top of page

Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566) – 46 yıl 

Hatıralar

Kendini Kurtardın Bizi Yaktın

Devleti ihtiÅŸamın zirvesine çıkaran bu cihangir PadiÅŸah son seferine çıkmadan önce Åžeyhülislâm Ebussud Efendi'yi yanına çağırmış ve ona bir çekmece vererek vefat ettiÄŸi zaman bu çekmece ile birlikte defnedilmek istediÄŸini söylemiÅŸti. Kanuni vefat ettiÄŸinde devrin meÅŸhur âlimleri bir araya gelerek padiÅŸahın yaptığı vasiyeti görüÅŸtü. Ä°slâm'da eÅŸya ile gömülmek caiz deÄŸildir. Ulema bu hükmü hatırlatıyor ve çekmecenin padiÅŸah ile birlikte gömülemeyeceÄŸini söylüyorlardı. Sonunda çekmecenin açılmasına karar verildi. Meraklı bakışların altında çekmece açıldı. Bir de ne görsünler, Kanuni'nin idareyi devraldığı andan vefat ettiÄŸi ana kadar verdiÄŸi kararlara dair Åžeyhülislâmdan aldığı fetvaların hepsi bu çekmecede durmuyor mu? Bu tablo karşısında Ebussud Efendi gözyaÅŸlarını tutamamış ve "Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?" demiÅŸtir.[1]

 

Ateş Pahası

Kanuni Sultan Süleyman Han, bir gün Çatalca'daki uzun bir gezinti sırasında, yanındakilerle birlikte ÅŸiddetli bir yaÄŸmura yakalandı. Tebdil-i kıyafet geziyorlardı. Bu yüzden kim oldukları belli deÄŸildi. Sığınacak bir yer arandı. Nihayet uzaklarda, kulübe ile ev arası bir yer gördüler. Hava soÄŸuktu. Bir hayli de ıslanmışlardı. Evin kapısını çaldılar. Kapıyı açan ev sahibi, gelenlerin durumlarını görünce hiçbir ÅŸey sormadan hemen buyur etti. Evin yanan ocağına biraz daha odun boca ederek ısınmalarına yardımcı oldu. Sultan ve yanındaki birkaç kiÅŸi, sedirin üzerinde oturup ısınmanın verdiÄŸi rahatlıkla sohbete baÅŸladılar. Ev sahibi de ufak tefek ikramlar yapıyordu. Kanuni bir ara muhasibine dönerek:-Åžu ateÅŸ bin altın deÄŸerinde! dedi. Evin sahibi, sohbette konuÅŸulanlardan, bu misafirlerin sıradan kimseler olmadığını anlamıştı. Hiçbir ÅŸekilde hürmette kusur etmedi. YaÄŸmur devam ediyordu. Mecburen o geceyi orada geçirdiler. Sabah erkenden kalkıp ev sahibinden yol (izin) istediler. Kibarca:-Bizi burada güzelce ağırladınız. Karnımızı doyurduk, artık ayrılıyoruz. Size borcumuz ne kadardır? diye sordu. Evin sahibi de kibarca:-Bin altın efendim... dedi. Herkes ÅŸaşırmıştı. Bu miktar para bir servetti. Böyle olmaması gerektiÄŸi hatırlatılınca adam dedi ki:-Bu bin altını siz takdir ettiniz. Zira dün ısınırken ÅŸu muhterem insan, bu ateÅŸ bin altın deÄŸerinde, demiÅŸti. Sizleri ağırlamak için yaptığım masrafı, hediye kabul ediniz, onu almıyorum. Kanuni Sultan Süleyman Han bu sözlerden çok hoÅŸlandı. Yanındakilere:-Anlaşıldı, bu istenen para, ateÅŸ pahası imiÅŸ... dedi. Sonra ev sahibini memnun ederek oradan ayrıldılar. O zamandan sonra, böyle normalin üzerinde istenen bedeller için "AteÅŸ Pahası" tabiri kullanılır oldu.[2]

 

