K.Kaynarca'dan Kırım'ın İlhakine Kadar Geçen 10 Yıl (1774-1783)
1774-1775
Prof. M.S.Anderson'un Doğu Sorunu (Yapı Kredi:2001) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Savaş Sonrası Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Güçler
Osmanlı İmparatorluğu, savaş yorgunluğu ve parasızlıkla zayıflamıştı.
Fransa dışında hiçbir büyük Avrupa ülkesi Osmanlılara, II. Katerina’nın taleplerine karşı gerçek bir destek verme eğiliminde değildi.
Boğazına kadar Amerika’nın sorunlarına gömülmüş olan İngiltere için, Yakındoğu hâlâ çok az siyasî ve ekonomik önem taşıyordu.
Prusya için de konu aynı derecede önemsizdi, II. Frederick Rusya ile önemli bir sürtüşmeyi önlemek için aşağı yukarı her bedeli ödemeye razıydı.
Habsburg imparatorluğu [Avusturya] 1770-1771 döneminde, Rusya'nın Balkanlar’da toprak kazanmasına düşmanlık duyduğunu göstermişti. Ama Habsburglar, Prusya tarafından destekleneceği kesin olan II. Katerina’ya karşı saldırıya geçecek durumda değillerdi.
Avusturya’nın da Osmanlı Topraklarına Göz Dikmesi
Kısa bir süre sonra II. Joseph’in de Osmanlı topraklan konusunda II. Katerina kadar açgözlü olduğu ortaya çıkacaktı. II. Joseph, 1774 Eylül’ünde Boğdan’ın kuzey sınırında, Bukovina olarak bilinen arazinin bir bölümünü işgal etti ve işgal bahanesi olarak da Polonya’nın ilk paylaşımı sırasında Habsburgların payına düşen Galiçya eyaleti ile Transilvanya arasındaki haberleşmeyi iyileştirme gereğini öne sürdü. Bâbıâli’deki savaş yanlılarının savaş çağrılarına karşın, Osmanlıların imparatorluklarına yönelik bu yeni saldırıya askerî güçle direnecek durumda olmadığı açıktı. 7 Mayıs 1775’de İstanbul’da imzalanan bir antlaşma ile Bukovina Avusturya’nın eline geçti.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Türkler, Kayser ordularının Osmanlı sınırları boyunda hareketlerde bulunmalarına endişe ile bakıyorlardı. Aynı şekilde Boğdan ve Eflâk Karpatları boyunca "yeniden ihya etmek" düsturu ortaya atılarak yapılan toprak ilhaklarına, Eflâk'da yeniden hudut tashihi için girişilen teşebbüslere seyirci kalıyorlardı. Avusturya'nın Eflâk ve Boğdan'ı almak niyetinde olduğundan açıktan açığa bahsolunmakta idi.
Avusturya elçisi, İmparator kuvvetlerinin "Bukovina adını taşıyan küçük bir araziyi" işgal etmiş olduklarını ancak aralık ayında itiraf etti. "Böylece iki devlet arasındaki sınıra mümkün olan en tabiî şeklin verildiğini" ileri sürdü. Elçi, sadece önemsiz bir arazi terki ile Babıâli'nin iyi niyetinden beklediği bir "yol"dan bahsediyordu. Bir müşaverede Şeyhülislâm, böyle bir toprak terki aleyhinde bulundu. Fakat öteki devlet adamları, her ne pahasına olursa olsun barışa kavuşmak istiyorlardı. Gönül ferahlığı ile Palnmutka Anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma ile Avusturya, büyük, güzel, bereketli, çalışkan ve itaatli insanların oturduğu bir vilayeti bir damla bile kan dökmeksizin kazanıyordu.
1778
Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kırım Yüzünden Osmanlı-Rus İlişkilerinin Gerilmesi
Osmanlı Devleti, Rusların Küçük Kaynarca Antlaşması’nı hiçe sayarak Kırım tahtına zorla Şahin Giray’ı çıkarması ve akabinde Kırımlıların yardım istemesi üzerine, bu gelişmelere artık bir son vermek için Kırım Hanlığı’na askeri yardım gönderme kararı almıştı. Bu amaçla Kırım seraskerliğine Trabzon valisi Canikli Ali Paşa atandı.
Osmanlı yönetimi, Kırım Hanlığı’na yardım için asker gönderme kararı alırken, doğrudan Rusya ile silahlı bir çatışma içerisine girmek amacında olmayıp çok zor durumda kalındığı takdirde bu yola başvurulacaktı. Bu sırada Rusların sınır boylarına askeri yığınak yapmakta olduğu haberleri gelince, İsmail Kalesi yakınlarında gerek Kırım Hanlığı’na yardım için gerekse muhtemel bir savaşa hazırlık maksadıyla 40 binin üzerinde bir askeri kuvvetin hazırlanması kararı alındı. 1778 yılının ilkbaharına kadar bu ordunun İsmail Kalesi etrafında toplanması planlandı. Ayrıca Hotin, Bender ve Özi gibi bölgelerde bulunan kalelere de tedbir olarak takviye birlikler sevk edildi.
