Savaşın Sonu ve Küçük Kaynarca Antlaşması
Nicolae Jorga'nın Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe: 2005) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Savaşın Sonu ve Kaynarca Antlaşması
I.Abdülhamid’in Son Çabaları
Şehzâde Abdülhamid, 24 Ocak 1774 tarihinde sessizce tahta cülûs etti. Rusları tüm eyaletlerinden çıkartabilmeyi ve uygun şartlarda bir barış yapabilmeyi umuyordu. Sultan III. Mustafa zamanında 40 bin yeni asker sancağın altına toplanmıştı. De Tott’un topçuları Mayıs ayında Fransız subayları ile birlikte İstanbul’dan ayrıldılar ve sadrazamın emrindeki ordu ile buluştular. Kaptan-ı Derya gemi ile Varna’ya doğru yola çıktı ve kara birlikleri yeniçeri ağasının emrine verildiler. Kaybedilen eyalete yapılacak bir çıkartmaya destek olmak üzere Kırım’a birçok gemi gönderildi.
Rusçuk ve Silistre Bozgunları ve Anlaşma İsteği
Tuna Nehri’ni geçen Rus ordusu, Rusçuk Beylerbeyi’nin emrindeki Türkleri iki kez mağlup etti ve Rusçuk’u kuşatma altına aldı. 22 Haziran’da Silistre önlerine gelindiğinde, sadece bu seferin değil, savaşın nihai karar günü gelmiş oldu. Sadrazam, kaybedilen birkaç çatışmadan sonra yavaşça, ama hiçbir kurtulma umudu olmadan, kuşatma altına alındı.
Sadrazam, ateşkes talep etse de bunu elde edemedi. Buna rağmen, barışçı politikanın en önemli temsilcisi Resmi Ahmed Efendi ile görüşmeler başlatıldı ve kuşatma altında olup, ele geçirmeye hazır vaziyette bulunan Silistre yakınlarındaki Küçük Kaynarca Köyü’nde anlaşmaya varıldı. Bu şartlar altında barış antlaşmasını, yapmak için iki toplantı yetmişti. Üç gün sonra, 21 Temmuz’da, anlaşma her iki taraf tarafından onaylandı.
İsmail Hami Danişmend'in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronplojisi (Bab-ı Ali: 1960) adlı eserinden kısaltılarak ve kısmen sadeleştirilerek alınmıştır.
Anlaşma Şartları
«Ebedî» kaydıyla imzalanan bu ağır anlaşmanın en mühim esasları şöyle sıralanabilir:
-
Kırım hanlığı siyaseten bağımsız olup ancak dini işlerinde Hilafet makamına tabi olacaktır.
-
Kılburun, Kerç, Yenikale ve Azak kalesiyle Dinyeper=Özü ve Bug=Aksu nehirleri arasındaki arazi Rusya’ya bırakılmış ve Aksu sınır kabul edilmiştir;
-
Ruslar tarafından işgal edilen Besarabya, Eflak, Boğdan ve Gürcistan ülkeleriyle Akdeniz adaları Türkiye’ye iade edilecektir;
-
Rus ordusu Bulgaristan’da Tuna’nın sağ sahilinden bir ay içinde sol sahiline çekilecektir;
-
Bab-ı-Alî Türkiye’de Hıristiyan diniyle kiliselerini daimî surette himaye edecektir. (Tabiî bu madde Rusya’yı Türkiye’de Hıristiyanlığın hamisi vaziyetine getirmektedir)
-
Rus büyükelçilerinin Eflak ve Boğdan hakkındaki müracaatları dikkate alınacaktır. (Bu madde gereğince de Memleketeyn işlerinde Rus müdahalesine daimî bir açık kapı bırakılmış oluyordu)
-
Rus ticaret gemileri Karadeniz’le Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olacak ve istedikleri zaman boğazlardan geçebileceklerdir;
-
İngilizlerle Fransızlara verilen Kapitülasyon hükümleri Rusya’ya da aynen uygulanacaktır;
-
Türkiye üç senede ve üç taksitte Rusya’ya 15 bin kese akça verecektir.
Cevdet Paşa’nın izahına göre devletin bu tazminat yüküne mahkûm olması, diğer maddelerin müzakeresi bitip anlaşma metni tamamlandıktan sonra İkinci-murahhas İbrahim Münib ismindeki ahmağın boş konuşarak: “Gel gelelim tazminat meselesine!” demesi üzerine Rus murahhaslarının fırsattan istifade etmiş olmalarından kaynaklanmıştır!
Wikipedia'dan Alınmıştır
Prof. M.S.Anderson'un Doğu Sorunu (Yapı Kredi:2001) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Anlaşmanın Önemi ve Sonuçları
Osmanlı ve Rus İmparatorluğu’nun temsilcileri, 21 Temmuz 1774 tarihinde Bulgaristan’ın Küçük Kaynarca kasabasında Avrupa diplomasi tarihinin en önemli ve en ünlü antlaşmalarından birini imzalıyorlardı.
