Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki Nüfus Yapısı
Anadolu
Anadolu'nun doğu bölümü, Türklerin yanı sıra hem yerleşik hem de göçebe Sünni ve Şii Kürtleri barındırıyordu. Kürtler iki topluluk halinde -küçük olanı Zaza, büyüğü Kırmanj- ve aynı zamanda Sünni bir çoğunluk, Şii bir azınlık olarak bölünmüşlerdi. Toplam Osmanlı Kürt nüfusunun 1880'li yıllarda 1,5 milyon olduğu tahmin edilmişti. Bunların çoğu göçebe ya da kır yaşantısı sürdürüyor, bugün Güneydoğu Türkiye, Irak ve Suriye'nin bir bölümünden oluşan bir bölgede yaşıyordu. Dersim, Diyarbakır ve Harput'un dağlık bölgelerini içeren bu bölgelerde yaşayan ve hem yerleşik hayata geçmiş hem de göçebe olan büyük Türk toplulukları vardı. Daha 1880'li yıllarda Kürt ileri gelenlerinden oluşan küçük bir topluluk, Kürtlerin anavatanı olarak gördüğü bu bölgeleri diğer milletlerin, özellikle de aynı bölgenin büyük bir bölümünü gelecekteki bağımsız Ermenistan'ın toprakları olarak gören Ermenilerin talepleri karşısında korumaya çalıştı[6].
[7]
Anadolu'nun kuzeydoğu bölümü, 19. yüzyılın ikinci yarısında büyük çaplı bir etnik değişimden geçti. Çeşitli Kafkas toplulukları 1853 yılından sonra karadan Anadolu'ya göç etmeye başladılar. 1878 yılında Ardahan, Batum ve Kars gibi kuzey vilayetlerinin Rusya'ya verilmesinden sonra Dağıstanlılar, Çeçenler, Gürcüler, Lazlar ve bir kısmı Türk kökenli ancak çoğu Kafkas soyundan gelen başka pek çok Müslüman topluluk yerleşmek üzere Doğu Anadolu'ya geldi. Bu arada çoğunluğunu Bulgaristanlı ve Doğu Rumelili Türklerin ve Çerkezlerin oluşturduğu, Balkanlardan gelen büyük Müslüman göçmen topluluklar, boydan boya Batı, Orta ve Güney Anadolu'ya, toprağın elverişli olduğu her yere yerleştiler. Daha sonra Boşnaklar, Pomaklar ve daha az sayıdaki Arnavutlar gibi Türk olmayan Müslümanlar da Anadolu'ya gelerek yoğun olarak batı bölgelerine yerleşti. Girit'in Yunanistan tarafından işgal edilmesinden sonra buradaki Müslümanlar -çoğunlukla Türkler ama aynı zamanda Rumca konuşan bazı büyük Müslüman topluluklar da- göç ederek Anadolu'nun güney kıyılarına yerleşti.[8].
Andolu Dışı
Kuzey Afrika, Mısır, Arap yarımadası ve Suriye'yle Irak'ın güney bölgelerindeki Müslüman nüfusun etnik ve dilsel açıdan sınıflandırılması, bu bölgelerde Arapça konuşan Müslüman nüfusun hâkim olması yüzünden görece daha kolaydır. Bununla birlikte Arap, Türk, İranlı ve Kürt aşiretlerin karşılaşma noktası olan Suriye'nin kuzeyindeki topraklar ve Irak'ın dağlık bölgeleri, birbirinden farklı dillerin ve toplumsal örgütlenmelerin harmanlandığı bir pota durumundaydı. Bu bölge, Çerkezlerin ve diğer Müslüman göçmenlerin Beyrut çevresine, Halep ve Bağdat bölgelerine, Hicaz demiryolu ve Suriye kıyı şeridi boyuna yerleşmesiyle birlikte daha karmaşık bir hal aldı. Bu bölgede Lübnan'a yerleşmiş olan yaklaşık 150 bin Dürzi, Suriye kıyılarında yaşayan 200 bin Nusayri (Aleviydiler) ve esas olarak Halep ve Musul'un kuzey bölgelerinde bulunan 150 bin Yezidi (ateşe tapınanlar) gibi Sünni olmayan topluluklar bulunuyordu[9].
