1768-70 Osmanlı-Rus Savaşı (I)
1768
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kırım Giray Han’ın Göreve Getirilmesi
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. Johann Wilhelm Zinkeisen. Yeditepe:2011
Divan-ı Hümayun tabii ki Tatarların yardımına oldukça güveniyordu. 1763'te Rodos'a sürgüne gönderilen kararlı bir Rus düşmanı olan Kırım Giray Han, bu yüzden tekrar geri getirildi ve Kırım'ın hükümdarlığı bir kez daha kendisine verildi.
Kırım Giray Han, Sultan III. Mustafa ile sefer planı üzerinde bizzat anlaşmaya vardıktan sonra, değerli hediyelerle birlikte, Yeni Sırbistan'a akın etmek üzere daha sonra 10 bin sipahinin de katıldığı 100 bin Tatar'ın ve 1.500 konfedere Lehlerin kendisini bekledikleri Besarabya'ya gitmek üzere 1768'de İstanbul' dan ayrıldı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Savaş ilânından sekiz gün sonra, devletin içinde bulunduğu durum bakımından çok önemli bir değişiklik meydana geldi. Bu, Kırım Hanı'nın değiştirilmesiydi. Padişah, ilân edilen savaşta daha enerjik bir harekât için buna gerek görmüştü. Maksud Giray'ın yerine han olarak, Rusların çok korktuğu Kırım Giray getirildi. Kırım Giray ikinci defa han oluyordu.
1769
Kırım Girayın Rusya Seferi Ve Ölümü
Kırım Hanı, 1769 şubat sonlarında yüz bin askerle hareket etti. Ordusunu üçe ayırdı: Otuz bin kişilik birlik Dönek'e yürüdü. İkinci birlik, Özi nehrinin sol kıyısını takip ederek ilerledi. Üçüncü birliğe bizzat kumanda eden han, Yeni Sırbistan'a saldırdı. Han'ın bu birliği bölgeyi karşı durulmaz bir sel gibi yıkıp geçti ve yağmaladı.
Kırım Türkleri bu sefer sırasında elde ettikleri ganimetleri korumak ve gözetlemekte inanılmaz kabiliyetlerini gösterdiler. Hemen hemen her askere, ganimet olarak yarım düzine esir, iki düzine sığır, beş-altı düzine koyun düşüyordu.
Orduda sert bir disiplin hüküm sürüyordu. Bir haç resmiyle alay eden, hakaret sayılacak hareketlerde bulunan Nogaylara, bu hareketin yapıldığı kilisenin önünde yüzer sopa vurulmuştu. İzinsiz olarak bir Polonya köyünü yağmalayanlar da atlarının kuyruğuna bağlanmış, ölünceye kadar sürüklenmişlerdi.
Kırım Giray, bu seferden dönüşünden bir ay sonra öldü. Onu, Eflâk voyvodasının casusu olan Rum hekim Siropulo zehirlemişti.
Devlet Giray Kırım Hanı ilân edildi. Fakat bu güçsüz bir handı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Tatarların bu ilk akını ve yiğit liderlerinin adı, Moskova'ya kadar Rusya'nın tamamında büyük bir dehşet yaratmıştı. Hanın daha iyi bir mevsimde var gücüyle Lehistan' a saldıracağından korkuluyordu. Ölüm karşısında duyulan dehşet, bilhassa İstanbul'da çok büyüktü, zira burada savaşın devam ettirilmesinde adeta son Tatar kahramanı diye tanımladığı Kırım Giray Han'ın yiğitliğine ve sağgörüsüne büyük umutlar bağlanmıştı. Halefi Devlet Giray, bu umutları gerçekleştirecek çapta bir adam değildi. Bu yüzden Kırım Giray Han'ın hiç beklenmedik ölümü, meseleye hakim olanlar için bu uğursuz savaşın olumsuz akıbetinin adeta ilk darbesi gibi idi.
(Vikipedi'den alınmıştır)
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Osmanlı Ordusunun Harekete Geçmesi
İmparatoriçe Katerina, sonbaharda ilân edilen savaşı ilkbaharda gereği gibi karşılayabilmek için kış boyunca hazırlanmıştı.
Osmanlı sadrazamı İstanbul'dan Tuna kıyısına hareket etmişti ve henüz yolda idi. Bu sırada Prens Galiçin, Hotin'i kuşatmak üzere Turla (Dinyeper) nehrini geçti. Hotin'e saldırmasından üç gün sonra mağlup olarak geri çekildi.
