top of page

Savaşı Öncesi Durum

Jorga.png

Nicolae Jorga'nın Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu Tarihi (Yeditepe: 2005) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Rus Savaşı Öncesi Genel Durum

Yönetimde Türklerin Ağırlığı

Türkiye, belki de tarihinde ilk kez, uzun vadeli kültürel deÄŸiÅŸiklikler sayesinde gerçekten de bir dereceye kadar Türklerin ülkesi hâline gelmiÅŸti. Kendi ana dillerini ve geleneklerini sürdüren ve kendi halklarının katışıksız özelliklerini taşıyan yeni mühtedi ve devÅŸirmeler, artık yönetimde yer almıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin üst düzey yöneticilerinin çoÄŸu, 1750 yılı dolaylarında artık az çok ün salmış devÅŸirmelerin oÄŸulları deÄŸil, gerçek Türkler idi.

​

Anadolu’dan Ä°stanbul’a bilgili, çalışkan ve hırslı genç adamlar geliyordu. Yorulmak bilmeyen, zeki ve yetenekli hukuk ve ilahiyat öÄŸrencileri, eÄŸitimini tamamladıktan sonra imam veya kadı oluyordu ve sadece doÄŸuÅŸtan Türk olanların ulaÅŸabileceÄŸi en üst dinî makamlara kadar yükselebiliyordu. Ama kalem erbabı olarak bürokraside de onu en az bunun kadar parlak bir gelecek bekliyordu. Arap ve Fars üslûbu hakkındaki bilgisi ya da iyi çevrelere girerek devlet belgelerini hazırlamaktaki marifeti sayesinde mektupçu, niÅŸancı, reis efendi, kubbe veziri, hatta sadrazam olabiliyordu. 

​

Geçen iki yüzyılın kaba, savaÅŸçı, ganimet ve görkem düÅŸkünü devÅŸirmelerinden çok farklı olan bu insanlar artık Avrupa’yı geziyor ve yeni Avrupa kültürü ile eski DoÄŸu kültürü arasındaki farklılıklara bakıldığında Batı Hristiyanlarının yaÅŸam tarzını öÄŸreniyorlardı. VarÅŸova’dan, Petersburg’dan, Viyana’dan, Berlin’den ve Paris’ten dönen bu Osmanlı diplomatlar, yabancı ülkelerde gördüklerini yazıyorlardı ve bu sefaretnameler yoÄŸun ilgi görüyordu.

​

Kültürel Üstünlük

Elçi eÅŸlerinin sarayda kadınları ziyaret ettikleri ve saray kadınlarının da karşı ziyaretlerde bulunduÄŸu ve Türklerin Avrupalı temsilcilerin balolarına ve akÅŸam yemeklerine davet edildikleri bir dönemde, baÅŸka bir hayat tarzı hakkındaki bilgiler oldukça yaygındı.

​

Osmanlılar, bunlara çok soÄŸuk bakıyordu ve içinden bayağı olduÄŸu kadar ahlaksız da görünen bu alışkanlıkları kınıyordu. Resmi Ahmed Efendi’nin Viyana seyahatinden sonra kaleme aldığı seyahat notlarında Avusturya Sarayı’ndaki alışkanlıklar, “sabahın geç saatlerine” kadar uyuma alışkanlığından, öÄŸle yemeÄŸi yedikten sonra ikindi vakti tekrar yeme alışkanlığından, arabalarla yapılan gezintilerden, tiyatro gösterilerinden, ÅŸamdanların ışığında yapılan oyunlardan ve sefahatlere iten akÅŸam yemekleri gülünç bir biçimde tasvir edilmiÅŸti; kısacası, onları tembel, dejenere, sefahate ve eÄŸlenceye düÅŸkün, Berlin’deki Prusya Kralı tarafından haklı olarak cezalandırılan bir toplum olarak görüyordu. Kadınların – ki bunların arasında kraliçeler, imparatoriçeler de vardı - erkeklerin önünde dans etmelerinin onurlu olduÄŸundan büyük ÅŸüphe duyuyorlardı ve asil bir kan taşıyan bu ÅŸahsiyetlerin meraklı seyircilere böyle bir eÄŸlence saÄŸlamak için kendilerini bu kadar alçaltabilmelerine ÅŸaşıyorlardı. Osmanlı elçileri, Prusya alaylarının gücü, belki de örnek alınacak disiplinleri, ama mutlaka güzel üniformaları içinde daima muktedir ve muzaffer “Brandenburglu” dan [Prusya] övgü ile söz ediyorlar ve onları tüm korkak Avusturyalıları ve cüretkâr ve sefahate düÅŸkün Rusları yok edebilecek yegâne güç olarak görüyorlardı.

