Yeni Bir Dönemin Eşiğinde
Savaş Sonrası Ordunun Durumu ve İyileştirme Çabaları
Savaş Sırasındaki Durum
Son savaştan yalnızca maddi açıdan çok zayıflamış olmakla kalmayıp aynı zamanda maneviyatı da tamamen çökmüş bir ordunun varlığı, delil gerektirmeyen bir gerçekti.
1774 Haziran'ında Kozluca mağlubiyetinden sonra Anadolu sipahilerinin kaçtığını ve Gelibolu'ya geldiklerinde ne telkinler ne de tehditlerle geri dönmeye zorlanabildiklerini hatırlatmak yeterli olacaktır.
Baron de Tott'un büyük gayretler ve büyük masraflarla Fransız modeline göre oluşturduğu düzenli topçu birliklerinde ise durum daha da kötü idi. Dakikada 14-15 top atabilmeleri işe yaramamıştı. Zira düşmanla karşı karşıya gelir gelmez topçular panik içinde atların iplerini kesip üzerlerine binerek durdurulması imkansız bir şekilde kaçtılar. Bütün toplar, tek bir atış bile yapmadan, kolay bir ganimet olarak Rusların eline geçti.
Oysa Rusya ile savaş her an tekrar başlayabileceğinden, silahlı kuvvetlerin güçlü bir hale getirilmesi ihtiyacı çok büyüktü.
Kara Ordusu
Tabii ki bu yönde aşılması gereken en büyük sorun yine para meselesi idi. Ulufeler ya hiç verilmiyor ya da çok düzensiz ödeniyordu. Daima uzun gecikmeler oluyordu.
Bütün bunlara rağmen, sırf yeniçeri ocağının sahip olduğu imtiyazlardan yararlanmak için, muazzam sayıda avam takımı bu ocağa katılıyordu. Baron Tott, o dönemde defterlere kayıtlı olan yeniçeri sayısını en az 400 bin olarak tahmin ederken, gerektiğinde bunların ancak 20 bin kadarı silah altına alınabiliyordu.
Tabii ki hazinenin yükü de buna orantılı olarak artıyordu. Hazinenin yükünü biraz olsun hafifletmek için, barış sağlandıktan sonra ciddi olarak bu birliklerin ulufelerinde bazı önemli kısıntılara gidilmesi düşünüldü. Örneğin 1776 yılı yazında adam başı günlük 1,5 akçe gibi yüksek bir ulufeden tasarruf etmek için, son savaşta kurulan ve bilhassa kılıçla savaşmak üzere eğitilmiş yaşlı yeniçerilerden oluşan dalkılıç ocağı tekrar kaldırılacaktı. 4 bini İstanbul'da ve 8 bini eyaletlerde olmak üzere, 12 bin kişiden oluşan bu birlik, yeniçerilerden de destek alarak ayaklandı. Yalnızca 30 aydır ödenmeyen ulufelerinin hemen ödenmesini kabul ettirmekle kalmayıp, ocağın tamamının zaten tamtakır olan bütçeye konulmasını sağladılar. Acilen bu gazilerin şimdilik tatmin edilmesini sağlayan 900 bin akçe bulunmamış olsaydı muhtemelen isyan çıkardı.
1776 yılı sonlarında ise Kırım'a doğru hareket edecek bir yeniçeri birliğini seferber etmek söz konusu olduğunda, yalnızca ödenmemiş ulufeleri ödenene kadar değil, ayrıca altı aylık ulufeleri peşinen ödenene kadar yerlerinden bile kıpırdamayı reddettiler. Bunun için gerekli imkanlar mevcut olmadığından, söz konusu sefere çıkılmadı.
Ertesi yılın sonlarında Rusya ile savaşın her an tekrar başlayabileceğinden endişe duyulurken de padişah, bu amaçla yeniçeri ağasının etrafına toplanan yeniçeri subayları ile yaptığı yazılı bir anlaşma ile hem cari ulufelerin belirli günlerde düzenli olarak ödeneceğini, hem de her yıl iki kez Sultan III. Mustafa döneminden kalan ulufeler karşılığında bu eski borç tamamen kapanana kadar ödeme yapmayı taahhüt etmek zorunda kaldı. İlgili odalar ancak bu şartlar altında Rusya ile "dinleri ve devletin onuru için silaha sarılıp" savaşmayı kabul ettiler.