İlk etapta Kırım’a acil olarak Canikli Ali Paşa’nın sekiz bin asker ve beş kıta gemi ile hareket etmesi kararlaştırıldı. 9 Aralık-17 Ocak 1778 tarihleri arasında beş geminin Kırım’a hareket etmesi emredildi.
Canikli Ali Paşa gerekli hazırlıkların tamamlanamamasından dolayı yetersiz askerle Kırım’a gitmenin bir fayda sağlamayacağını aksine yaşanacak bir başarısızlıkta onlara daha çok zarar verebileceğini sadaret makamına iletti. Osmanlı Hükümeti ise külliyetli asker tedariki için vaktin müsait olmadığını, her geçen günün Kırım'ın biraz daha Rusların kontrolüne geçmesi anlamına geldiğini belirterek bir an önce gerekli hazırlıkların tamamlanıp sefere çıkılmasını istiyordu. Nihayet 9 Ağustos 1778 tarihinde Kırım’a hareket ettiler.
Osmanlı Hükümeti, gerekli askeri hazırlıkları yapmasına karşın Kırım meselesinin savaşsız bir şekilde halledilmesinden yanaydı. Ali Paşa Kırım’a varır varmaz Rus generaline bir mektup yazdı. Bu mektubunda; Rusya’nın Kırım’da asker bulundurup, Karadeniz’de donanma dolaştırmasını gerektirecek bir durumun olmadığını, Kırımı halkının bu durumdan şikâyetleri üzerine buraya geldiklerini ve sulhu bozacak bir harekette bulunulmayacağını belirtti. Yine aynı mektupta, Kırım kıyılarına yanaşacağım ve su alacağını, bu esnada askerlerine bir saldırı olursa savaşacaklarım belirterek Rusları uyarmayı da ihmal etmedi.
Ruslar Kırım’da kırk gün karantina uygulaması olduğunu, bu nedenle hangi sebeple olursa olsun Kırım’ın herhangi bir tarafına yanaşılacak olursa buna silah kullanılarak engel olacaklarını iletti. Canikli Ali Paşa ve Kaptan-ı Derya Gazi Haşan Paşa Rusların bu cevabını Osmanlı hükümetine ileterek, bundan sonra nasıl bir yol izleneceğini sordular. İstanbul’dan gönderilen fermanda, Kırım veya Taman’da uygun bir mahalde ordugâh kurulması, kendilerine herhangi bir saldırı olduğu takdirde hiç tereddüt edilmeden gereken cevabın verilmesi emredildi. Fakat Canikli Ali Paşa’ya bu fermanlar gelinceye kadar deniz mevsimi geçmiş, Karadeniz suları donanma için güvenli olmaktan çıkmıştı.
Osmanlı Hükümeti ne olursa olsun Kırım’a gönderilen birliklerin geri dönmesine taraftar değildi. Bu şekilde geri adım atılmış olunacağını, bu durumun Rusları cesaretlendireceğini ve Kırım halkını da ümitsizliğe sevk edeceğini düşünmekteydi.
Canikli Ali Paşa aldığı emir doğrultusunda Soğucak taraflarından Kefe taraflarına hareket etti. Osmanlı donanması Kefe önlerinden Kırım’a asker çıkaracak ve ordugâh kuracak bir yer ararken Rus askerleri yine veba hastalığını bahane ederek buna engel oldular. 23 Eylül 1778 tarihinde Sinop’a geri dönmek zorunda kaldılar.
Kırım’a gönderilen birliklerin bu şekilde bir sonuç elde etmeden geri dönmesi Osmanlı tarafından hayal kırıklığı yaratsa da bir sonraki bahar için Canikli Ali Paşa’ya gerekli hazırlıkları yapması emri verildi.
1779
Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
1779-Fransa’nın Kırım Krizine Müdahalesi ve Aynalıkavak Tenkihnâmesi
Osmanlı Devleti ve Rusya Kırım meselesi yüzünden bir savaşın eşiğinde bulunmaktaydılar.
Bu dönemde İngiltere ve Fransa arasında Amerika’da yaşanan olaylardan dolayı düşmanlık vardı. Özellikle Fransa, İngiltere’yle olan hu mücadelesinde Rusya’yı kendi tarafına çekmek istiyordu. Zira bu mesele yüzünden çıkacak bir savaşta Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni mağlup etmesi durumunda, Amerika’da yaşanan siyasi mücadelede İngiltere’nin yanında yer alması olasılığı Fransa’yı rahatsız etmekteydi.
Osmanlı devlet adamları gerek Avrupa’da yaşanan siyasi olaylardan haberdar olmadıklarından gerekse Ruslarla bir harbi göze alamadıklarından Fransızların bu telkinlerini dostane bilip bu meseleyi tekrar diplomatik yollardan çözme kararı aldılar. Bu doğrultuda Fransa’nın İstanbul’daki elçisi gerekli görüşmelerin yapılması için harekete geçti. Fransız elçisinin yoğun çalışmaları sonucu iki taraf yetkililerinin İstanbul’da Aynalıkavak Sarayında bir araya gelmesi kararlaştırıldı.