​

Åžirokorad.png

A.B.Åžirokorad'nın Osmanlı-Rus SavaÅŸları (Selenge: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Lehistan [Polonya] Meselesinin Ortaya Çıkışı

7 Eylül 1764’de yeni kral seçildi. Bu olaydan hemen sonra II. Katerina [Rus Çariçesi] ve II. Friedrich [Prusya Kralı] kraldan Katoliklere ve gayrı Katoliklere (onlar Ortodoks ve Protestanları bu ÅŸekilde isimlendiriyorlardı) eÅŸit haklar tanımasını istediler. Hatta Yekaterina, gayrı Katoliklerin hakları garanti altına alınmadan Rus ordusunun Lehistan’dan ayrılmayacağını açıkladı. Sonunda milli meclis Katoliklerle gayrı Katoliklere eÅŸit haklar tanıyan kanunu çıkardı. Fakat bu kanun kâğıt üzerinde kalacaktı.

​

SerhatKuzucu.jpg

Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus SavaÅŸları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

II. Katerina veya tarihle bilinen adıyla Büyük Katerina, Rus Çarı III. Petro’yu bazı Rus devlet adamlarının da desteÄŸiyle düzenlediÄŸi bir komplo sonucu tahtından indirmiÅŸ ve 28 Haziran 1762 tarihinde Rus tahtına çıkmıştır.

Rus tahtında kendisine I. Petro’yu örnek almıştı. Özellikle dış politikada, Büyük Petro’nun sıcak denizlere inme siyasetini kendisine bir vasiyet kabul etmiÅŸti.

​

II. Katerina’nın 1762 yılında Rusya tahtına geçmesiyle birlikte, Osmanlı-Rus iliÅŸkilerinde yeni bir dönem baÅŸlamış oldu. Katerina dış siyaset alanında ilk olarak Lehistan’la meÅŸgul olmaya baÅŸladı. Amacı Lehistan’ı kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaktı.

​

Lehistan kralı III. August öldü (1763) ve Lehistan’da taht kavgaları baÅŸ gösterdi. II. Katerina bu durumu fırsat bildi ve kendine sadık birini kral yapmak amacıyla Lehistan’ın iç iÅŸlerine müdahale etmeye baÅŸladı. Netice itibariyle, II. Katerina, Stanislav Ponyatovski’yi Lehistan tahtına çıkardı. Böylece Rusya Lehistan’ı kontrolü altına almış oldu.

Zinkeisen.jpg

Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Lehistan 1764 Nisan'ında, anavatanının hak ve özgürlüklerine saldırılarına karşı koruma talep etmek üzere Babıali'ye baÅŸvurdu. Bir nota ile kendi milliyetinden bir kralın serbestçe seçilmesini ve Rus birliklerinin derhal Lehistan'dan çıkmalarını istiyordu.

