinde işaretlendiğinde, Fatih’in genişleme siyaseti ile eski Bizans sınırları arasındaki şaşırtıcı benzerlik fark edilebilir. II. Mehmed, Rum kayseri/Roma imparatoru unvanını kimseyle paylaşma niyetinde olmadığından Bizans tahtında hak iddia etme ihtimali bulunan soyluları bertaraf etti. [8]

 

Fâtih'in İmparatorluğunu Örgütlemesi

Fâtih, Osmanlı İmparatorluğunun siyasî, sosyal kurumlarını geliştirerek kesin şekillerini veren ve devletin gelecekteki siyasî gelişmelerini belirleyen kişidir. Bütün devlet yetkilerini elinde toplayan ve imparatorluğu mutlak şekilde bir merkezden idare eden bir pâdişâh örneğini yaratmak için, iktidarına karşı koyan ve koyabilecek tüm elemanları ortadan kaldırdı veya değiştirdi. Tahta çıkışında kendisine karşı isyan etmiş olan yeniçerileri şiddetle cezalandırdı (1451). Birçoklarını Ocak'tan attı, yerlerine saraydaki avcı bölüklerinden sekban adı altında yeni yeniçeri bölükleri koydu; yeniçeri ağalarını, kumandanlarını sekbanlar arasından seçmeye başladı. Sonra maaşlarını artırmak, silâhlarını yenilemek ve miktarlarım 5.000'den 10.000'e çıkarmak suretiyle bu askeri, imparatorluk ordusunun temel gücü haline getirdi. Her zaman için emri altında bulunan ve doğrudan doğruya şahsına bağlı olan bu kuvvet sayesinde imparatorluk içinde veya uçlarda çıkabilecek herhangi bir karşı hareketi önleyecek duruma geldi. Bu sayede bağımsız davranan güçlü uc beylerini sıradan sancak beyleri durumuna getirdi. Uçlar, devlet için artık bir sorun olmaktan çıktı. Fâtih, fethettiği önemli kalelere garnizon olarak yeniçerileri yerleştirirdi. Bunlar, o bölgede valiye veya başka bir otoriteye tâbi değillerdi ve yalnız merkezden emir alırlardı. Bulundukları hisarlara kimse ayak atamazdı. Bu garnizonlar, bu yerleri düşmandan korumakla kalmazlar, şehirlerde Müslüman halktan gayrimüslimlere gelebilecek kötü hareketleri önler, orada pâdişâh emirlerinin uygulanmasını sağlardı. Bir kelime ile yeniçeriler eyâletlerde de pâdişâh otoritesinin, merkezî otoritenin temsilci görevini üstlenmiş bulunuyorlardı. [9]

 

Osmanlı idare sisteminde pâdişâhın mutlak merkezî otoritesi hakkında Fâtih, seleflerinden çok daha üstün bir inanç besliyordu. Halktan biri gibi camide cema'ât arasında namaz kılan veya saray kapısında halkın şikâyetlerini dinleyen babası II. Murad'dan farklı olarak Fâtih, sarayda dahi ancak belli kimselere kendisine hitap ve arz imkânı veriyor, dîvân toplantılarında hazır bulunmayarak devlet işlerini ancak özel bir arz odasında devlet erkânı ile müzakere ediyordu. [10]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Topkapı Sarayı[11]

II. Murad, devlet işlerinde karar yetkisini gerçekte eski vezir ailesine mensup ulemadan Çandarlı Halil'e bırakırdı. Çandarlı, 1430'da babası yerine kadıaskerlikten vezir olmuş, 1436'da veziriazam olmuştu. 1453'e kadar on altı sene devletin gerçek sahibi idi. Fâtih, bu soylu veziri ancak İstanbul fethini başardıktan sonra bertaraf etmeye cesaret edebildi ve ondan sonra da, Karamanî Mehmed müstesna, bütün veziriâzamlarını kendi kulları arasından seçti. Böylece, veziriâzam pâdişâhın mutlak vekili, onun emir ve arzularına mutlak surette bağlı birisi durumuna geliyordu. [12]

 

Öbür taraftan o, mutlak vekili olarak veziriâzamın yetkilerini genişletmiştir. Sultanın eski hocası Molla Gürânî, kadıaskerliğinde, ilmiyeye ait tâ'yinleri veziriâzama danışmadan yaptığı için istifaya zorlanmıştır. Beylik zamanından beri kadıaskerler, sultanın devlet işlerinin düzenlenmesinde ve teşkilâtlanmada en nüfuzlu yardımcıları olduğu gibi, veziriâzamların da çoğu kez ulemadan seçildiklerini biliyoruz. Sonradan Molla Gürânî, kendisine vezirlik teklif edilince, bu makamın saraydan yetişen kullara özgü olduğunu ileri sürerek red cevabı verecektir. Fatih, veziriazamlarını kullarından seçtiği gibi icrai ve siyasi iktdarın temsilcileri olarak idarenin her kademesinde yalnız kullarını kullanmıştır. Buna karşı Şeriatin uygulanması yalnız ulemanın eline bırakılmıştır. Böylece, idarede yargı ve yürütme ayrılmış oluyordu. [13]