Müzakereler 21 Mart 1779 tarihinde imzalanan Aynalıkavak Tenkihnâmesi ile son buldu. Müzakereler Kırım meselesinden dolayı başladıysa da burada sadece Kırım meselesi ele alınmadı. Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası iki devlet arasında yaşanan birçok anlaşmazlık da tek tek ele alınarak tartışıldı. Bu bağlamda, Kırım Hanlığı’nın statüsü, Şahin Giray’ın durumu, ticari imtiyazlar, deniz taşımacılığı, Hıristiyan tebaanın hakları ve Özi Nehri kenarındaki kalelerin durumu gibi konular da görüşmelerin ana başlıklarını oluşturdu.
Bu tenkihnâmeyle birlikte Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığına vurgu yapılarak, iki devletin onayıyla Şahin Giray’ın hanlığı kabul ediliyordu. Kırım Hanlığı ile Osmanlı Devleti arasında sadece dini açıdan bir bağ ortaya konarak, başka hiçbir tabiiyete yer verilmiyordu. Osmanlı Devleti’nin bu durumu kabulüne karşılık Ruslar da iki imtiyazdan vazgeçmişlerdi. Bunlardan ilki Kırım bölgesinde bulunan Rus askerlerinin üç ay içerisinde çekilmesi ve 1774 yılında Osmanlılardan alınmış olan Bug ve Dinyeper Nehirleri arasındaki arazinin yeniden Osmanlı Devleti’ne verilmesiydi.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Aynalıkavak'ta bir anlaşma yapıldı. Kırım'ın bağımsız bir hale getirilmesi kararlaştırıldı. Padişah, yalnız dinî reis sıfatıyla, her defasında han seçilince bu hanı tanıyacaktı; yani kesin olarak tayin olunmayan bir müddet içinde Padişah, her yeni Han'a "Ruhanî takdisini" gönderecekti. Rus ticaret gemileri Akdeniz'de serbestçe dolabileceklerdi. Fransa ve İngiltere ile mevcut ticaret antlaşmaları örnek alınarak, fakat mümkün olduğu kadar Rusya’daki hususî şartlara uydurularak, Rusya ile bir ticaret anlaşması yapılacaktı.
Anlaşma, Babıâli'den koparılan menfaatler ve Rusya'nın gösterdiği dostluk ve cemilelerle doludur; Türkler yeni mükellefiyetler yükleniyorlar, Ruslar ise bazı vaitlerde bulunmakla iktifa ediyorlardı. Aynalıkavak anlaşmasında Bâbıâliye kasti olarak zayıf, ihtiyarlamış ve kendini savunmaktan âciz bir devlet muamelesi yapıldığı; bundan böyle yaşamasının kuvvetli komşusu tarafından gösterilecek iyi niyet ve merhamete bağlı bulunduğu telkini açıkça görünmektedir. Türkiye’nin iş başında bulunan yetkili mahfillerinde devletin büsbütün kuvvetten düşmüş olduğu duygusunun hâkim bulunduğu anlaşılmaktadır.
A.B.Şirokorad'nın Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Grek Projesi
27 Nisan 1779’da veliaht prensin ikinci oğlu dünyaya gelmişti. Büyükannesi (Yekaterina) çocuğu alelacele vaftiz ettirerek Konstantin adını verdi ki, daha önce Romanof sülalesinde rastlanmayan bir isimdi. Grandük Konstantin’in sütannesi Yunanlı bir kadındı. Konstantin’in dünyaya gelişi münasebetiyle verilen davette Yunanca şiirler okunmuş; yine bu olay vesilesiyle hazırlanan madalyonun bir yüzüne İstanbul’daki Ayasofya’nın resmi, diğer yüzüne ise üzerinde yıldız parlayan Karadeniz nakşedilmiş, Türklerin camiye çevirdikleri Ayasofya’nın üzerine bir haç kondurulmuştu.
Konstantin’in doğumu, “Grek projesi”nin doğumu olarak kabul edilebilir. “Grek projesi”ne göre Osmanlı İmparatorluğu Türklerin çıkıp geldikleri Asya’ya atılmalıydı. Yekaterina, Bâbı Âli’nin Avrupa yakasındaki topraklarında yaşayan Hristiyanların Türklerden beş veya altı misli kalabalık olduğunu ileri sürüyordu. Türklerin elinden kurtarılacak topraklarda iki tam bağımsız devlet kurulacaktı: Yunanistan ve Dacia. Dacia’nın bünyesinde bugünkü Moldavya, Romanya ve Kuzey Bulgaristan yer alacaktı. Yunanistan, Güney Bulgaristan, Makedonya ve Ege Adaları ise Yunan İmparatorluğumu oluşturacak ve imparatorluğun başkenti İstanbul olacaktı. Kurulması düşünülen imparatorluğun başına geçecek imparator dahi hazırdı: Konstantin Pavloviç. Sus payı olarak da Avusturya’ya Sırbistan, Bosna ve Dalmaçya, Fransa’ya ise Mısır verilebilirdi.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Çariçenin "Grek/Bizans Projesi" diye anılan projesinin bu en yeni aşaması hakkında, o döneme kadar bu hususta yalnızca bazı belirsiz imalarla karşılaşmış olan krala, Aralık 1780'in sonunda ilk kez aşağıdaki ayrıntılı açıklamaları yapmayı görev bildi.