​

Babıali meseleyi baÅŸlangıçta çok ilgisiz karşıladı. Lehistan'ın özgürlüÄŸü uÄŸruna Rusya'ya karşı silahlarına sarılmaya hiç de hevesli deÄŸildi. Bu yüzden Rus Sefirine 12 Nisan 1764'te serbest kral seçimine, hele ki silah zoruyla her türlü yabancı müdahaleye, itiraz ettiÄŸi bir nota tebliÄŸ etmekle yetinildi.

​

Vatanseverlere ise iyi niyetli, ama oldukça soÄŸuk bir uyarı yazısı gönderildi ve her ÅŸeyden önce birlik olmaları tavsiye edildi. Zira ÅŸu anda olduÄŸu gibi birbirlerine düÅŸman iki grup sürekli birbirleri ile mücadele etmeye devam ettiÄŸi takdirde, Lehistan Cumhuriyeti kendi çöküÅŸünden kaçamayacaktı.

​

Küçük "konfederasyonlar", dini fanatizm kisvesi altında bir tarafta Katoliklerden ve diÄŸer tarafta Protestan ve Rum Ortodokslardan oluÅŸan iki gruba ayrıldı. Çariçe Katerina, ikinci grubun davasını kendi davası haline getirmeyi, kendi amaçlarına uygun gördü. BaÅŸlangıçta zayıf ve ülkenin her yerine yayılmış olan Katolikler, Türk sınırından yalnızca 7 saat mesafede kendi konfederasyonlarını kurarak, zamanla bir çekirdek ve güç oluÅŸturdular. Kralın tahttan indirilmesi ve Ruslar ülkeden kovulduktan sonra Lehistan'ın tekrar özgürlüÄŸüne kavuÅŸması, açıkça ortaya attıkları amaçlardı.

​

Bunun kaçınılmaz sonucu amansız ve çaresiz bir kavga oldu. Yok edici niteliÄŸi talihsiz ülkeyi daha da derin bir sefalete sürüklediÄŸi için, bu kavga her iki tarafın güçlerini o denli yıpratıyordu. Her iki taraf da yabancıların yardımına baÅŸvurmak zorunda kaldılar. Güçsüz kral, kendisini tamamen Rusya'nın kollarına attı ve vatanseverler, bakışlarını ve ricalarını bir kez daha Ä°stanbul'a ve Tatarlara yönelttiler.

​

Diplomasi yoluyla daha henüz bir adım bile atılmamıştı ki, 1768 ilkbaharında Rusların sıkıştırdığı konfederasyonun yardım çaÄŸrısı Babıali'yi gittikçe daha sıkıntılı bir duruma sokuyordu. Sultan, defalarca Ruslara karşı duyduÄŸu hoÅŸnutsuzluÄŸu dile getirmesine ve sanki savaÅŸmaya hazırmış gibi görünmesine raÄŸmen, Divan-ı Hümayun içindeki barış yanlıları hala üstünlüÄŸü ellerinde tutuyorlardı.

​

Himaye ve daha da önemlisi birlikler ve para talep eden Katoliklerin baÅŸvurusu baÅŸlangıçta çok soÄŸuk karşılandı. Reisülküttab, 5 Nisan'da Rus Sefirine bir kez daha sözlü ve yazılı olarak, Babıali'nin "barışı bozan" bu kiÅŸilerle bırak yardım etmeyi, irtibata geçmeyi bile itibarına layık görmediÄŸini bildiriyordu. Bu hususta ciddi olduÄŸunu kanıtlamak için, Bender ve Hotin valilerine, Kırım hanına ve BaÄŸdan prensine Leh "asileri" hiçbir ÅŸekilde desteklememeleri ve bilhassa Osmanlı topraklarına girmelerine izin vermemelerine dair emir verildi.