 

Özellikle mali sahada aldığı ve sert bir şekilde uyguladığı radikal önlemlerin onun idaresine karşı derin bir hoşnutsuzluk yarattığı, ölümünden sonra herkesin geniş bir nefes aldığı muhakkaktır. Sağlığında, İstanbul fatihine ve imparatorluğun enerjik kurucusuna karşı kimse karşı gelecek güçte değildi. [14]

 

Fâtih'in Mâlî Önlemleri

Fâtih'in mâliye ve toprak üzerinde siyaseti de devrimci bir karakter taşır. İmparatorluğun kurulması için Fâtih, memleketin kaynaklarını son kerteye kadar kullanmaya çalışmış, radikal önlemlere başvurmuş, bu durum ölümünde şiddetle patlak veren bir sosyal-siyasî gerginliğe neden olmuştur. Fâtih'in aldığı başlıca mâlî önlemler şunlardır: [15]

 

Para üzerindeki önlemleri: Yeni Akça çıkarmak ve eskisinin dolaşımını yasaklayarak kişiler elindeki eski akçayı darphanelerde beşte bir eksiğine, gerçek gümüş fiyatına almak. Bu yöntemin 865, 875, 880 ve 886 Hicrî yıllarında tekrarı, memlekette büyük hoşnutsuzluk doğurmuştur. Bu suretle devlet, nakit gümüş para üzerinden beşte bir vergi almış oluyordu. Bir de, bu kanûnu yürütmek için pâdişâhın eyâletlere, şehirlere gönderdiği gümüş arayıcı yasak kulları evleri, tüccârın yüklerini, hanları araştırmaya ve buldukları eski gümüş sikkeleri hazine için almaya yetkili idiler. Fâtih'in gümüş para ayarını değiştirmesi, yerli ve yabancı tâcirlerin şikâyetine neden olmuştur. [16]

 

Tekeller: Fâtih; tuz, sabun, mum gibi zaruri ihtiyaç maddelerini bölge bölge mukata'a'ya [bir çeşit kiralama], verme yöntemini ölçüsüz kullanmış, bundan hazine için büyük gelirler sağlamıştır. Onun bu mukata'alara dair kanûnları, sert önlemler içermektedir. Aşıkpaşazâde bunları, Osmanlı ülkesinde o zamana kadar görülmemiş zulümler olarak protesto eder; aslen bir İtalyan Yahudisi olan Vezir Hekim Yakub'un bu kötü yenilikleri memlekete soktuğunu iddia eder. [17]

 

İmparatorluk ölçüsünde hoşnutsuzluk doğuran başka mâlî bir önlem, vakıf ve mülk topraklarının büyük bir kısmının devlet toprakları, mîrî arazi haline sokulması (neshi) ve timar olarak askerî sınıfa dağıtılmasıdır. Bu gibi toprakların çoğu aslında daha önce mîrî arazi[Devlete ait arazi]  olup çeşitli yollarla vakıf ve mülk haline gelmişti. Fâtih, bu gibi toprakların belge ve durumlarını araştırarak bazı esaslara göre bunları (meselâ binası yıkılmış vakıfları) mîrî toprak haline getirdi. Bu reformun asıl amacı kuşkusuz asker dirliklerini artırmak, seferler için asker sağlamaktı. Bu reformun sonucu zarar gören geniş bir kitle, özellikle zaviye yöneten dervişler o zaman veziriâzam olan Karamanı Mehmed Paşa'ya karşı kin beslemeye başladılar. Babası ile arası açık olan Amasya Valisi Şehzade Bayezid, karşıt olanların toplanma merkezi haline geldi. Evkaf ve emlâkin devletleştirilmesinden zarara uğrayanlar, özellikle ulema sınıfı, şeyhler, eski Türk Müslüman aileleri idi. Osmanlı toplumunda nüfuzlu ve zengin ailelerin, ellerindeki mîrî araziyi mülk ve vakıf haline çevirmeye çalıştıklarını (evlâdiye vakıfları), vakıf mütevellisi olarak kendi çocukları ve torunları için bu toprakları sağlam bir gelir kaynağı haline soktuklarını biliyoruz. Ancak Fâtih gibi mutlak otorite sahibi bir hükümdar, böyle bir reforma girişebilirdi. Memlekette yaygın hoşnutsuzluğun, II. Bayezid döneminde kökten karşı reformların derin sebebi de budur. [18]

 

Farih Döneminde Bozulma Yönünde Eleştiriler

Kadim düzenin bozulmasına dair esaslı bir tenkit, Âşıkpaşazâde tarafından Fatih devrinde yapılan vakıf ve mülklere yönelik meşhur malî ıslahat çerçevesinde Rum Mehmed Paşa ve Nişancı Mehmed Paşa gibi vezirlere yöneltilmiştir. Âşıkpaşazâde, bir kâfirin oğlu olarak vasıflandırdığı Rum Mehmed Paşa’yı İstanbul’un imar ve inşası sürecinde şehre yeni gelenlerin itirazı üzerine kaldırılan ve evlerin mülk olarak değil kira karşılığı tahsis edildiği mukataa usulünü yeniden vaz’ ederek Müslümanların şehri imar etmelerini engellemekle suçlar. Ayrıca onu ulema ve fukaraya verilen yardımları kestiği, Yakup Paşa’yı ise Yahudileri devlet işlerine karıştırdığı için eleştirmektedir. [19]