Galiçin'in Hotin'de başarı sağlayamaması, yenilip Turla’nın ötesine çekilmesi, İstanbul'da büyük sevinç yarattı.
Mayıs başlarında sadrazam karargâhını Babadağ'dan İsakçı'ya nakletti. Burada yirmi gün kalarak ihtiyaç duyulan savaş malzemelerini tamamlamaya çalıştı.
Başkomutanın Yetersizliği ve Sonu
Strateji konusunda hiç tecrübesi bulunmayan sadrazam yani başkomutan, ordunun ileri gelenlerini bir savaş meclisi halinde topladı ve onlara şöyle dedi:
«Orduyu hangi noktaya sevk edelim? Benim seferle ülfetim (savaş tecrübem) yoktur. Harekâtın nasıl olacağını, devletimizin yararına en uygun hareketin ne olacağını siz tespit edeceksiniz. Düşündüklerinizi hiç tereddüt etmeden söyleyin ve beni aydınlatın!»
Onun bu bilgisizliği ve itirafı orada bulunanları şaşkına çevirdi. Hayâl kırıklığı içinde herkes birbirinin yüzüne baktı. Bazıları Hotin'e, Özi ve Bender'e doğru hareket edilmesine taraftar olduklarını, bir hücum halinde buralarda daha başarılı karşı konulacağını söylediler. Bazıları da her şeyden önce Tuna'yı geçmelerini, sonra da duruma göre hareket edilmesini tavsiye ettiler. Sadrazam da bu sonuncu görüşe katıldı.
Nicolae Jorga'nın Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe: 2005) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Gerçek bir savaş adamı olan Moldovancı Ali Paşa, Hotin’de bulunan birliklerin yönetimini devraldı ve 12 Ağustos’ta Rusları geri çekilmeye zorlamayı başardı. Moldovancı Ali Paşa, Ağustos ayında sadrazam tayin edilmiş ve Bender halkı tarafından lanetlenerek, Han Tepesi’ne geri çekilen selefi Mehmed Emin Paşa, Edirne’ye götürüldü. Burada, kaderinden kaçmak için hastalık ve ruhsal bozuklukları öne sürdüğü yerde, cellat kendisini bekliyordu.
İsmail Hami Danişmend'in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronplojisi (Bab-ı Ali: 1960) adlı eserinden kısaltılarak ve kısmen sadeleştirilerek alınmıştır.
Ordunun Dinyester (Turla) Nehrinin Karşısına Geçirilmesi ve Köprü Faciası
İkinci Hotin zaferinde düşmanın karşı yakaya atılmış olmasından şevke gelen askerin taarruz isteği ve selefinin harekete geçmesindeki gecikme yüzünden uğradığı akıbet karşısında böyle bir harekete mecbur olduğundan bahsedilen Ali Paşa’nın elindeki araçlar kâfi gelmediği için, 2 Eylül günü Hotin önlerinde güçlendirdiği köprünün iki başını yük arabaları ile güçlendirmek mecburiyetinde kalmıştır. Nihayet ordu ilk defa karşı yakaya geçmiş, 800 Moskof tepelenmiş, fakat Türk kuvvetlerinin dağınıklığından istifade eden düşman tekrar bölgeyi ele geçirince asker geri çekilmişti.
Karşı yakaya 12 bin kişi geçirilmişse de iki başı yük arabaları ile güçlendirilen köprü, suların yükselmesine dayanamayarak tam ortasından çökmüş, birçok asker dalgalar içinde kaybolup gitmiş, Tatar askerlerinin ustalıklarıyla mühim bir kısmı beri yakaya nakledilmiş ve nakline imkan olmayan 600 asker de Ruslarla çarpışa çarpışa Bender’e giderken bir kaç yüz şehit vermiştir. Bu felaket üzerine dağılacak hale gelen ordunun artık orada tutulmasına imkân kalmadığından bahsedilir.
Hotin’in Boşaltılması ve Ruslar tarafından işgali
Köprü faciasının asker arasında meydana getirdiği panikten dolayı orduyu götürmek mecburiyetinde kalan Serdar-ı-Ekrem Moldavancı Ali Paşa 20/21 Eylül gecesi hareket etmiştir.