​

Babıali'nin asilerin kesinlikle Osmanlı topraklarına girmelerine izin verilmemesi emrine raÄŸmen, [asiler] Ruslar tarafından iyice köÅŸeye sıkıştırıldıklarından, defalarca BoÄŸdan'a ve Besarabya'ya sığınmışlardı. Kendilerini takip eden Rus birliklerinin de bu durumda toprak ihlalinde bulunması kaçınılmazdı. Temmuz ayı ortalarında bir Kazak çetesinin Rus birlikleri ile birleÅŸerek, Besarabya sınırında Kırım hanına ait olup, Osmanlı topraklarında bulunan küçük Balta Åžehri'ne saldırdıkları ve çoÄŸu Osmanlılardan oluÅŸan savunmasız ÅŸehir sakinleri arasında korkunç bir katliam yaptıktan sonra, neredeyse tamamen ateÅŸe verdikleri haberi gelince, Ä°stanbul'un neredeyse tamamı karıştı. 

​

O anda her yere hakim olan heyecana, yeniçerilerin baÄŸrışlarına ve padiÅŸahın hoÅŸnutsuzluÄŸuna kulak verilmiÅŸ olsa idi, Rusya'ya hemen savaÅŸ ilan edilirdi. Lakin bir kez daha Divan-ı Hümayun'da baÅŸlarında Muhsinzade Mehmed PaÅŸa'nın bizzat bulunduÄŸu barış yanlıları sayesinde kesin kararın en azından ertelenmesini saÄŸlanabildi. 

​

Artık baÅŸlıca hedefi önce Lehistan'ın tamamını boyunduruÄŸu altında almak olan Çariçe Katerina, gerçekten de Balta'nın yok edildiÄŸi haberini alır almaz bu yönde tek amacı Babıali'nin öfkesini dindirmek olan bir manifesto çıkartmıştı. Kazaklar adeta birer korsan gibi Babıali'ye teslim edilecekti ve bütün Rus birlikleri Osmanlı sınırından çekilecekti. Ülkenin parçalanmış durumu buna izin vermediÄŸinden, Lehistan'ın tamamen boÅŸaltılması için kısa bir süre daha talep ediliyordu.

​

Lakin, bu manifesto Ä°stanbul'a varamadan, buradaki durumlarda büyük bir deÄŸiÅŸiklik olmuÅŸtu. Lehistan'daki Rus birliklerinin sürekli olarak takviye edilmesi ve altı hafta süren bir kuÅŸatmadan sonra, Ruslar tarafından hücumla alınan Krakov'un düÅŸüÅŸü, Divan-ı Hûmayun'daki barış yanlısı grubu düÅŸürme fırsatını verdi. Sadrazam Muhsinzade Mehmed PaÅŸa, sadaretten alındı ve Bozcaada'ya sürgüne gönderildi. Sadaret mührü onun yerine savaÅŸ yanlısı Aydın Valisi Hamza Mahir PaÅŸa'ya emanet edildi. Daha önce gizlice çıkartılan bir fetva ile ÅŸeyhülislam tarafından onaylanan Rusya'ya savaÅŸ ilanı, 22 Eylül'de Ä°stanbul' a geldiÄŸinde tam da Sultan III. Mustafa'nın istediÄŸi gibi, ilk ve en önemli iÅŸi oldu.

​

Barış yanlılarının son endiÅŸeleri de ortadan kaldırıldıktan sonra, savaÅŸ ilanı kesin bir karar haline getirildi ve iki gün sonra sadrazam ve Rus sefiri arasında iliÅŸkilerin tamamen kopmasını kaçınılmaz hale getiren ÅŸiddetli bir konuÅŸma meydana geldi. Babıali'nin ÅŸimdiki talepleri gerçekten de Rusya tarafından yerine getirilmesi mümkün olmayan türdendi. Zira çariçeden müttefiki olan dört devlet, Danimarka, Ä°sveç, Ä°ngiltere ve Prusya'nın garantisi altında bundan böyle Lehistan meselesine, bilhassa krallık seçimine hiçbir ÅŸekilde müdahale etmemesi; Lehistan'ın özgürlüklerini hiçbir ÅŸekilde rahatsız etmemesi ve bu ülkedeki birliklerin tamamını hemen geri çekmesi isteniyordu.