Ezelden beri var olan, Türkleri Avrupa'dan çıkartmak ve İstanbul'da kendi hanedanının bir prensi için Bizans tahtını tekrar tesis etme fikri, çariçeyi ikinci torununun doğumu yakınken bir kez daha siyasi hayal gücünün bütün kuvveti ve canlılığı ile sarmıştı. Bu yüzden bu toruna Konstantin adı verilecekti.
Hazırlıklar buna göre yapıldı. Çariçe bu esnada da yine Kayser Josefin kendisine ithaf ettiği ve planı kolayca gülünç olma tehlikesi ile karşı karşıya getirecek siyasi romantizme kapıldı. Hiçbir eksiğin kalmaması için, geleceğin İstanbul imparatorunu Rum sütü ile emzirmek üzere, doğumdan önce Takımadalar'dan altı sütanne getirtti ve vaftizinin de Rus Ortodoks Kilisesi'nin geleneklerinden biraz farklı olan Rum Ortodoks geleneklerine göre yapılmasını emretti.
Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Rusya’nın Avusturya ile İttifak Arayışları, Avusturya’yı Grek Projesine Davet Etmesi
II. Katerina 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşmasının sonuçlarından memnun olsa da asıl gayesinden, yani Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve Avrupa Kıtası’ndan atmak projesinden bir türlü vazgeçmemişti. Amacı, kendisiyle ortak paydada buluşabileceği bir müttefik bulmaktı.
Çariçe, bu dönemde Rusya’yla ittifak yapabilecek en uygun devletin Avusturya olduğunu düşünmekteydi. Avusturya’nın politik yayılma sahasının da Osman Devleti olduğunu çok iyi biliyordu. Böylelikle hem Avusturya’yla Osmanlı toprakları için karşı karşıya gelmemiş olacak hem de Osmanlı Devleti’ne karşı güçlü bir müttefike sahip olacaktı.
Fransa ile yaptığı uzun savaşlardan yorgun çıkan Avusturya’nın ise, sıkışıp kaldığı Orta Avrupa coğrafyasından çıkış aradığı bu dönemde, Rusya’nın bu yaklaşımını reddetmesi beklenemezdi. Mevcut koşullarda, Osmanlı Devleti’nin paylaşımı için Rusya’yla bir mücadele içerisine girmesi de çok zordu. En azından Rusya’nın yanında yer alarak ganimet paylaşımından faydalanabilecekti.
II. Katerina, Osmanlı Devleti’ni parçalamaya yönelik projesini (Grek Projesi) uygulamaya koymak için, bu dönemde Rus çıkarlarına en iyi hizmet edecek devlet olarak gördüğü Avusturya ile bir ittifak oluşturmak istemesine karşın, Avusturya yönetimini elinde bulunduran Maria Theresa’nın Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yönelik plan ve projelere katılmak gibi bir niyeti yoktu. Maria Theresa, bu tür planlara karşı olduğunu ve olası bir taksim içerisinde yer almayacağını yazdığı 31 Temmuz 1777 tarihli mektubunda açıkça belirtmiş ve bunun nedenlerini şu şekilde ifade etmiştir:
“Osmanlı Devleti'nin taksimi sonuçları bakımından girişilen en tehlikeli maceralardandır. İstanbul önlerine kadar gidince ne kazanacağız? Sağlıksız, kaba, medeniyetsiz, vefasız ve fesat Yunanlıların bulunduğu bu yerlerin alınması ülkemizin gücünü artırmayacak, aksine azaltacaktır. Bu mesele, devletimizin değil ancak korkulacak komşularımızın yararına sonuç veren ve Polonya’nın paylaşımından daha özel bir meseledir. O olayın içine çekildiğim için pişmanım ve çok ciddi derecede koşullar bir araya gelmedikçe, Osmanlı Devleti’nin parçalanması konusuna katılmam mümkün değildir”.
