Hatıralar
Gazi Kime Derler
Fatih, Trabzon Rum İmparatorluğu'nu fethe çıkmıştı. Ordusunu Gümüşhane'nin sarp kayalıklarından geçiriyordu. Çok zahmet çekiyordu. Irmaklara köprü kurduruyor, yol vermeyen ormanları yaktırıp düzelttirerek asker yürütüyordu. Sarp kayaları tırmanmak için attan iniyor ve askerlerinin önünde yaya yürüyordu. Böyle bir zamanda "Sâre Hatun" isimli yaşlı bir nine (Uzun Hasan'ın annesi) Fatih'in yanına gitti. "Hey oğul!" dedi, "Trabzon dedikleri, bunca zahmete değer mi?" Fatih şu karşılığı verdi: "Hey ana, bu zahmet din yolundadır. Bizim elimizde İslam kılıcı vardır. Bu zahmete girmeseydik, bize gazi demek yalan olurdu!" [1]
Gir Hünkârdan Ferman Getir
Fatih Sultan Mehmed, bir gün tebdîl-i kıyafet ederek halkının arasında gezmeye çıkar. Akşama kadar dolaşır. Unkapanı kapısına geldiğinde kale kapısının kapanmış olduğunu görür. Kendisinin çıkardığı fermana göre, kale kapıları akşam ezanını müteakip kapanıp, sabah ezanı vakti açılmaktadır. Padişah yanındakilerle kapının önüne gelir ve kapı muhafızı Sinan Çelebi ile aralarında şu konuşma geçer:— Aç şu kapıyı Sinan Çelebi!— Kimsin sen, bana kapıyı aç diye nasıl emredersin? — Kim olduğuma ne bakıyorsun, kapıyı aç yeter. — Nasıl bakmam? Niçin bu zamana kadar dışarda kaldınız? Dost musunuz düşman mısınız, Padişah'ın emrini bilmez misiniz? Ben sana kapıyı açmam. Var git, başının çaresine bak. [2]
Fatih bu cevaba güler ve Sinan Çelebi ile konuşmasını sürdürür. Açarsın açmazsın derken, nihayet Sinan Çelebi;— Git Hünkâr'dan ferman getir. Ancak o zaman içeri girebilirsin, der. Padişah artık dayanamaz:— Yahu, Hünkâr benim, der. Sinan Çelebi, dikkatlice bakınca Hünkârı tanır ve kapıyı açarken de;— A Hünkârım, kendi kanununu, kendin neye bozarsın? Madem bozacaksın, böyle kanunu ne diye koyarsın? diye söylenir. Fatih atından iner ve tavizsiz davranışından ve vazifesine bağlılığından dolayı son derece memnun olduğu Sinan Çelebi'ye;— Sen yavuz bir er, mert bir kişiymissin. Padişah emirlerine bu kadar bağlı ve sadık adamlar az bulunur. Dile benden ne dilersen? der. Sinan Çelebi de;— Sultanım, der, gerçekten istediğimi yapacaksan, benim adıma bir cami yaptırıver. Ta ki kıyamete kadar hasenat defterim açık kalsın. Fatih de onun adına bir cami yaptırır.[3]
[4]
Ben Siftah Ettim
Fatih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesiyle kıyafet değiştirip çarşıya çıktı. Bir dükkâna girip selam verdikten sonra; “yarım batman yağ, yarım batman peynir ve yarım batman bal veresiz!” dedi. Dükkân sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra; “Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşudan alasız. Zira onun malı hem daha yeğdir, hem de siftah etmedi” dedi. Padişah ikinci dükkâna varıp oradan da yarım batman peynir alınca, bu dükkân sahibi de; “Allah’a şükürler olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi de komşumdan alasız. O daha siftah etmedi” deyince Fatih Sultan Mehmed Han; bu milletteki ahlakî istikamet yok mu, ona dünyaları fethettirir. Milletin ahlak-ı safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” dedi.[5]
Kısas
Fatih bir cami yaptırıyordu. Caminin mimarı, İpsilanti Efendi" isimli bir Rum'du. Fatih'in emrine karşı geldi. Camide kullanılacak mermer sütunlardan birazını kesti. Bunu duyan Fatih, çok öfkelendi. Müftüye danışmadan, mimar efendinin elini kestirdi. Bunun üzerine Rum mimar, kadıya gitti. [6]