Kuşatmadan dolayı harap olan Hotin’de ancak 20 günlük erzak kalmış olduğu için, köprü faciası üzerine bütün muhafızları kaçmış ve hatta savunma kumandanı vezir Abaza Paşa da nihayet 5-6 adamıyla kaçmaya mecbur olmuş ve işte bu yüzden 300 topu ve mükemmel cephanesiyle bomboş kalan Hotin kalesini düşmana bırakıp giderken başkumandan üzüntüsünden ağlamıştır.
Ruslar Osmanlıların «Memleketeyn» dedikleri Eflak ve Boğdan voyvodalıklarını kolayca istilaya muvaffak olmuşlardı.
Başarısızlığından dolayı azledilen Moldovancı’nın sadareti 4 ay, 1 gün sürmüştü.
1770
İsmail Hami Danişmend'in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronplojisi (Bab-ı Ali: 1960) adlı eserinden kısaltılarak ve kısmen sadeleştirilerek alınmıştır.
Mora Zaferi
1768 senesi içinde hazırlanıp o senenin sonlarına doğru hareket eden bir Rus donanması Manş ve Cebelitarık yoluyla Akdeniz’e girmiş ve bir müddet evvel İkinci Katerina’nın yolladığı papaz kılıklı casusların Osmanlı idaresine karşı hazırladıkları Mora isyanını alevlendirmek üzere ilerlemeye başlamıştı. Aslında donanmayı bir takım İngiliz subayları idare etmektedir. Bunlar bir İngiliz filosuyla Rus donanmasına katılmışlardı.
İstanbul’daki Fransa sefiri böyle bir Rus donanmasının Baltık denizinden Akdeniz’e geleceğini çok önceden haber vermişse de Akdeniz’in dış denizlerle bağlantısından bîhaber bulunan devlet erkanının coğrafî havsalası öyle bir ihtimali bir türlü kabul etmediği için maalesef hiçbir tedbir almamışlardı.
Mora’nın en mühim merkezleri Ruslarla müttefikleri olan asi Rumların taarruzlarına uğramıştır. Bir taraftan Mora seraskeri Muhsinzade Mehmet Paşa’nın karadan ve bir taraftan da Kapdan-ı-Derya Hüsameddin Paşa kumandasındaki donanmanın denizden taarruzu Rusların Rumları bırakıp çekilmesiyle neticelenmiş, 9 Nisan zaferinde 70 bin kişilik bir Rum ordusu tepelenmiş ve bundan sonra diğer taraflardaki kılıç-artıkları da kolayca temizlendiği için Muhsinzade Mehmet Paşa «Mora fatihi» diye anılmaya başlamıştır.
Çeşme Faciası
Akdeniz Rus donanmasına karşı harekete memur olan Kapdan-ı-Derya Hüsameddin Paşa’nın idaresindeki Osmanlı donanmasının 20-25 parça kadar tuttuğu anlaşılmaktadır. Hüsameddin Paşa Türk donanmasının yarısını Sakız vesair adalardan icap edenlere bıraktıktan sonra on gemiyle Mora’ya hareket edip Anabolu kalesine dört gemiyle asker ve mühimmat taşırken diğer altı Osmanlı gemisi Rus hizmetindeki İngiliz amiralinin taarruzuna uğramış, bu karşılaşmada Osmanlı gemilerinin beşi kaçmışsa da «Kapudane» gemisine kumanda eden ve bir müddet sonra «Gazi Hasan Paşa» ismiyle Derya-Kaptanlığa yükselen en büyük Türk denizcilerinden Cezayirli Hasan Bey yalnız kendi gemisiyle harbe devam edip düşmanlarını bile hayran eden bir kahramanlıkla çarpıştıktan ve Rusların bir «Üç anbarlı» sını batırdıktan sonra Anabolu kalesine çekilmiştir.
Hasan Bey Osmanlı filosuna iltihak ettikten sonra düşmanın derhal takibini istemişse de Hüsameddin Paşa Rusların iaşe buhranına uğradıklarından ve kendisinin adalarda bırakmış olduğu gemilerle birleşmek lüzumundan bahsederek bu haklı teklifi kabul etmemiştir.