1780
Avusturya’da İktidar ve Politika Değişikliği
Her ne kadar Maria Theresa Osmanlı Devleti’nin parçalanması fikrine karşı çıksa da Avusturya veliahtı olan oğlu II. Josef onunla aynı fikirde değildi. Bu durumu çok iyi bilen II. Katerina, Osmanlı Devleti’ne karşı Avusturya ile bir ittifak zemini oluşturmak için II. Josef nezdinde girişimlere başladı. Bu çerçevede 30 Mayıs 1780 yılında II. Katerina ile II. Josef Lehistan sınırları içinde yer alan Mohilev’de bir araya geldiler ve burada Osmanlı topraklarının taksimi konusunda görüşmelerde bulundular. II. Katerina, Osmanlı Devletine birlikte saldırmayı ve topraklarını aralarında paylaşmayı teklif etli. Bu teklifi II. Josef’in kabul etmesi üzerine aralarında bir mutabakat yapıldı. Bu mutabakata göre:
-
Eflak, Boğdan, Besarabya’yı içine alan Dinyester yani Turla ve Tuna Nehirleri arasındaki bölgede temeli Hıristiyanlığa dayalı Rusya’ya bağlı bir devlet kurulacak ve bu devletin adı “Daçya" olacaktı. Bu devletin başına ise Rus Generali Potemkin geçecekti.
-
İstanbul’da Bizans İmparatorluğu yeniden kurulacak ve bu imparatorluğun başına II. Katerina’nın torunu Konstantin geçecekti. Ayrıca buranın güvenliğinin sağlanması için Boğdan ve Dinyester arasındaki bölge ile Ege adaları Rusya’nın kontrolü altında olacaktı.
-
Avusturya, Eflak'ın Aluta Nehri’ne kadar olan batı bölgesi ile Sırbistan, Bosna-Hersek, İstirya ve Dalmaçya’yı içine alan Vidin ve Drina Körfezi arasındaki tüm bölgeyi ilhak edecekti.
-
Aralarında vardıkları bu mutabakat çerçevesinde oluşturdukları bu projeye muhalefet etmemeleri için Fransa’ya Mısır ve Suriye, Prusya’ya ise Torn ve Danzig verilecekti.
Böylelikle ileride Osmanlı Devleti’ne karşı sürdürecekleri ortak savaşın ilk temelleri atılmış oluyordu.
II. Josef, Rus Çariçesi II. Katerina ile Osmanlı Devleti’ni parçalamaya yönelik bir mutabakata varmış olmasına rağmen, bu dönemde Avusturya dış politikasına yön vermede annesi Maria Theresa kadar söz sahibi değildi. Ancak imparatoriçenin 1780 yılında ölmesiyle birlikte, Avusturya’nın idaresini tamamen eline alan II. Josef annesinin belirlediği politik sınırlamalardan kurtulmuş oldu ve daha rahat hareket etme imkânına kavuştu.
Avusturya İmparatoru, Rusya ile yapmış olduğu gizli antlaşmaya uyarak, olası bir savaşın çıkma ihtimaline karşı gerekli tedbirleri almaya başladı. Başta Erdel ve Macaristan bölgesi olmak üzere, Osmanlı Devleti ile olan sınırlarına seksen binin üzerinde askerini konuşlandırdı. Bundan sonra Rusların Kırım’ı işgal etmesi artık an meselesiydi.
1782
Prof. M.S.Anderson'un Doğu Sorunu (Yapı Kredi:2001) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Avusturya’nın Grek Projesinde İsteksizliği
1782 Kasım’ında Joseph, Rusya’nın iddialarını kabul ederken oldukça isteksiz bir tavır sergileyecekti.
Bu iddialı planları uygulamak kelimenin tam anlamıyla imkansızdı. İttifak kurulduğu andan itibaren, Almanya’daki II. Frederick’in düşmanlığının kamburunu sırtında taşıyan Joseph’in, Fransa ile iyi ilişkilerinin bozulmayacağı garantisi olmadan, Balkanlar’da bir girişimde bulunmayacağı ortaya çıkmıştı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Grek Projesinin Rafa Kaldırılması
Kayser II. Josef’in müphem tutumu, hatta dönekliği, hiç şüphesiz çariçenin düşüncesinin ve siyasetinin değişmesi üzerinde önemli bir etki bırakmıştı. Çok geçmeden siyasi romantizm ortamından tekrar yalın gerçeklik ve sakin düşünce ortamına geçilince, işlerin hiç de istendiği gibi gitmeyeceği anlaşılmıştı.
Mali durumunun hiç de iç açıcı olmayışı ve silahlı kuvvetlerinin her yerde görülen eksiklikleri, çariçenin şimdilik Babıali'ye karşı savaş fikrinden vazgeçmesine ve Bizans projesini daha iyi zamanlara ertelemesine sebep olmuştu.
Halbuki çariçe Bizans projesinden vazgeçmeye hiç niyetli değildi. Aynı dönemde torunu için, 30 bin baskı olarak askeri liselere dağıtılan bir Yunanca alfabe kitabı bastırdı ve askeri öğrenciler arasından güya zamanında Yunancaya, gelenek ve göreneklerine alışması için Grandük Konstantin'in yanına verilen bazı genç Rumları seçtirdi. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da yok edilmesine dair çeşitli hatıra sikkeleri de ortaya çıktı. Yıldırımın İstanbul'daki en büyük camiyi harabeye çevirdiği ve çariçenin "dinin savunucusu" olarak anıldığı sikkelerden biri, bu açıdan yeterince anlamlı idi.