​

Babıali'nin tutumunu en çok merak ettiÄŸi ve bu yüzden taleplerine karşı akılcı bir yumuÅŸakbaÅŸlılık göstererek kendi tarafına çekmeye çalıştığı Avusturya, mevcut ebedi barışa istinaden tamamen tarafsız kalacağına dair vaatte bulundu. Viyana Kabinesi, Lehistan' da gittikçe büyüyen gücünden rahatsız olduÄŸu Rusya'ya bu yönde herhangi bir ÅŸekilde yardım etmeye uzak buluyordu.

​

Åžirokorad.png

A.B.Åžirokorad'nın Osmanlı-Rus SavaÅŸları (Selenge: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Tarafların Savaş Stratejileri

Yekaterina ve çevresindekiler var güçleriyle savaşı geciktirmek istiyorlardı. Zaten Yekaterina’nın tahttaki durumu da henüz yeterince saÄŸlam deÄŸildi. Ayrıca Rusya, Lehistan meseleleriyle ciddi ÅŸekilde meÅŸguldü ve bunların halledilmesi için birkaç yıl gerekliydi. Yine de Yekaterina Türkleri uyuyan kediyi uyandıran farelere benzetiyor ve “onlara ummadıkları bir ders verilmesi gerektiÄŸi”ni söylüyordu.

​

6 Kasımdaki toplantıda, Osmanlı ordusunun konfederatlarla birleÅŸmek amacıyla Lehistan’a girme ihtimali üzerinde duruldu ve bunun önünü almak için Hotin’in zapt edilmesi gereÄŸi kararlaÅŸtırıldı. Yekaterina, bu oturuma ordunun nihai amacının ne olacağı meselesini müzakere etmek için katıldı: Mecliste bulunanlar barış anlaÅŸması yapılırken “Karadeniz’de serbest dolaşım hakkının saÄŸlanması maddesinin mutlaka konulması gerektiÄŸini, Lehistan’la olan sınırların ise kolayca deÄŸiÅŸtirilemeyecek ÅŸekilde tespit edilmesi lazım geldiÄŸini” ittifaken kararlaÅŸtırdılar. 

​

Türk komutanlar konfederatların kendilerine iltihak edeceÄŸi düÅŸüncesiyle Lehistan sınırına 400 bin kiÅŸilik ana kuvvetlerin yığılmasını kararlaÅŸtırdılar. Hesaplarına göre Hotin’den VarÅŸova’ya doÄŸru ana koldan Kiyev ve Smolensk üzerine yürünecekti. Kırım’dan 80 bin kiÅŸilik bir ordu Ukrayna’da mevzilenen Rus ordusunu sıkıştıracak, 50 bin kiÅŸilik bir ordu da Kuzey Kafkasya üzerinden Astrahan’a bir yan darbe indirecekti. Türk ordusu bu amaçla Azak bölgesine bir kuÅŸatma çıkartması planlamıştı ve bu ordu daÄŸlılar [Kafkasyalılar] ve Kuban Tatarlarıyla iÅŸbirliÄŸi yapacaktı.

​

Osmanlı ordusunun planı yeterince gerçekçiydi. Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, Avrupa’daki her herhangi bir devlete kıyasla daha fazla kiÅŸiyi silah altına alabilirdi. Türk askeri cesur, maÄŸrur ve itaatkârdı. Türk ordusunun büyük kısmı gönüllü süvarilerden oluÅŸuyor, piyadelerin ağırlık kesimi ise yeniçerilerden teÅŸekkül ediyordu. Piyadeler çok iyi birer istihkâmcıydılar; kısa savaÅŸ aralarında Ä°stihkâm kampları kuruyor, piyadeler ve topçular ateÅŸ pozisyonuna geçiyor ve hızlı bir ÅŸekilde siper kazıyorlardı. Bir kere mevzilendikten sonra, sınırlı karşı ataklarla yetinerek, müdafaa hattını kendiliklerinden terk etmiyorlardı.