Bali Beye ÖÄŸütler

Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince Ä°slamiyet’i yaymaktan baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünmedi. Bu düÅŸüncesini halazadesi, Gazi Bali Beye yazdığı mektup çok güzel ifade etmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduÄŸu Mohaç Meydan Muharebesinde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamamen mahv eden Semendire Sancak Beyi Gazi Bali Bey, Mohaç Harbinden yıllar sonra, kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alameti bulunan iki tuÄŸ’un üçe çıkarılmasını rica ederek, padiÅŸahtan bir tuÄŸ daha istemiÅŸti. Terfi ve terakkinin muayyen yaÅŸ, kıdem ve hizmet mukabilinde olduÄŸunu bilen Kanuni, Gazi Bali Beye ÅŸu cevabı vermiÅŸtir:  [3]

 

“Yadigârım ve Muhterem Lalam Gazi Bali Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuÄŸ dahi arzu eylemiÅŸsin. Henüz bir tuÄŸ zamanı deÄŸildir. Sana hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemin fetih tuÄŸunu verdik. Bu ihsan üzerine iyilik olmaz. Bunun ÅŸükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli terazidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiÅŸ yıllık ibadetten efdaldir. Ahireti hatırdan çıkarmayasın. Serasker olduÄŸun yerlerde ve hükmünün geçtiÄŸi mahallerde, zulüm ve düÅŸmanlık etmekten ÅŸiddetle sakınasın. Ahirette bize hitab olunursa, senin yakana yapışırım. “Ol vilayetleri kılıcımla feth eyledim.” demeyesin. Memleket, Allahü teala hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin. Feth olunan kalenin mal ve erzakını hep Beytülmal için almışsın. Buna rıza-i hümayunum yoktur. BeÅŸte birini alıp, geri kalanını Ä°slam askerine dağıtasın. Ä°slam askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaÅŸlılarını kardeÅŸ ve gençlerini oÄŸul bilesin. Babalara hürmet edesin, oÄŸullara ÅŸefkat gösteresin. Ä°slam askerine hiçbir veçhile zorluk çektirmeyesin. Nimeti bol veresin. EÄŸer hazinen tükenirse buraya bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini, büyük vazifelerle rencide ettirmekten ÅŸiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da, sakın evvelki haline itimat etmeyesin. Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zahidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiÄŸi zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. EÄŸer evvelki hali son haline uygunsa hizmetinde kullanasın. Ä°mdi, ey Gazi Bali Bey! Sana dahi nasihatim odur ki; atın yürüÄŸünü, kılıcın keskinini ve beyin bahadırını saklayasın. Allahü teala hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffar-ı haksar üzerine mansur ve muzaffer eyleye...”[4]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

​

​

 

 

 

 

 

[5]

Fikir Hürriyeti

Kanuni Sultan Süleyman devrinde mevcut bulunan fikir hürriyetine sadece bir örnekle temas etmek istiyoruz: "Molla Kaabız" isimli biri vardı, Ä°ran'dan gelmiÅŸ, Ä°slam âlimleri arasına karışmıştı. Hazret-i isa'nın, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'den (a.s.m.) daha büyük bir peygamber olduÄŸunu iddia ediyor, Hristiyanlığın Müslümanlıktan üstün olduÄŸunu söylüyordu. Üstelik de bunu ÅŸahsi fikri olarak deÄŸil, "Ä°slam dininin görüÅŸü" ÅŸeklinde gösteriyordu. Bazı ayet ve hadisleri de asıl manasından saptırıp bildiÄŸi gibi yorumluyordu...[6]

 

Bu sapık fikirler Ä°stanbul halkını rahatsız etmeye baÅŸlayınca, bazı âlimler durumu saraya haber verdiler. Molla Kabız, divana çağırıldı. Divanda sadrazam ve vezirlerden baÅŸka, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri (dinî liderler) de hazır bulunuyordu. Molla Kaabız geldi, iddialarını tekrarladı. Anadolu Kazaskeri Kadiri Çelebi ile Rumeli Kazaskeri Fenarizade Muhyiddin gerekli cevapları verdilerse de Molla Kaabız dinlemedi. Bunun üzerine kazaskerler feryat ettiler: "Ä°dam edilmelidir!" Çünkü dinî kanunlara göre, Ä°slam esaslarına hücum eden "Müslüman" idam edilirdi. Fakat bu hükmü vezirler kabul etmediler. Sebep olarak da, "Molla Kaabız'ın fikirlerinin tam manasıyla çürütülemediÄŸi'ni gösterdiler. Molla Kaabız serbestçe divandan çıkıp gitti. [7]

 

PadiÅŸah kafes arkasında münakaÅŸayı dinlemiÅŸti. Divandan sonra Sadrazam ibrahim PaÅŸa'yı huzuruna çağırdı. Hayretle: "Divanımıza bir sapık gelir, Ä°slam’ın esaslarına hücum eder, sonra da serbest kalır; buna sebep nedir?" diye sordu. Sadrazam ÅŸu cevabı verdi: "Hünkârım! Kazaskerlerimiz, sapığı ilmen maÄŸlup edemediler ki boynunu vurduralım... Fikrin ancak fikirle maÄŸlup edilmesi gerekir. Fikre karşı kılıçla çıkmak, senin ülkende caiz deÄŸildir."