1777'de Sadrazam Darendeli Mehmed Paşa, yeniçerilerin ulufelerinde yalnızca gerçekten aktif olarak görev yapan birliklere para ödenmesi şeklinde önemli bir reform yapmak istedi. Böylece yeniçeri ocağı ile ilgili masrafların en azından yarısının tasarruf edebileceğini düşünüyordu. Bu hususta da bilhassa ulemayı gözüne kestirmişti. Zira hiçbir savaş hizmetinde bulunmayan ve hiçbir zaman böyle bir hizmette bulunmaya niyetleri olmayan, ama yine de en yüksek ulufeyi alan yeniçeriler ve sipahiler, ulemanın hizmetinde olanlardı. Oysa planı tam da bu yüzden başarısız oldu.
Donanma
Devletin çeşitli yerlerinde, Takımadalar'da ve Karadeniz'deki tersanelerde ve İstanbul Tersanesi'nde kapudan paşanın doğrudan şahsi nüfuzu altında büyük bir faaliyet gösteriliyordu. Gazi Hasan Paşa, çevredeki ormanlarda gemi yapımı için yapılan ağaç kesimini bizzat yönetmek üzere İznik'e gitmekten bile kaçınmadı. Planı, Osmanlı donamasını, tersanelerde kullanıma hazır bulundurulacak en az 40 büyük kalyona çıkartmaktı. Lakin mevcut maddi imkanlar buna asla izin vermiyordu ve yeni mürettebat sistemini de ihtiyacı karşılamaya uygun hale getiremedi.
Takımadalar'dan gelen bazı Rumlar ve Garb Ocakları'nın sahillerinde [Kuzey Afrika] yaşayan insanlar arasından gelen bazı kişiler dışında, gemi mürettebatlarının büyük bir bölümünün iç kesimlerin daha önce deniz bile görmemiş işe yaramaz avam takımından oluşmasının yanısıra, levendlerin donanma kışı geçirmek üzere limanlara girer girmez ertesi yılın Mayıs ayı başlarına kadar evlerine geri dönmek için gemileri terk etmeleri de en büyük zorluklardan biri idi.
Babıali bunun için gerekli maddi imkanları bulamadığı için, Gazi Hasan Paşa masraflarını kendisi karşılayarak, İstanbul Tersanesi'nin yakınlarına küçük bir kışla yaptırdı. Oysa Divan-ı Hümayun'daki rakipleri bunu her yönden zan altında bırakmaya çalışıyorlardı. Kapudan paşa, sözde yeni organize ettiği bu levendler birliği ile her zaman kendi amaçları için kullanabileceği ve bilhassa yeniçeriler karşısında bir denge oluşturacak olan kendi silahlı gücünü kurmaya çalışıyordu.
1775 yılı sonlarında İstanbul'da deniz subayları yetiştirmek üzere kurduğu denizcilik okulunun akıbeti de farklı olmadı. Yalnızca padişahın sınırsız güveni sayesinde Osmanlı deniz kuvvetlerinin güçlendirilmesi için kurduğu bu tesisleri ölümüne kadar muhafaza etmeyi başardı.
Gazi Hasan Paşa, bu kurumlar sayesinde en azından 1778'de Karadeniz'e gerektiğinde oradaki Rus donanması ile başa çıkabilecek iyi donatılmış 30 gemi gönderebilmeyi başardı. Herhangi bir çatışma çıkmamasına rağmen, talihi yine de yaver gitmedi. Donanmanın yaklaşık 50 bin kişiden oluşan mürettebatı o dönemlerde kol gezen korkunç bir vebadan dolayı birkaç ay içinde 15 bin kişiye düştü. Ayrıca donanmaya büyük zarar veren bir fırtınada en iyi gemilerinden ikisini kaybetti. Bunlardan biri olan amiral gemisini Sinop yakınlarında karaya vurduğu ve kurtarılması mümkün olmadığı için, ateşe verdirdi; diğeri ise bu esnada ihmalkarlıktan dolayı ateş alarak mürettebatının tamamıyla havaya uçtu.
Neticede donanma Ekim ayında sefil bir durumda İstanbul'a geri dönmek zorunda kaldı.
Tabii ki son savaşın gerektirdiği mali fedakarlıklar çok büyüktü ve bunların sonucunda, hazinenin sürekli olarak ağır yükler altına girmek zorunda kalmasından dolayı gelirler ve giderler arasındaki dengeyi bulmak çok zor, hatta imkansızdı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.