​

Türklerin Karadeniz ve Azak’ın istedikleri her noktasına çıkarma yapma kapasitesine sahip savaÅŸ ve nakliye filoları vardı. Türk ordusu ve filosu Dinyester ile DinyeperBug limanındaki müstahkem kalelere güveniyordu. Kırım’da Kerç ve Kefe’de de kaleleri vardı.

​

Zinkeisen.jpg

Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Savaş Hazırlıkları

SavaÅŸ ilan edildikten sonra, her iki taraf hazırlıkları gerek denizde gerekse karada büyük bir çaba ile yürüttüler. Oysa Rusya, silahlı kuvvetlerinin kötü durumda olmasından dolayı bu savaşın daha bir süre ertelenmesini ne çok isterdi! 

​

Babıali de silahlarının eski ÅŸanını bu defa da kurtarmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyordu. Çok zorlansa bile Sultan III. Mustafa da hazinesinin kapağını açtı. Ülkenin her yerinde ertesi ilkbahar için askere çaÄŸrı yapıldı. Cephanelerde ve tersanelerdeki hareketlilik, Osmanlı'nın daha önceki ÅŸanlı günlerini hatırlatıyordu.

​

Böylece kısa sürede 100 bin kiÅŸilik bir ordu toplandı. Ama nasıl bir ordu! 30 yıl süre barış dönemi, kararlı bir irade ve büyük miktarda paralarla bile tekrar hareket getirilemeyecek ve tekrar tesis edemeyecek birçok ÅŸeyi durma noktasına getirmiÅŸ ve yok etmiÅŸti. SavaÅŸçı ruhu, düzen ve disiplin, becerikli bir savaÅŸ yönetimi ve erzak temini sistemi, savaÅŸta tecrübeli adamlar ve her ÅŸeyden önce tecrübeli komutanlar eksikti.

Jorga.png

Nicolae Jorga'nın Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu Tarihi (Yeditepe: 2005) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Osmanlı İmparatorluğu'nda Askeri ve Ekonomik Durum

Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, uzun süren barıştan dolayı güçlendiÄŸinden, intikam saatinin nihayet geldiÄŸine inanıyordu. Sınırsız özgüvenin hüküm sürdüÄŸü o günlerde, imparatorluÄŸun geliÅŸimi için savaşın gerekli olduÄŸundan emin olan ve Tanrının doÄŸru yolda olanları koruyacağına inanan herkese karşı acı eleÅŸtirilerde bulunan Ahmed Resmi Efendi’ye kimse kulak asmıyordu. 

​

Resmi Ahmed Efendi, bu bahtsız savaÅŸ hakkındaki düÅŸüncelerini: “Devlet adamları; hiçbiri iÅŸe yaramıyor”, diye açıklar. Daha yeni atlattığı bir hastalık yüzünden, ordunun başına geçemeyen, ancak sefere çıkmayı arzu eden Sultan III. Mustafa’ya sadece memurlar, çalışkan kâtipler, tecrübeli kalem erbabı ve ünlü hat ustaları kalıyordu.

Savaşı ilan etmekle görevlendirilen Sadrazam Hamza Mahir PaÅŸa, Farsça ÅŸiirlere düÅŸkündü. Yerine geçen Mehmed Emin PaÅŸa, eskiden mektupçu idi. Zayıf, esmer bir büro memuru olarak silah sanatına tamamen yabancı idi ve orduyu yönlendirmeyi bile bilmiyordu. Ancak sultanın etrafında bulunan diÄŸerleri de Rusları en kısa zamanda yenme ve barış antlaÅŸması yapmaya zorlama görevi verilen Mehmed Emin PaÅŸa’dan daha iyi ordu komutanı deÄŸildiler.