Zamanın İstanbul kadısı Sarı Hızır Çelebi durumu inceledi. Padişahı çağırdı. Padişah mahkemeye geldi. Oturmak üzereyken, kadı şöyle gürledi: "Hasmınla yüzleştirileceksin, ayağa kalk!" İstanbul'la birlikte nice ülkeler, krallıklar fetheden padişah, ayağa kalktı, İpsilanti Efendi'yle yüzleştirildi. Mimar İpsilanti Efendi şikâyetçiydi. Fatih ise mimarın elini kestirdiğini kabul ediyordu. Şahitler dinlendikten sonra Kadı Hızır Çelebi, kararını bildirdi: "Mimarın elini kestirenin eli kesilecektir. Kısasa kısas yapılacaktır." Fatih sessizdi. Mimar İpsilanti Efendi ise ağlıyordu. Yere diz çöktü: "Davamdan vazgeçtim!" dedi, "Bu adalet karşısında da Müslüman oldum. Padişahın eli kesilmesin..." Kadı, bunun üzerine, kararını değiştirdi. Padişah, Mimar İpsilanti Efendi ve ailesini geçindirecekti. İyi bir ev verecek, masraflarını kendi kesesinden karşılayacaktı. Herkes mahkeme salonunu terk etti. Kadı ile padişah yalnız kaldılar. [7]
Kadıyı Dövmenin Cezası
Rumeli beylerbeyi olan Dâvûd Paşa, yaptığı bir işten dolayı Edirne kadısına şikâyet edilir. Kâdı efendi de, Dâvûd Paşa’ya adam gönderip, yapmakta olduğu o işten vazgeçmesi husûsundaki hükmünü bildirir. Dâvûd Paşa, hiç aldırış etmez. Kâdı efendi, bizzat kendisi Dâvûd Paşa’ya gider. O işten vazgeçmesini ihtar eder. Aralarında tartışma çıkınca, Dâvûd Paşa, kadı efendiye birkaç defa vurur. Durum Fâtih Sultan Mehmed Hân’a arzedilince, şöyle emir verdi:” “Şeriatin hizmetçisi olan kadıyı döven, dîni tahkir etmiş olur. O hâlde onun katli lâzımdır.” Emrin acele yerine getirilmesini istedi. Paşalar, beyler, kim varsa Dâvûd Paşa’ya şefaatçi oldular. Böyle bir kumandanın öldürülmesini uygun görmediler. Pâdişâh vazgeçmedi. Sonunda gidip, kadıasker Vildân Efendi’yi buldular. Durumu söyleyip fetvâ istediler. Kadıasker Vildân Efendi: “Eğer ki, kadı efendiyi kadılık makamında dövse idi; katli lâzım olurdu. Amma, kadı efendi yerinden kalkıp, Dâvûd Paşa’nın mekânına gitmiş olduğu için katli lâzım değildir” diye fetvâ verdi. Fâtih Sultan Mehmed Hân, Dâvûd Paşa’nın katlinden vaz geçip, bizzat kendisi değnekle dövdü. Dâvûd Paşa, tam dört ay yataktan kalkamadı.O günden sonra Pâdişâhla aralarında ünsiyet peyda olup, vezirlik payesine kadar yükseldi. İkinci Bâyezîd Hân zamanında da vezîr-i azam oldu.[8]
Önce İmtihana Girin
Fâtih Sultan Mehmed ele geçirdiği beldeleri kendi hâline bırakmıyarak, imârına çalıştı. İstanbul’un fethinden sonra, Edirne’ye geri dönerken oğlu Bayezid’e bir saray yapılmasını emretti. Daha sonra 1456’da Eyyûb Sultan Câmii, türbesi, medrese, imâret ve hamam yapıldı. Sekiz kilise medrese hâline getirildi. 1470 senesinde kendi ismine yaptırdığı câminin etrafında meşhur Sahn-ı semân medreselerini kurdu. Medreselerin açıldığı sıralarda koca Fâtih, külliyede kendisine de bir oda ayrılmasını istedi. Fakat müderrisler bu isteğe karşı; “Siz külliyenin kurucususunuz, ama önce imtihana girin, dânişmend (asistan) olun, tercih ettiğiniz ilim şubesinde tez yapın, eser verin, sonra müderrisliğe erişin; ancak ilim ocağında bu şekilde makamınız olur” dediler. Bunun üzerine müderrislerin koştukları şartı gerçekleştirdikten sonra Sahn-ı semânda oda sahibi olabildi. [9]
Öğüt