 

Âşıkpaşazâde, Nişancı Karamanlı Mehmed Paşa için de şunları yazmaktadır: “Allah’ın kullarının malına, kanına ve ırzına tamah etmişti. Her nerde ki yanlış ve gayrı meşru işler varsa onun icadıdır. Osmanlı ülkesinde Muhammed şeriatı ile yapılmış ne kadar vakıflar ve mülkler varsa hepsini bozdu ve gelirlerini padişah hazinesine götürdü. Osman Gazi’nin zamanında verilmiş yerler vardı. (...) Bu nişancı o kanunu bozdu. Tekrar bunlardan tapu aldı.” [20]

 

Döneminin Değerlendirilmesi

Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik şuûruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti. [21]

 

Câsuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzâkere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilâtına da sâhipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş câsusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fâtih’in, bu teşkilâtı sâyesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı. [22]

 

Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını kendisi yaptı. Bizanslı târihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu sûretle Avrupa’nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları biraraya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir. [23]

 

Piyâdeye, öncesine nisbetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvârî ordusu olmaya devâm etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde sınıfları, Fâtih devrinde önem kazandı. [24]

 

Yeniçerilerin mevcudu, iki katına çıkarılarak 10.000 kişilik bir merkezî piyade gücü yaratıldı. Bu askerlerin bir kısmı, zapt edilen kalelere garnizon tayin edilerek başkent dışında hizmet ediyorlardı. Kale garnizonları, eyaletlerdeki yöneticilerden emir almayıp doğrudan merkezin talimatlarına uyduklarından uç beyleri eski nüfuzlarını yitirip sıradan sancak beyleri konumuna inmeye başladılar. II. Mehmed, genişleme siyasetinin bir parçası olarak stratejik gerekçelerle kale ve hisarlar inşa ettiriyordu. [25]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[26]

Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silâhları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tir.[27]

 

Fâtih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini tam bir intizâm içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe İslâmın esaslarına uygun kânunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzimât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânunu olarak kalan Fâtih Kânunnâmesi çok mühim bir eserdir. Kânûnî Sultan Süleymân devrinde hazırlanan kânunnâmede de bu eser esas alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilâtı, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır. [28]

 

İstanbul’un îmârına çok önem veren Pâdişâh, saray, câmiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkân yaptırarak vakfetti. Büyük câmilerin yanındaki medreselerin hâricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisâtı ile iki gemi tersânesi ve kışla yapılan binâlar arasındadır. İstanbul îmâr olunurken, diğer taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde îmâr faâliyetleri büyük bir hızla devâm etti. Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sâir şehirlerde 60 câmi yapıldı. Edirne’de Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşâ edildi. Bu sarayın bir modeli Topkapı Sarayıdır. Bu saray, 1876 Osmanlı-Rus Harbinde cephâne infilâkıyla harâb oldu. [29]

 

Fatih Sultan Mehmed'in tarihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-i Seman İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye Medresleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur. [30]

 

Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı. Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdi. Hattâ Molla Câmî bile İstanbul’a gelmekteyken, Pâdişâh’ın ölüm haberi üzerine geri döndü. [31]

 

Fatih Sultan Mehmed’in sadece dünyanın incisi olan İstanbul’u Türk milletine hediye etmesi, bu milletin ebediyyen ona minnettar olması için yeter. Nitekim şair Abdülhak Hamid bütün bir milleti Fatih’in türbedarı göstermekle fethin azametine işaret etmiştir. [32]

 

Şayestedir denilse âlem, senin mezarın

Durmuş başında bekler, bir kavm türbedarın.

 

 

 

Dipnotlar

[4] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[5] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[6] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[7] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[8] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[9] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[10] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[11] http://www.gumuskaplanlar.org/wp/smf/bizim-calismalarimiz/ismail-kemal-ciftcioglu/

[12] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[13] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[14] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[15] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[16] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[17] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[18] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[19] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[20] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[21] http://osmanlilar.gen.tr    

[22] http://osmanlilar.gen.tr    

[23] http://osmanlilar.gen.tr    

[24] http://osmanlilar.gen.tr    

[25] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[26] http://www.webokur.com/konu/fatih-sultan-mehmet-zamaninda-osmanli-haritasi.25566/

[27] http://osmanlilar.gen.tr    

[28] http://osmanlilar.gen.tr    

[29] http://osmanlilar.gen.tr    

[30] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Mehmed

[31] http://osmanlilar.gen.tr    

[32] http://osmanlilar.gen.tr    

Fatih Sultan Mehmed (1451-1481, 30 yıl)

Osmanlılar

bottom of page