 

Ertesi gün (3 Kasım 1527 Pazar) padiÅŸahın emriyle Molla Kaabız tekrar divana çağırıldı. Ama bu sefer karşısında, devrin en büyük âlimi Åžeyhülislam Ä°bn Kemal'i buldu, ibn Kemal, Molla Kaabız'ı sükûnetle dinledi. Sorular sordu. Ayet ve hadislerden misaller verdi. Molla Kaabız'ın fikirlerinin Ä°slam dinine uymadığını açıklıkla ortaya koydu. Molla Kaabız söyleyecek söz bulamadı, sustu; fakat fikirlerinden de dönmedi. "Hatasından döndüÄŸünü açıklarsa serbest bırakılacağı" söylenince küfretmeye baÅŸladı. Ancak ondan sonra Åžeyhülislam ibn Kemal tarafından idamına hükmedildi ve boynu vuruldu.[8]

DüÅŸünün ki, o devrin Avrupa'sında bilginler diri diri yakılıyor, Hristiyanlığından biraz ÅŸüphe edilenler aforoz edilip hiçbir ispat hakkı tanınmadan asılıyordu... Osmanlı Devleti'nde ise, Ä°slamiyet'e aykırı sapıkça görüÅŸler ileri sürenler bile padiÅŸah divanına alınıp sonuna kadar dinleniyor, fikirleri ilmî delillerle çürütülüyor, yanıldığını kabul etmesi hâlinde serbest bırakılıyordu.[9]

 

Üzüm Parası

Avrupa Hristiyanları, Papa'nın kışkırtması ile bir araya gelip Osmanlı topraklarına saldırmaya teÅŸebbüs edince, Kanunî Sultan Süleyman Han, ordusu ile sefere çıktı. Ordu ağır ağır ilerliyor, hedefine bir an önce ulaÅŸmak için gayret sarf ediyordu. Havalar da iyice ısınmıştı. Bir Hristiyan beldesinden geçerken, askerlerden kimisi üzüm baÄŸlarından yürümek mecburiyetinde kaldı. Askerlerden biri dayanamayıp, sahibinin haberi olmadan bir salkım üzüm kopardı. Yerine de bir keseye koyduÄŸu parayı baÄŸladı. Üzümü de yedi. Çok geçmeden mola verildi.[10]

 

Ordunun arkasından, kan-ter içinde Hristiyan bir köylünün geldiÄŸi görüldü. Köylüyü komutana götürdüler. Bir asker, kendi bağından kopardığı üzümün yerine para bırakmıştı. Böyle bir askere ve komutanına, teÅŸekkür etmeliydi. Ama komutan bu habere hiç sevinmedi. Bir askerinin baÅŸkasının malını izinsiz almasını bir türlü kabul edemiyordu. Tellâllar çağırtılıp, o asker bulundu. Bu arada Sultan da hâdiseyi öÄŸrenmiÅŸti. Hemen o askerin ordudan atılmasını emretti ve "Kursağında haram lokma bulunan bir askerin bulunduÄŸu ordu ile zafer müyesser olmaz" demekten kendini alamadı.[11]

 

Hristiyan köylü, üzümü alan askeri taltif ettirmek için geldiÄŸini, hâlbuki iÅŸin tersine döndüÄŸünü arz edince, komutan; "EÄŸer o asker parayı baÄŸlamamış olsaydı, bu ordunun adı zalimler ordusu olurdu. Sahibinden izinsiz mal almakla, seferden men cezasına çarptırıldı" dedi ve ordu yoluna devam etti.[12]

 

Minare EÄŸri mi?