Siyasetçiler bu arada Bizans projesinin gerçekleştirilmesine dair ilk önemli adım olarak çariçenin ertesi yıl için planlanan Kerson gezisinden endişe ediyorlardı. Zira bu gezinin en önemli amacı, burada iskân edilmiş Rumların zengin bağışlarla Grandük Konstantin'i imparator olarak kabul etmelerini sağlamak ve ardından Konstantin'i imparator ilan etmekti. Bu, Babıali'ye karşı açık bir savaş ilanı ve diğer devletlere Avrupa'da dünya barışını korumaya dair fazla cüretkâr bir çağrı olacaktı. Sonunda bu siyasi tiyatro fazla cüretkâr, hatta belki de gülünç bulundu. Kerson'a yapılacak seyahat iptal edildi ya da en azından ertelendi.
Artık hiç kimse çariçenin ciddi olarak Bizans projesini yakın gelecekte gerçekleştirmeye çalışacağına inanmıyordu.
Yeni Tatar İsyanı ve İlişkilerin Tekrar Gerilmesi
Yeni Tatar İsyanı
Mirzaların Şahin Giray Han'a karşı son ayaklanmasından sonra huzur yalnızca görünüşte yeniden sağlanmıştı. Hoşnutsuzluk ve kaynaşmalar sürekli olarak artmıştı. Kerç ve Yenikale'de güçlü Rus birlikleri mevcuttu ve Şahin Giray, Han sarayın muhtemelen yeniden çıkacak bir ayaklanma halinde onların yardımlarına mümkün olduğunca hızlı başvurabilmek için Kefe'ye taşımıştı.
Şahin Giray Han, Rusların himayesi altında rahatça Kefe'de otururken, kardeşlerinden biri olan Bahadır Giray, Kuban Tatarları boylarının çoğu tarafından karşı han olarak seçilmiş ve bu hareketin başına geçmişti. Tatarların en güçlü boyları da hemen onun tarafına geçtiler.
Neticede 1782 Mayıs'ında Bahadır Giray önemli bir askeri kuvvetle Kefe önlerine geldi; tek bir kılıç darbesine gerek kalmadan Kefe'yi işgal etti.
Osmanlıların tutumu
Reisülküttab bu hususun dile getirildiği ilk görüşmesinde, sarayının bu kavgaya karışmayacağını ve bilhassa bağımsız Tatar milletinin yeni bir han seçmekte tamamen serbest olacağını açıkladı. Tatarların hanlarından şikayetleri öncelikle sivil ve dini kanunların ihlali ile ilgili olduğundan çariçe zaten müdahalede bulunma yetkisine sahip değildi, zira Rusya yapılan son antlaşmada Tatarların içişlerine ve bilhassa dini meselelerine karışmaktan tamamen imtina etmeyi açıkça taahhüt etmişti.
Rusya’nın Tutumu
St. Petersburg'da çariçenin kabinesindeki ölçülü grup, mümkün olduğunca tarafsız bir tutum takılması ve zamansız kavganın barışçıl yollarla çözülmesi taraftarı idi. Zira Batı'daki siyasi karışıklıklarla, yeterince meşguldüler ve bu yüzden Şark yönünde sonuçları tahmin edilemeyen yeni anlaşmazlıklara maruz kalmak hiç de akıllıca gelmiyordu.
Oysa bu gevşek siyaset, hiç de çariçeye ve Prens Potemkin'e göre değildi. Şark yönündeki geniş kapsamlı planlarının uygun bir aracı olarak gördüğü Şahin Giray'dan hiçbir şekilde vazgeçmeye niyetli değildi. Aksine tekrar başa getirilmesinde ısrar etti ve gerekirse Şahin Giray'ı var gücüyle destekleyecekti. Hem çariçenin hem de Potemkin'in bu meseleyi Bizans projesini nihayet gerçekleştirmek ve bu amaçla Babıali'yi istemese de bir savaşa sürüklemek için iyi bir fırsat olarak değerlendirdikleri, diğer devletlerin de paylaştığı yaygın bir görüştü.
Osmanlı Kamuoyu
Divan-ı Hümayûn'da barış yanlısı grup hala üstünlüğü elinde tutsa da halk ve yeniçeriler isyan halinde idi, savaş ve intikam için haykırıyorlardı. Ağustos ayı ortalarında Kırım'da ve Karadeniz'de Türklerle Ruslar arasında kanlı çatışmaların meydana geldiği söylentisi yayıldı.
Osmanlı sultanı bile son derece tehlike altında idi. Yeni seçilen Bahadır Giray Han'ın tanınması, Ruslar karşısında fazla uysallık gösterdiği takdirde Sultan [I.] Abdülhamid'in tahttan indirilmesi talep ediliyordu. Karışıklık sırasında Kırım'dan Şahin Giray'ın yeniden tahta çıkartıldığı haberleri gelmişti.
Bu şekilde tekrar sağlanan huzur, sanki uzun bir süre için güvence altına alınmış gibi görünüyordu. Tabii ki her şey, Babali'nin nasıl davranacağına bağlı idi. Çariçenin kabinesinde, zayıflığından dolayı Babıali'ye her şeyi teklif edebileceklerine, Babıali'ye karşı her şeye cesaret edebileceklerine inanılıyordu.