​

Askerî kayıtlara bakılır ise 1768 yılında Bâbıâli oldukça büyük bir orduya sahipti. Gerçekte ise durum farklı idi: Yeniçerilerin çoÄŸunun sadece kayıtlarda adı geçiyordu. Ticaret yapıyor ve aslında yerleÅŸik oldukları Suriye ve Mısır’a kadar uzanıyorlardı. Bundan dolayı Ä°stanbul’da ancak 8-10 bin civarında eÄŸitimli ve itaatkâr yeniçeri bulunuyordu ve diÄŸer 200-300 bin, belki de 400 bin yeniçeri, saygı uyandıran üniformalarının koruması altında eyaletlerde yaşıyordu. 3 ilâ 99 akçe arasındaki üç aylık ulûfelerini kimisi temsilciler aracılığıyla alırken, bir kısmı ulûfe belgelerini üçüncü kiÅŸilere satıyordu. Üst düzey yöneticiler, hizmetlilerine yeniçeri belgesi “lütfediyordu” ve kimi zaman önemli dostlar fahri yeniçerilikle taltif ediliyordu.

​

Ä°stanbul’un müdafaa kıtası ayrıca toplam 13 bin kiÅŸilik 6 sancak sürekli sipahilerden, 4 bin cebeciden ve 2 bin topçudan – ki topçu kayıtlarında 40 bin kiÅŸi kayıtlı idi - bostancılardan ve sarayın diÄŸer silahlı hizmetlilerinden oluÅŸuyordu. Bunun dışında imparatorluÄŸun savunması tımarlı sipahiler, Arnavutlar ve paÅŸaların kendi birlikleri arasında dağıtılmış olduÄŸundan, kullanılabilir ordunun sayısı kesin olarak belirlenemiyordu.

​

Yanlarında yeterince erzak getirmeyen ve erzaklarını Kırım Giray Han’dan temin edecek olan az sayıda sipahinin ve sayıları çok düÅŸük olup, bir tür yeni akıncı olan, ancak eski akıncıların ne yiÄŸitliÄŸine ve cesaretine ne de mükemmel disiplinine sahip olmayan serdengeçtiler orduyu güçlendirecek unsurlar deÄŸildi.

​

17. yüzyılda ve Prut savaşı sırasında 10-12 bin civarında memlûkden oluÅŸan süvari birlikleri gönderen Mısır’da anarÅŸi hüküm sürüyordu.

​

Anadolu’dan gelecek olan birliklere gelince: Onlar önce ulûfeler hakkında pazarlık yapmak üzere aÄŸalarını defalarca göndermiÅŸlerdi.

​

Devletin 500 milyon akçe olarak hesaplanan gelirleri gerçekte 74 milyon akçe çıkıp ve bu meblağın büyük bir kısmı, uzun zamandan beri ulûfelerini alamamış yeniçerilere harcanınca, Sultan III. Mustafa, her türlü rabıtasız ayak takımından yeni bir ordu oluÅŸturabilmek için kendi hazinesinden 600 milyon tahsis etmek zorunda kaldı.

​

E.J.Ericson.jpg

Prof.Dr. Edward J.Ericson'ın Osmanlı Askeri Tarihi (Ä°ÅŸ Bankası: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

EÄŸitim, Disiplin ve Tecrübe Problemleri

Uzun barış dönemi ve düzenli ordu birliklerinin ihmal edilip kendi kaderlerine terk edilmiÅŸ olması sonucunda ordu genel olarak disiplinsiz, eÄŸitimsiz ve tamamen güvenilmez bir güruh haline geldiÄŸi gibi, muharebe tecrübesi olan, askerlik sanat ve bilimine vakıf bir komutan ve subay sınıfına da sahip deÄŸildi. Oysa Rus ordusu, Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sayesinde muharebe tecrübesi kazanmış ve modern savaÅŸ taktik ve tekniklerini uygulayarak öÄŸrenmiÅŸti. Bu savaşın Rus ordusuna en önemli katkıları, hem piyade ve topçunun müÅŸterek hareket etme yeteneÄŸi kazanarak, ateÅŸ ve manevrayı taarruz ve savunmada baÅŸarıyla uygulamayı öÄŸrenmesi hem de süvarinin, hafif süvarileri püskürtebilecek taarruz ve akın yeteneklerini kazanmasıdır.