Süleymaniye Camiinin inÅŸası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmiÅŸti. O gün gelince Ä°stanbul'un her yanından insanlar bu eÅŸsiz eserin açılışında bulunmak için ÅŸehrin bu noktasına akın etmiÅŸti. Herkes hayranlıkla seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk: "Aaa ÅŸu minareye bakın nasıl eÄŸri!" diye bağırıyordu. ÇocuÄŸun minarelerden biri için eÄŸri dediÄŸi Mimar Sinan'a kadar ulaÅŸtı. Koca mimar hemen çocuÄŸun yanına geldi ve ona: "Yavrum hangi minare eÄŸri göster bana" dedi. Çocuk da: "Ä°ÅŸte ÅŸu" diye minarelerden birini gösterdi. Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun halatları birbirine ekletip minareye baÄŸlattı ve:"Çekin yukarı doÄŸru!" diye çektirmeye baÅŸladı. ÇocuÄŸa da: "OÄŸlum, bak bu minareyi doÄŸrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoÄŸru olunca haber ver" dedi. Adamlar gerçekten düzeltiyormuÅŸ gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra: "Tamam, minare doÄŸruldu" diye bağırdı. Ä°ÅŸçiler çekme iÅŸini bırakıp halatları çözdüler. Başından beri olaya tanık olan Sinan'ın ustalarından biri, herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan'a yöneltti: - Mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eÄŸrilik falan yok. O halde niçin düzeltmeye kalkıştın? Mimar Sinan'ın cevabı inceliÄŸin, anlayışın, hoÅŸgörünün simgesi idi: - Ben bilmez miyim minarede eÄŸrilik olmadığını Ama çocuÄŸun kafasındaki "minare eÄŸri" intibaını da öyle bırakamazdım. Bu yönteme baÅŸvurdum ki çocuÄŸun kafasındaki "eÄŸri" kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eÄŸri olduÄŸunu söyler, sonra gerçekten eÄŸri olduÄŸu ÅŸeklinde bir inanç yayılırdı.[13]

 

Bir Yahudi'nin inadı camiyi geciktirdi

MuhteÅŸem padiÅŸah Kanuni Sultan Süleyman, tarih boyunca kendisini hayırla andıracak büyük bir cami yaptırmak istiyordu. Ä°stanbul adım adım araÅŸtınldı ve caminin yeri tayin edildi. Bu arsada Osmanlı mimarisinin en nadide eseri yükselecekti. Süleymaniye Camisi, mimarimizin başına bir taç gibi konacaktı. Fakat bir problem çıktı: Cami arsasının içinde tek odalı bir kulübe vardı. Ve bu kulübe bir Yahudi'ye aitti. PadiÅŸahın adamları, Yahudi'nin kapısını çaldı: "Kulübeni padiÅŸah efendimize satar mısın?" Yahudi hiç düÅŸünmeden cevap verdi: "Ben evimden memnunum. Yeri de güzel. Bütün Haliç'i görüyorum. Kimseye satmaya niyetim yok." Fiyatı yükselttiler. Fakat Yahudi'nin inadı tutmuÅŸtu. Bir türlü razı edemediler. Sonunda padiÅŸaha bildirdiler.[14]

 

 

 

 

 

 

 

,

 

 

 

 

 

 

 

 

​

​

 

 

 

 

 

 

 

 

[15]

Cami inÅŸaatına hemen baÅŸlanmasını istediÄŸi hâlde, Yahudi'nin inadı yüzünden baÅŸlanamıyordu. Bu da Kanuni'yi rahatsız ediyor, fakat zora baÅŸvurmuyordu. Sonunda ÅŸeyhülislama baÅŸvurdu. Durumu bildirdi. Bu konuda Ä°slam dininin hükmünü sordu. Åžeyhülislam hiçbir ceza verilemeyeceÄŸini bildirdi. Çünkü mülkiyet hakkı vardı. Ä°slam dini kimsenin malının zorla elinden alınmasına izin vermiyordu. "Yahudi'yi razı etmekten baÅŸka çareniz yok hünkârım" diyerek sözünü bitirdi. Sultan Süleyman düÅŸünmeye baÅŸladı. Kalktı, bizzat Yahudi'ye gitti. Diller döktü. Ona ve çocuklarına her türlü teminatlar verdi. Nihayet Yahudi kulübesini sattı ve o arsada muhteÅŸem Süleymaniye yükseldi...[16]

 