1874 yılında Asya vilayetlerinin (Arabistan hariç) 10,3 milyon Müslümandan ve başta Rum ve Ermeni olmak üzere 2,8 milyon gayrimüslimden oluşan toplam nüfusunun yaklaşık 13 milyon olduğuna -çoğu gözlemci bu rakamın doğru olduğunu kabul eder- işaret ediyordu. 1885 yılında, yani Balkanlardan gelen büyük göç dalgasının sindirilmesinden 11 yıl sonra, Anadolu'daki Müslümanların sayısı, Kuzeydoğu Anadolu'yu (1878'de) Rusya'nın almış olmasına rağmen 15 milyonun üzerine çıkmıştı. Bu dönemde Hıristiyanların sayısında fazla artış olmamıştı[10].
Dipnotlar
[1] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
[2] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
[3] Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Kemal Karpat
[4] Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Kemal Karpat
[5] Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Kemal Karpat
[6] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
[7]http://www.aksitarih.com/kinalizade-ali-efendi-ve-ahlak-i-alai-adli-eseri.html
[8] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
[9] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
[10] Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu
Osmanlı topraklarındaki Müslümanların sayısı, 1878 yılından itibaren imparatorluğun ağırlıklı olarak Müslüman bir devlete dönüşmesiyle sonuçlanacak biçimde sürekli tırmandı. 1880 yılına gelindiğinde Anadolu'nun Müslüman nüfusu çoktan % 80'i bulmuştu ve bu oran bu tarihten sonra da artmaya devam etti. Osmanlı istatistiklerinde Müslüman nüfusu, etnik ve dilsel topluluklara bölünmüyordu[1].
Göçün, Anadolu'nun İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi sürecini hızlandırdığı görüşü istatistiklerle de desteklenmektedir. Osmanlı idaresinin özet halindeki bir yayını, Osmanlı nüfusunun 1875 yılında 19,8 milyondan 1885 yılında 24,5 milyona ve 1895 yılında 27,2 milyona yükseldiğini göstermektedir. Nüfustaki bu artış (yirmi yılda yaklaşık % 40 oranında) esas olarak göçten ve aşiretlerin yerleşik hayata geçmesinden kaynaklanıyordu[2].
Birinci dünya savaşının hemen öncesinde yaklaşık nüfus 19 milyon civarında görülüyor. Savaş sonrasında kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nde bu vilayetlerden Beyrut, Halep’in Antep dışında kalan büyük kısmı, Suriye ve Edirne’nin bir kısmı da yer almadı. Bu bölgeler hariç 1914 yılı için yaklaşık nüfus 16 milyon civarındadır. Türkiye Cumhuriyetinde 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında ulaşılan sonuç da 13.6 milyonu gösterecektir. Bu değişiklikte 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Ermeni Tehciri ve Rum nüfusun mübadelesinin etkisini de göz önünde bulundurmak gerekli. Ermeni Tehciri sırasında göçe zorlanan nüfus için verilen rakamlar 400 bin ile 1,5 milyon arasında değişiyor. 1923 yılında imzalan Lozan anlaşmasına göre de 1.200 bin Rum Yunanistan’a göç etti, 500 bin civarında Müslüman-Türk de Türkiye Cumhuriyeti’ne geldi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki Nüfus Yapısı
Rumeli’deki Müslüman nüfusunun yüzdesi 1860 yılından sonra önemli ölçüde arttı. Bu artışın Tatar ve Çerkez göçünden kaynaklandığına kuşku yoktur. 1812 yılından sonraki savaşlardan kaynaklanan büyük insan kaynaklarının yol açtığı nüfus eksikliği, bu göç sayesinde giderilmekle kalmamış, bölgedeki Müslümanların oranında artma bile sağlanmıştır.[3]
1860-1878 Rumeli’de Müslüman Nüfusu
Avrupa’daki Osmanlı Nüfusu 1820-1900[4]
Bu ahalilerin [Avrupa’daki Müslüman nüfus] “Müslüman” kimliği, dıştan bakıldığında isimler ve törenler gibi belli bir amaca hizmet eden simgeler ve eylemlerden oluşuyordu. İnancın gereklerinin pratikte yerine getirilmesi, kişinin kendini Müslüman sayabilmesi için zorunlu görülmediği gibi, Müslüman topluluğuna kabulü için bir ön koşul da değildi. Ele aldığım topluluklardaki ortalama Müslümanlar için besmele çekmek ve kelime-i şehadet getirmek, içten görüldüğü ve ciddi bir inanca adanmışlığın ifadesi olduğu takdirde kişinin Müslüman kimliğinin yeterli bir göstergesi olarak değerlendiriliyordu[5].
Dağılma Döneminde Nüfus Yapısı