​

Bütün bunlara ek olarak hem rical hem de ordu komuta heyeti içindeki çıkar ve iktidar mücadelesi nedeniyle, geçmiÅŸ savaşın ihtiyar ama deneyimli komutanlarından istifade edilme imkânı da bulunmamaktaydı.

​

Sayısal Üstünlük

Osmanlı idaresinin tek baÅŸarısı, çok sayıda askeri seferber edip muharebe meydanına ulaÅŸtırabilmesidir. Gerçekten de savaÅŸ boyunca Osmanlı ordusu genellikle muharebe meydanında sayısal üstünlüÄŸe sahipti. Tabii ki birçok kez seferber edilen askerlerin büyük çoÄŸunluÄŸunu düzenli ordu mensupları deÄŸil, paralı askerler, aÅŸiret savaÅŸçıları veya farklı isim ve yapıdaki milisler teÅŸkil ediyordu.

​

AlanFisher.jpg

Alan Fisher'in Kırım Tatarları (Selenge: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

SavaÅŸ Öncesi Rusya-Kırım Ä°liÅŸkileri

II. Katerina’nın saltanatının baÅŸlangıcında siyasî meselelerde yakın müÅŸaviri, Kırım meselesine büyük bir ehemmiyet veren bir dış politika raporu hazırladı. Rusya’nın onlardan çektiklerinin uzun bir listesini sıralıyordu. Tavsiyeleri ÅŸöyleydi:

  1. Ä°leride vaki olabilecek Kırım akınlarına mani olabilmek için hudut boyunca kuvvetli Rus müstahkem mevkilerinden müteÅŸekkil bir hattın tesisi;

  2. Rusya’ya karşı Kırım tehlikesinin ortadan kalkınası için Kırım yarımadasının Rus idaresi altına sokulması.

 

Kırım Giray Han 1763’de Bahçesaray’da bir Rus konsolosunu kabul etti. Bu hareket hem Tatarların geleceklerinin Rusya’nın niyetlerine baÄŸlı olduÄŸunu fark ettiklerini hem de 16. y.y. Tatar ananelerine dönerek hanın Osmanlı sultanından bağımsız olmaya çalıştığını gösteriyordu.

​

Kırım Giray Han’ın III. Selim Giray Han tarafından tahttan düÅŸürülmesiyle konsolosluk pozisyonu da ortadan kalkmıştı.  Bu tarihten sonra 1768’de büyük savaşın baÅŸlamasına kadar bir Tatar-Rus münasebeti olduÄŸu hakkında herhangi bir delil yoktur.

​

Savaşın belli baÅŸlı sahnelerinde hanın askerî birlikleri önemli bir rol oynamamıştır. Osmanlı askerî siyasetiyle olan evvelki sıkı baÄŸları savaÅŸtan önce sona ermiÅŸ bulunuyordu ve Kuzey cephesinde Tatarlarla Osmanlılar arasında hemen hemen hiçbir koordinasyon yoktu.

​

1768 Ekimi başında Osmanlılar Rusya’ya harp ilan ettiler ve böylece hanlığın kaderini tayin eden dönem baÅŸladı.

​

1768’de savaşın baÅŸlamasından 1770 yılı başına kadar üç han hüküm sürdü:

  • Kırım Giray (1768-1769)

  • IV Devlet Giray (1769-1770)

  • II. Kaplan Giray (1770).

Osmanlılar

bottom of page