Köylü Milletin Efendisidir

Bir gün Sultan Süleyman, yanmda bulunanlara sormuÅŸ:"Efendi kimdir?" Cevap vermiÅŸler:"PadiÅŸah hazretleri, sensin." Başını iki yana sallamış: "Hayır, hakikî efendi köylüdür. Çünkü bizi beslemek için gece ve gündüz çalışır."[17]

 

Makbul Ä°brahim PaÅŸa

Manisa valisi bulunduÄŸu günlerde etrafı dolaşıyordu. Harap bir evden yanık bir kaval sesi duydu. Bu ses, ÅŸair ruhlu ÅŸehzadeyi içlendirdi. Kendini tutamayarak eve girdi. Bu ev, dul bir ihtiyar kadına aitti. Kölesi Ä°brahim'le birlikte oturuyordu.Ä°brahim henüz çocuk denecek yaÅŸtaydı. Prag'da doÄŸmuÅŸtu. Korsanlar tarafından esir alınmış ve ucuz fiyata bu ihtiyar kadına satılmıştı. Ä°htiyar kadın, Ä°brahim'i oÄŸlu gibi seviyordu. Åžehzadenin onu almak istediÄŸini öÄŸrenince öfkelendi: "Umurumda deÄŸilsin!" diye bağırdı, "Ä°brahim'i satmıyorum. Åžehzadesin diye her istediÄŸini alabileceÄŸini mi sanıyorsun?" Bu sözler Åžehzade Süleyman'a çok dokundu. Kadını memnun etmek için her istediÄŸini vermeye hazırdı. Öte yandan Ä°brahim de bunu istiyordu. Birlikte ihtiyar kadına yalvarıp kararından döndürdüler. Böylece Åžehzade Süleyman, Ä°brahim'i yanına aldı. Hürriyetini verdi. Ona dost ve arkadaÅŸ oldu. EÄŸitti, yetiÅŸtirdi. PadiÅŸah olunca da sadrazamlığa getirdi. Tarihlerimizde "Maktul Ä°brahim PaÅŸa" adıyla geçen Ä°brahim, iÅŸte bu çocuktur.[18]

 

Ne Güzel (!) SavaÅŸçılarsınız

Kutsal Roma-Germen Ä°mparatorluÄŸu’nun, Fransa’ya tehditlerinin artması üzerine I. Fransuva, Ä°stanbul’a Dük Dankiyen’i göndererek Osmanlılardan yardım talep etti. Kanuni Sultan Süleyman bu talep üzerine Kaptanıderya Barboros Hayreddin PaÅŸa komutasında bir donanmayı Fransa’nın yardımına gönderdi.  Fransa donanmasıyla birleÅŸen Osmanlı donanması AÄŸustos 1543′de Nis’e saldırdı. Nice(Nis) savaşının ÅŸiddetli bir anında Fransız’lar, Barboros’a barutlarının tükendiÄŸini bildirdiler. Savaşı yönetmekle meÅŸgul olan Barboros Hayreddin PaÅŸa, buna çok kızarak yanında bulunan Dük Dankiyen’e ÅŸöyle demiÅŸti: ”Ä°stanbul’da iken devletinizin savaÅŸa hazırlandığını söylemiÅŸtiniz. Yoksa benimle eÄŸleniyor musunuz? Ne güzel savaÅŸçılarsınız(!) Gemilerinizi ÅŸarap fıçıları ile doldurup, savaÅŸmaya gelmiÅŸsiniz. Baruttan baÅŸka hiç bir ÅŸeyi unutmuyorsunuz.”[19]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

​

​

 

 

 

 

 

 

 

[20]

Sen ki Françesko'sun.

Fransa Kralı I. Fransuva, Alman imparatoru Åžarlken'le yaptığı Pavye Savaşı'nda (24 Åžubat 1525) esir olmuÅŸtu. Bunun üzerine hem Fransa Kralı Fransuva hem de kralın annesi DüÅŸes Dangolen, Kanuniye birer mektup yazdılar. Mektuplarını Büyük Elçi Kont Jan dö Franjipan'la (Jean Frangipani) istanbul'a gönderdiler. Kraliçenin mektubu çok acıklıydı. Özetle ÅŸöyle diyordu: "Åžimdiye kadar oÄŸlumun kurtuluÅŸunu Åžarlken'in insafına bırakmıştım. Hâlbuki Åžarlken, oÄŸluma hakaretler etmektedir... Dünyaya geçen hükmünüz, cihanın bildiÄŸi azamet ve ÅŸanınız ile oÄŸlumun kurtulmasını temin etmenizi, zat-ı ÅŸahanenizden niyaz ediyorum."[21]