Oysa bu konuda yanılıyorlardı.
Reisülküttab, Ekim ayı sonunda Prusya sefirine, Ruslar şayet Kırım'da yaptıklarına göz yumdukları için Babıali'yi ayaklar altına alabileceklerine inanıyorlarsa yanıldıklarını açıkladı. Çariçenin yeni bir hükümdar seçtiğini bildirmekten başka hiçbir şey yapmamış bir halkı yok etmesine yardım etmek amacıyla eline silah almasını istemesine son derece öfkelenmişti. Asla böyle bir şeyi kabul etmeyecekti.
Savaşın Eşiğinde
Babıali, savaştan her ne kadar kaçınmak istese de kamuoyunun etkisi altında artık bu kararlı konuşmaları uygun hazırlıklarla desteklemekten imtina edemedi. Dolayısıyla bu hazırlıklar yıl sonuna doğru sessizce, ama bir o kadar büyük çabalarla yürütüldü. Aralık ayında Bosna'da ve Sırbistan'da 10 bin kişi hazır olmalı idi ve 14 gün içinde serhad boylarına 90 bin kişi gönderebileceklerini umuyorlardı. Belgrad'da çoğunluğu Arnavutlardan oluşan 60 bin kişilik uzman birlikler ve 12 bin kişilik bir Kazak birliği, Besarabya'da yine büyük bir bölümü Arnavutlardan oluşan aynı sayıda birlikler toplandı.
Ertesi yılın başlarında Anadolu timarlarına, timarlarını kaybetme cezası altında, 53 gün içinde Bender'e veya bir ay içinde Boğaz girişindeki hisarlara gelme emri verildi. Bu şekilde ilkbahara kadar Rumeli'de yaklaşık 300 bin kişilik bir askeri kuvvet toplayabileceklerini hesaplamışlardı. İaşeleri bilhassa Gelibolu, Sofya, Niş ve Belgrad'da kurulan büyük erzak depolarından temin edilecekti.
Aynı zamanda Anadolu'dan Erzurum'da bulunan birlik Kırım'a hareket edecekti ve henüz Rumeli'de bulunan 20 bin Tatara, Canikli Ali Paşa'nın emrinde gerektiğinde Kırım'da Ruslara karşı kullanılmak üzere, Anadolu'ya geçme emri verildi.
İstanbul cebehanesinde ve tophanesinde de olağanüstü bir hareketlilik görülüyordu. İlkbahara kadar 300 yeni top dökmek ve aynı sayıda kale topları hazırlamak için gece gündüz çalışılıyordu.
Tabii ki aynı zamanda donanma da elden geçiriliyordu. Mart ayına kadar en az 25 adet büyük savaş gemisi donatılacak ve denize açılmaya hazır hale getirilecekti. Ertesi yıl bu tür gemilerin sayısını 40'a ve 30-40 toplu karavellerin sayısını 30'a çıkartabilmeyi umut ediyorlardı. Mürettebat olarak kış ayları içerisinde Takımadalar'dan 4.500 iyi yetişmiş denizci, İstanbul Boğazı yakınlarındaki adalara getirildi ve burada her an Kapudan Gazi Hasan Paşa'nın emirlerini beklediler.
Grek Projesi Raftan İniyor
Çariçe kayser için ayrıntılı bir paylaşım planı hazırlattı. Bu plana göre kaysere Bosna, Sırbistan ve Belgrad'ı bırakmaya hazırdı; karşılığında ise kendisi için yalnızca Özü'yü ve etrafındaki toprakları, Kırım'ı ve "sınırlarını daha iyi düzenlemek için" gerekli olabilecek bütün topraklan talep ediyordu. Türkiye'nin Avrupa'daki kısmının tamamı ile Yunan adaları, Grandük Konstantin için öngörülen ve ne tuhaftır ki İngiliz anayasasını örnek alarak bir tür cumhuriyet şeklini önerdiği söylenen "Şark İmparatorluğu"nu oluşturacaktı. Oysa anlaşıldığı kadarıyla çariçe bundan da çok Eflak ve Bağdan üzerinde nasıl tasarrufta bulunulacağına dair sıkıntıya düşmüştü. Kayserin buraları kendisine vermeyeceği açıktı. Lakin Avusturya topraklarının bu yönde genişletilmesine rıza göstermeye niyetli değildi. Bu yüzden Memleketeyn topraklarını bir nevi bağımsız bir ülke olarak, üçüncü bir kişiye bırakmayı daha uygun görüyordu ve bu kişi de tabii ki genel olarak bilindiği üzere, Prens Potemkin'den başkası olmayacaktı.