O sırada kara ordusunun ileri hareketi süratle inkişaf etmekte olduğu için, Mora’ya çıkarılmış olan Rus kuvvetleri asi Rumları en gerekli anda yalnız bırakıp gemilerine çekilmişti. Osmanlı donanması Ruslarla tekrar karşılaşmıştır. Düşman donanması üç filodan mürekkeptir. Buna karşı sahil tahkimatına dayanarak hilali bir vaziyet alan Türk donanmasının 6 Temmuz günü giriştiği muharebe dört saat sürmüş ve işte o sırada amiral Elphinston’un gemisi Cezayirli-Hasan Bey’in kumandasındaki Osmanlı kapudanesine yanaşmış, çok şiddetli bir güverte harbi olurken zor vaziyette kalan düşman kumandanı Türk gemisini yakmaya teşebbüs etmişse de iki gemi birden infilak etmiş, Türk gemisinden Hasan Bey’le bir kaç zabit denize atılarak güçlükle kurtulabilmişlerdir.
Meşhur Çeşme faciası, Türk üstünlüğüyle nihayet bulan işte bu muharebe üzerine Riyale kumandanı Cafer Bey’in yaptığı yanlış bir hareketin neticesidir; Yangının kendi gemilerine sirayetinden korkan Cafer Bey filosunu kaldırıp Cezayirli Hasan Bey’in itirazına rağmen Çeşme limanına iltica etmiş ve onun bu hatası diğer Osmanlı gemilerinin de aynı limana dolmasıyla neticelenmiştir. Tabiî bu suretle Osmanlı donanması düşman için kolayca yakılabilecek toplu bir hedef teşkil etmiş demektir. Böyle bir fırsattan istifade etmekte pek tabiî olarak kusur etmeyen amiralin bir İngiliz subayı kumandasında ve gece karanlığında iki «ateş gemisi» sevk ettiğinden bahsedilir. Bu iki geminin iltica için gelmekte olduğuna hükmeden bazı Osmanlı kaptanları atılan kundaklar Çeşme limanını dolduran Türk gemilerinde hemen yangın çıkarıp müthiş infilaklara sebep olmuş, infilak sesleri ta Atina’da bile duyulmuş gerek bu yüzden gerek düşman gemilerinin bombardımanından Çeşme kasabasıyla kalesi yanıp yıkılmış ve Osmanlı donanmasından sağlam kurtulan tek bir büyük gemi de düşman eline geçmiştir. Bu facia üzerine Hüsameddin Paşa azledilmiştir.
Düşman bu unutulmaz muvaffakiyeti üzerine İngiliz amiralin Rus başkumandanına Çanakkale boğazının derhal zorlanmasını teklif ettiğinden bahsedilir. İstanbul’un büyük bir tehlike geçirmiş olduğundan bahsedilirse de zayiata uğramış yirmi küsur düşman gemisinin o haliyle Osmanlı payitahtını ele geçirmeye muvaffak olamayacağı ve hatta boğazdan içeri girmekle adeta bir şişe içine girmiş olacağı da unutulmamalıdır. İşte bundan dolayı Çeşme faciası düşman donanmasının yalnız Limni adasını altmış gün muhasara etmesiyle neticelenmiş ve gene o sırada İstanbul hükümeti Çanakkale Boğazını büyük bir süratle tahkim ettirmiştir. Çanakkale tahkimatında bilhassa Baron de Tott’un uzmanlığından çok istifade edilmiştir. Çeşme vakıası İngiliz amiralin eseri olduğu halde Rus başkumandanı Rusya’da büyük bir deniz kahramanı sayılmış, o tarihten itibaren «Tschesmeskji=Çeşmeli» lakabıyla anılmaya başlamıştır.
Kagul (Kartal) felaketi ve Bender faciası
Osmanlıların «Memleketyn» dedikleri Eflak’la Boğdan’ın birçok yerleri bu sırada Rus istilası altındadır. Bir taraftan 60 bin Rus ve Kalmuktan mürekkep bir düşman ordusu Bender kalesini muhasaraya giderken, bir taraftan da Boğdan’da kışlamış olan 30 bin kişilik bir Rus ordusu Tuna’nın sol sahilinde Kartal=Kagul sahrasının on saat ilerisinde «Tabur» kurmuş vaziyettedir. Vezir-i azam Halil Paşa ilkönce Kırım hanı ikinci Kaplan Giray’la Rumeli beylerbeyi ve Boğdan seraskeri Abdi Paşa’yı ve bunlara yardıma sevk etmişse de bütün bu kuvvetler geri çekilip serdarın bizzat hareketine lüzum gösterdikleri için, Halil Paşa 27 Temmuz günü İsakçı’dan Kartal yakasına geçmiş ve bu suretle Romanzoff ordusu önden Türk-Tatar kuvvetleri arasında kalarak bir çember içine düşmüştür.