 

Mektup okunduktan sonra Kanuni, kraliçeye ve esir Fransuva'ya birer mektup yazdı. Fransuva'ya yazdığı mektupta kısaca ÅŸunları söylüyordu: "Sen ki Françe (Fransa) vilayetinin kralı Françesko'sun... Dergâh-ı selatin-penahıma (sarayıma) yarar adamın (elçin) Frankipan ile mektup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp, memleketimize düÅŸman girip, elan (hâlâ) hapiste idigünizi (olduÄŸunuzu) ilam idüp (bildirerek) halasınız (kurtulmanız) hususunda bu canipten (taraftan) inayet (yardım) ve medet istida eylemiÅŸsiniz (istemiÅŸsiniz). PadiÅŸahlar sınmak (maÄŸlup olmak) ve hapsolunmak acip (tuhaf) deÄŸildir. Gönlünüzü hoÅŸ tutup azürde-hatır olmayasız (üzülmeyesiniz). Gece gündüz atımız eÄŸerlenmiÅŸ ve kılıcımız kuÅŸanılmıştır. Hak Süphanehu ve Teâlâ (Allah) hayırlı müyesser eyleyip meÅŸiyyet ve iradatı neye müteallik olmuÅŸ ise vücuda gele (Allah'ın istediÄŸi gibi olur.)"[22]

 

Nihayet Mohaç'ta bütün Avrupa'yla birlikte Alman imparatoru Åžarlken'e bir ders verilmiÅŸ, Viyana kuÅŸatmasıyla gözü büsbütün korkutulmuÅŸ; durmadan istediÄŸi Burgonya'dan vazgeçmek, Fransuva'yı da serbest bırakmak zorunda kalmıştır... Burada dikkat çeken nokta, Kanuni'nin Fransa kralına "Sen ki Françe vilayetinin kralı Françesko'sun..." ÅŸeklindeki hitabıdır. Bununla Kanuni'nin, Fransa'yı "küçük bir vilayet," Avrupa krallarını da "birer vali" gibi gördüÄŸü anlaşılmaktadır...[23]

 

Türk Çanları

1566 senesinden beri, Avusturya ile Osmanlı devleti sınırlarında çatışmalar hiç eksik olmuyordu. Bu çatışmalarda hep Osmanlı akıncıları galip geliyordu. Avusturya, Türk akınlarından çok bizar oldu ve korkuya düÅŸtü. Akınlara karşı topluca karşı koyabilmek için hudut ÅŸehirlerindeki kiliselere büyük çanlar koydurulmuÅŸtu. Tarihimize, “Türk Çanı” olarak geçen bu çanlar, halk gelebilecek Türk akıncılarına karşı ikaz edilirdi. [24]

 

Kanuni Zamanında Osmanlılar

Kanuni zamanında, Alman Ä°mparatorluÄŸunun Ä°stanbul’daki büyükelçiliÄŸi vazifesinde 1555 ile 1562 seneleri arasında bulunmuÅŸ olan Oger de Busbecq, Osmanlı toplumunu yakından inceleme imkânı bulmuÅŸ bir diplomattır. 1581 yılında Anvers’de basılan; “Askeri iÅŸlerde Osmanlılara karşı alınacak tedbirler hakkında tavsiyeler” adlı eserin, Osmanlı ordusunun özelliklerini tanıtan ve Avrupalıların derin endiÅŸelerini dile getiren bölümünde ÅŸöyle deniliyor: “Osmanlılarda, tarih boyunca tasavvur edilebilecek orduların en kuvvetlisi mevcut. Ä°mparatorluÄŸun bitmez tükenmez bütün kaynakları bu ordunun emrinde. Zafere alışkanlık, devamlı seferin tecrübeleri, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık, uyanıklık, büyük ordunun baÅŸlıca vasıflarını teÅŸkil ediyor. Bizim ordularımız ise fakir, müsrif, maÄŸlubiyetlerden maneviyatını kaybetmiÅŸ, disiplinsiz, başıboÅŸ, sarhoÅŸ ve tamahkârdır. EÄŸer doÄŸudan Ä°ran sürekli olarak Osmanlıları tehdit etmese, Avrupa’nın iÅŸi çoktan bitmiÅŸti. Ä°lk dikkat ettiÄŸim özellik, çeÅŸitli sınıflara mensup askerlerin kendi karargâhlarından dışarı çıkmamalarıydı. Bizim karargâhlarda olup bitenleri bilenler, buna inanmakta güçlük çekerler. Onbinlerce askerin bulunduÄŸu karargâhlarda mutlak bir sessizlik hüküm sürüyordu. Kavgadan, tartışmadan, ÅŸiddetten, zorlamadan eser yoktu. Yüksek sesle konuÅŸana bile rastlamadım. Her taraf tertemizdi. En küçük bir süprüntü bile yoktu. Bizim ordugâhlarımızda ise içki içilmeyen, kumar oymayan, kavga çıkmayan çadır yoktur. Osmanlı cemiyetinin mazarası da aynı ordugâhlardaki gibidir. Aynı sessizlik, servet içinde sadelik, kudretine güvenenlere mahsus tevazu, halk tabakalarına kadar yayılmıştı. Osmanlılardan alacağımız çok dersler vardır.”[25]