Böylece Rusya ilk defa kısıtlı da olsa, Karadeniz kıyısında tutunacak küçük bir yer ele geçirmiş oluyordu. Rusya’nın sağladığı en önemli kazanç da toprak kazanımı değildi. 16. yüzyılın sonundan itibaren Karadeniz, Osmanlıların dışındaki gemilere kapalıydı. Rusya bu antlaşma ile Karadeniz’de Rus gemilerinin seyrüsefer özgürlüğünü kazanıyor, normal tip ve büyüklükte olma şartıyla Rus ticaret gemileri İstanbul ve Çanakkale boğazlarından serbest geçiş hakkına kavuşuyordu.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya, İstanbul’da bir Ortodoks kilisesi inşa etme, muğlak ve potansiyel olarak tehlikeli bir deyimle Ortodoks kilisesini ve “ona hizmet edenleri" temsil etme hakkını almıştı. Hepsinden önemlisi nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olup üç yüzyıldan uzun bir süredir Osmanlı egemenliğindeki Kırım Hanlığı da bağımsız bir devlet haline geliyordu.
Yine de Bâbıâli bu maddeleri istemese de antlaşmayı onaylamaya zorlanmıştı. Bunun nedeni, 1768 Ekim’inde alelacele Rusya'ya savaş açan Osmanlıların savaşta tam bir hezimete uğramasıydı. Savaş boyunca Rusların, karada ve denizde askerî açıdan üstün olduğu da ortaya çıkmıştı.
Bâbıâli o kadar ağır bir yenilgiye uğramıştı ki, Rusya’nın 1774 yılında dayattığından çok daha ağır koşulları kabul ettirmesi mümkün gibi gözüküyordu. Rusya’nın daha fazla ısrar etmemesinin en önemli nedeni 1773-1775 yılları arasında ülkenin güneydoğusunda Pugaçev liderliğinde çıkan büyük köylü ve Kazak isyanıydı.
Savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun tehlikeli bir zaafı daha ortaya çıkmıştı. Uzun süreden beri, Osmanlı ordusu etkinliğini kaybediyordu. İmparatorluk ordusu ağırlıkla tımarlı sipahi sistemine dayanıyordu; böyle bir ordunun eğitilmiş, düzenli bir ordu karşısında etkili olması düşünülemezdi. Düzenli sipahilik de çöküşe geçmişti.
14. yüzyılda kurulan bir piyade sistemi olan Yeniçerilik, çöküşe geçmiş, Yeniçeriler ayrıcalıklı bir kasta dönüşmüştü. 18. yüzyılın sonlarında Yeniçeri Ocağı üyelerinin çoğunu zanaatkâr ve tüccarlar oluşturuyordu; sadece adı asker olan ve sadece kendi vatandaşlarını korkutan bir güç hâline gelmişti. Disipline sokulamayan Yeniçeriler, özellikle başkent İstanbul’da kamu düzenini sürekli tehdit eden bir güce dönüşmüştü. Çok sayıda Osmanlı Sultanı Yeniçeriler tarafından tahttan indirilmiş ve hatta öldürülmüştü. Kendi ayrıcalıklarını korumada gösterdikleri kararlılık, Yeniçerileri gerçek bir askerî reformun önünde duran aşılmaz bir engele dönüştürmüştü. Osmanlı ordusu teknik açıdan olağanüstü geriydi, askerî topçuluk ve mühendislik standartları, Avrupa veya Rusya standartlarının çok gerisinde kalmıştı.
Osmanlı donanması da teknik açıdan geri kalmıştı. Donanmaya genellikle yetersiz ve gelişigüzel biçimde personel alınıyordu, gemilerin yönetimi de Türklerde değil, adalardan ve Ege kıyısından gelen Yunanlılardaydı. Avrupa ülkeleri donanmaları içinde Osmanlı donanmasının, 1768 savaşı öncesindeki elli yıl boyunca önemli bir savaşa katılmayan tek donanma olması da, donanmanın etkisizliğini artırıyordu.
1768-1774 felaketlerinden önce de bazı Osmanlıların, imparatorluğun ayakta kalması için değişime hatta kökten değişikliklere gerek duyduğunun farkında olduğu bilinmektedir. Sadrazam İbrahim Paşa uzun görev süresi sırasında, Fransız kurum ve yönetim biçimlerinin Osmanlı İmparatorluğu'na nasıl uygulanabileceğini araştırmak üzere Fransa’ya inceleme heyeti göndermişti.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Küçük Kaynarca Barış Antlaşması ile Babıâli, haddizatında yalnız Tataristan yakınlarında bazı kalelerle Tataristan üzerindeki metbuluk hakkını kaybetmişti. Fakat asıl önemli olan nokta, savaştan sonra Osmanlıların, barış içinde ve en iyi dostluk münasebetleri içinde olsa bile, hiçbir hukuki bağ gözetilmeden üzerine saldırılması caiz görülen milletlerden sayılması oluyordu.
Bu zaman, dayanma kabiliyetini kaybetmiş olan devletler hesabına, paylaşma ve tazminat antlaşmalarının yapıldığı bir devirdir. Bazı kimseler Osmanlı İmparatorluğunu Lehistan Krallığı [Polonya] ile bir tutuyorlardı. Bu devletin komşuları, Polonya'da asayişi yeniden kurmak ve siyasî partileri bir iç savaşın kanlı olaylarından korumak bahanesiyle, geniş Leh eyaletlerini kendilerine ilhak etmiş bulunuyorlardı. İstanbul'daki Fransız elçisi şöyle yazıyordu:
"Von Kaunitz, Osmanlı Devleti’nin yaşamakta devam etmesini Avusturya siyaseti ve menfaatleri için esaslı bir unsur olarak saymaktadır. Fakat Türk idaresinin manasızlığı karşısında Osmanlıların bundan böyle yaşayabilecekleri hakkında hiçbir ümit kalmamaktadır."