Osmanlı ordusunun 50 bini Kırım-Tatarlarından olmak üzere 180 bin mevcudundan bahsedilir. Fakat artık bu ordu 59 sene evvelki Prut ordusundan bile bin kat intizamsız bir kalabalıktan ibaret olduktan başka, Ruslar da istiklal vaatleriyle Tatarları elde etmiş ve hatta gizli bir anlaşma bile akdetmiş oldukları için, Kırım kuvvetlerinden hemen hiç istifade edilememiştir. Çok muktedir bir asker olan Kont Romanzoff işte bu vaziyetten ve bilhassa topçu üstünlüğünden istifade edip gece karanlığında taarruza başlamış, 8 saat süren çetin ve ustalıklı bir muharebeden sonra bu sabah saat dokuz buçuğa doğru 30 bin kişilik kuvvetiyle 180 binlik Osmanlı-Kırım ordularını mağlup edip toplarıyla ağırlıklarını ele geçirmiş, bizim firarilerden elli bini kılıçtan geçmiş ve hatta Serdar-ı-Ekrem bile güçlükle çekilebilmiştir.
Bu müthiş facia Bender, Akkerman, Kili, İsmail, İbrail ve Bükreş kalelerinin üstüste düşmesiyle neticelenmiş ve bu suretle Türk ordusu Tuna’nın sol sahilinden el çekmek mecburiyetinde kalmıştır. Bilhassa Bender kalesinin düşmesi unutulmaz bir haile şeklini almış ve bu kanlı sahnede karılarıyla çocuklarını düşman eline bırakmak istemeyen Türkler canlarından çok sevdikleri insanları kendi elleriyle öldürmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu müthiş facianın bir hususiyeti de Rus zayiatının muazzam yekûnudur; hatta İkinci Katerina’nın o kadar pahalıya mal olmuş bir zaferden müteessir olduğu bile rivayet edilir.
Prof.Dr. Edward J.Ericson'ın Osmanlı Askeri Tarihi (İş Bankası: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kartal Muharebesi
Osmanlı seferi ordusu art arda gelen felaket haberleriyle zaten zayıf olan moralini iyice kaybetti ve bir türlü sayı üstünlüğünü kullanarak Rus ordusunun ilerleyişini durduramadı. Oysa Rus ordusu Boğdan ve Eflak eyaletlerinin sağlıksız coğrafyasında hastalık ve açlıktan kırılıyordu. Küçük ve orta çaplı bir dizi çatışmayı takiben, iki ordunun ana unsurları 1 Ağustos 1770’de Kartal (Kagul) ovasında sonunda karşı karşıya geldiler. Rus ordusu muzaffer ama muharebe gücünü büyük ölçüde kaybetmiş bir orduydu. Osmanlı ordusu ise sayısal üstünlüğe sahip ve daha zinde olmasına rağmen, moralsiz ve lidersizdi. Rusların askeri açıdan başarısız gece taarruzu, ordunun önemli bir kısmının gece boyunca firar etmesine neden oldu. Ertesi gün Osmanlı birlikleri, topçu ateş koruması altında mevzideki Rus piyadesi karşısında başarı şansı olmayan taarruzlara kalkıştıktan sonra dağıldılar. Böylelikle ayakta zor duran Rus ordusu, Tuna nehrinin kuzey bölgelerinin önemli bir kısmını denetimi altına almış oldu.
Kartal ve Çeşme felaketleri Osmanlı idaresini nihayet harekete geçirdi. Çıkar çekişmesi yüzünden görev verilmeyen ihtiyar ama tecrübeli subaylar kritik komuta görevlerine atandılar. Ancak geç verilen bu karar savaşın kaderini değiştiremedi. Ne Silahdar Mehmed Paşa ne de Muhsinzade Mehmed Paşa peşpeşe gelen yenilgi ve felaketlerle moralleri tamamen bozulmuş, ordudan ziyade bir güruh halindeki Osmanlı seferi ordusunu tek başlarına düzeltebilirlerdi.