Bu planını zayıf yönleri açıktı ve bilhassa Kral Frederik tarafından kavrayışla ve derin bir bakışla ele alındı. Kont Görtz'e, İngiliz cumhuriyetçilik örneğine göre yeni bir imparatorluğun kurulması ile ilgili olarak, bunun güzel ve parlak bir plan olduğunu yazdı. Lakin bu planı gerçekleştirmek için gerekli parayı nereden bulacaklardı? Orada İngilizlerinki gibi bir anayasa için kullanılabilecek özgür insanlar var mıydı? Bu arada en iyi kısım, Potemkin'e ve kaysere düşecekti. Çariçeye Kırım'dan başka sonunda sadece Bucak ve Besarabya çölleri kalıyordu. Ayrıca Kırım'ı meşru ve çariçe tarafından bizzat tanınan hükümdarının elinden hangi hakla alacaktı? Bunu yaptığı takdirde göz kamaştırıcı şanı, sonunda bu türde bir teşebbüste bulunmasına sebep olacak tek şey olan Bizans İmparatorluğu'nun fethine dair büyük amacını gerçekleştiremeden, bariz ve onurunu zedeleyici bir adaletsizlik yapmış olurdu. Krala göre, bundan tamamen uzak durulacaktı ve en fazla Babıali'nin Kırım'ın sınırsız bağımsızlığını, Memleketeyn'in biraz daha sınırlı bağımsızlığını ve Karadeniz üzerinde serbest denizciliği kabul etmesini sağlamakla yetineceklerdi ki bu, bilhassa kayserin avantajına olacaktı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Çariçe, yalnız Kırım'ı ve buna mülhak bazı toprakları, Dinyeper boyunda bazı gerekli sınır mevkilerini almaktan başka bir gayesi olmadığına dair İmparator Jozef’e şeklen teminat verdi. Buna mukabil Bosna ile Sırbistan'ı Avusturya'ya bırakmaya seve seve hazır olduğunu temin etti.
Rusya ve Avusturya’nın Notası
Aralık aynıda Reis Efendi'ye, Rusya ile Avusturya’nın bir notasını aldı. Babıâli'den, Rus gemilerinin mühimmat ve cephane taşısalar bile Boğazlardan geçmelerine artık engel olmaması; Eflak ve Boğdan hakkında giriştiği taahhütleri tam zamanında yerine getirmesi, son olarak da Rus Çarının askerleri tarafından işgal edilmiş olmakla beraber "Serbest" Kırım'ın meşru Han'ı olarak Şahin Giray'ı tanıması isteniyordu.
Reis Efendi kaçamaklı bir cevap verdi. Buna göre Kırım'da vaki olan son olaylardan Babıâli memnundu ve bundan sonra da muahedelere riayet etmeyi vadediyordu; yalnız Rus gemilerinin boğazlardan geçmesi hakkındaki nokta üzerinde birtakım ihtiyatî kayıtlar ileri sürüyordu. Fakat Babıâli'nin asıl niyeti, yukarda adı geçen notadaki üç nokta üzerinde müzakereleri uzatmak ve elverişli zaman geldiğinde silâhlara başvurmaktı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Avusturya’nın da Savaş Hazırlıklarına Başlaması
Durum ne olursa olsun, kayser iyi niyetini kanıtlamak için, yılın sonlarına doğru hazırlıklarını büyük bir gayretle yürüttü. Lakin bu hazırlıklar yalnızca erzak depolarının kurulması, mal teminiyle ilgili anlaşmalarının yapılması ve ara sıra Tuna Nehri üzerinden savaş araç gereçlerinin gönderilmesi ile sınırlı idi.
Tam bunlardan dolayı, iki imparatorluk sarayı arasındaki karşılıklı kışkırtmalara rağmen, her şey müphem ve belirsiz bir durumda kalmaya devam etti. Lakin bu hususu henüz açıklığa kavuşturamadan, iki imparatorluk sarayının Şark yönündeki geniş kapsamlı planlarının gerçeğe dönüştürülmesi için hiç de olumlu görünmeyen bir hadise meydana geldi.
İngiltere'nin Kuzey Amerika'daki koloniler savaşı sonuna yaklaşıyordu. 1782 yılı daha bitmeden barışın yakın olduğu ve bunun Batılı devletlerin dikkatlerini ve güçlerini yeniden Şark Meselesi üzerinde yoğunlaştırmalarına sebep olacağı artık şüphe götürmüyordu.
Gerçekten de 20 Ocak 1783'te barış ön hazırlık belgeleri imzalandı.
Lakin kayser, çariçeye gönderdiği özel bir yazıda bu hususta endişelenmemesi gerektiğini söyleyince, çariçe biraz sakinleşmiş gibi görünüyordu. Birleşik silahlı kuvvetleri, Türklerin silahlı kuvvetlerinden üstündü ve bu sayede yeterince hareket alanı bulacakları daha ilk sefer sırasında öyle parlak zaferler elde edeceklerdi ki, diğer devletler de eğer daha sonra katılmak isteseler bile, elde ettikleri avantajları güvence altına almalarını engelleyemeyeceklerdi. Fransa, daha yeni biten savaştan dolayı tükenmişti ve bu yüzden büyük teşebbüslerde bulunamayacaktı.