 

Kanunî devrinde yıllarca Ä°stanbul’da kalan ve eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı olan Ä°kinci Felipe için yazan Ä°spanyol Cristobal de Villalon ise ÅŸöyle diyor: “Dünyada hiçbir devletin; Türk topu, topçusu, top nakliyesi ile mukayese edebilecek topçusu yoktur. Ä°stanbul’da eski model olduÄŸu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim. Bunlar bile Ä°spanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi. Tophane sırtlarına çaptan düÅŸmüÅŸ diye yığılan 400 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluÅŸturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum...”[26]

 

“Türk ordularında bir bayram namazı seyrettim. Sarıklı baÅŸlardan mürekkep, büyük bir topluluÄŸun toplanmış olduÄŸunu gördüm. Derin bir sessizlik içinde namazı idare eden (kıldıran) imamın sözlerini dinliyorlardı. Her safın belirli bir durumu vardı. Ayrı saflar dizildikleri açık sahrada, tıpkı bir duvar gibi uzanıyordu.” (Baron von Busbecq) [27]

 

Mohaç Türküsü

Bizdik o hucûmun bütün aÅŸkıyla kanatlı;

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

 

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!

 

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;

Bize uÄŸruna can verdiÄŸimiz yerde göründü.

 

Gül yüzlü bir âfetti ki her pûsesi lâle;

Girdik zaferin koynuna,kandık o visâle!

 

Dünya’ya veda ettik,atıldık dolu dizgin;

En son koşumuzdur bu!Asırlarca bilinsin!

 

Bir bir açılırken göÄŸe,son def’a yarıştık;

Allah’a giden yolda meleklere karıştık.

 

Geçtik hepimiz dörtnala cennet kapısından;

Gördük ebedi cedleri bir anda yakından!

 

Bir bahçedeyiz ÅŸimdi ÅŸehitlerle beraber;

Bizler gibi ölmüÅŸ o yiÄŸitlerle beraber.

 

Lakin kalacak doÄŸduÄŸumuz topraÄŸa bizden;

Şimşek gibi hatıra nal seslerimizden!

Yahya Kemal Beyatlı

 

 

 

Dipnotlar

[1]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-EY_CESUR_YENICERI_BU_TARAFA_YETIS-962.aspx

[2]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-ATES_PAHASI-661.aspx

[3]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp

[4]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp

[5]http://tr.wikipedia.org/wiki/Kanuni_Sultan_S%C3%BCleyman

[6] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[8] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[9] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[10]http://www.hurrem.net/hikayeler/bir-salkim-uzum.html

[11]http://www.hurrem.net/hikayeler/bir-salkim-uzum.html

[12]http://www.hurrem.net/hikayeler/bir-salkim-uzum.html

[13]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-MINARE_EGRI_MI-400.aspx

[14] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[15]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Suleiman_Mohacs.jpg

[16] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[17] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[18] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[19]http://www.tarihnotlari.com/ne-guzel-savascilarsiniz/

[20]http://bilgihizmeti.wordpress.com/category/tarihimize-san-verenler/page/3/

[21] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[22] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[23] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[24]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HOCA_SADUDDIN_EFENDI-3570.aspx

[25]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-ASLAN_OLDU-950.aspx

[26]http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yilmaz-oztuna/517658.aspx

[27]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp

Osmanlılar

bottom of page