Bir öğle vaktiydi... Fatih, hocası Molla Gürani'yi yemeğe davet etmişti. Muhteşem bir sofra kurulmasını emretti. Çok değer verdiği hocasını ağırlayacaktı. Nihayet sofraya oturdular. Som altından yapılmış tabaklar, kaşıklar, bıçaklar pırıl pırıl parlıyor, ihtişam göz kamaştırıyordu. Buna rağmen Molla Gürani rahat değildi. Yüzü de asılmış, kaşları alabildiğine çatılmıştı. Acaba onun canını sıkan ne idi? Fatih öğrenmek istiyordu: "Hocam," dedi, "bilmeden size karşı bir kusur mu işledik? " Molla Gürani, kaşlarını daha beter çattı. Çıkışırcasına: "Sen bizi hâlâ tanıyamadın mı? Bizim haram lokma yemediğimizi bilmez misin?" Fatih iyice şaşırmıştı: "Hocam," dedi, "emin olun ki, soframızda haram lokma yoktur." "Peki bu som altından yapılmış tabaklar, kaşıklar, bıçaklar nedir? Ne lüzumu vardı bütün bunların? Dinimiz, gösteriş ve israfı menetmiştir. Yoksa bu yasak padişahlar için geçerli değil midir? Bütün İslam büyükleri bu emre uydular. Halife Hz. Ömer'in en iyi yemeği, zeytin ekmekten ibaretti. Çünkü onun halkı da zeytin ekmek yerdi... Bunu unutma ve hayatını halkın hayatına göre düzenle!" Hocasının ikazını hürmetle karşılayan genç padişah, hayatında sadeliğe büyük önem verdi. [10]
Bunu Böyle Bilesiniz
Fatih Sultan Mehmed Han’ın namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine gönderdiği ferman şöyledir: “Allahü Teala emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur; Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan Müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp sünnetlere riayet etmekte, Kelam-ı Kadîm’e ve Furkan-ı Mecîd’e, yani Kur’an-ı Kerim’e, Hadîs-i Şeriflere uymakta gevşeklil gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü tealanın “Namazı ikame diniz” emrini çiğneyip “Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur, terkeden dinini yıkmış olur.” Hadis-i Şerifine uymayıp tuğyan yoluna sapanlar ve böylece mescid ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp fısk ve fücur, yani günah işlenen yerleri mamur ederlermiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker eylemek üzerime vacib olduğundan, ileri gelen bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O inceleyip takip edecek. Şöyle emreyledim ki; “Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak ta’zir edilmek meşru olduğundan, İslam dinini gereği, artık Rum diyarında namazını geçirenler tesbit edilip haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip, kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun, bu icraata mani olmaya! Rum Sancak Beyleri ve Kadıları ve Subaşıları ve bunların emirlerindeki diğer memurlar, gönderdiğim vazifeliye bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyetin yüce ahkâmı, emri ve yasakları yerine getirmede gevşeklik ve tembelliğe asla meydan verilmeye. Öyle ki, mescidler dolacak, medreseler mamur edilecek ve Din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece Müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, Padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaklardır. Bunu böyle bilesiniz. Alamet-i Şerifime (Tuğrama) itimat kılasınız.”[11]
Dipnotlar
[1] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[2] http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-GIT_HUNKARDAN_FERMAN_GETIR-653.aspx
[3] http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-GIT_HUNKARDAN_FERMAN_GETIR-653.aspx
[4] http://akademikperspektif.com/?attachment_id=1830
[5] http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-BEN_SIFTAH_ETTIM_-790.aspx
[6] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[9] http://www.ahmetsimsirgil.com/tarihveinsan/199-once-imtihana-girin.html
[10] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[11] http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-BUNU_BOYLE_BILESINIZ_-792.aspx
Fatih Sultan Mehmed (1451-1481, 30 yıl)