Kadızadeliler Hareketi
Osmanlı toplumunda XVI. yüzyılda hoşgörüyle karşılanan ve özellikle ulema arasında, geniş bir kesim tarafından kabul gören tasavvuf düşüncesi, XVII. yüzyılda Kadızadelilerin katı muhalefetiyle karşılaşmıştır. Kadızadeliler, XVII. yüzyılda sosyal, kültürel ve dinî alanda gittikçe alevlenen ve devletin bünyesini de sarsan bir düşünce akımının temsilcileri idiler. [1]
[2]
Kadızade ismi, IV. Murat dönemi vaizlerinden Kadızade Mehmet Efendi’den gelmektedir. Mehmet Efendi ile Halvetî şeyhlerinden Abdülmecit Sivasî arasında cereyan eden dinî tartışmalar, her iki tarafın mensupları arasında yayılmış; IV. Murat, Sultan İbrahim ve IV. Mehmet dönemlerinde toplumda ayrılıklara sebep olmuştur. Esasen Kadızadeliler hareketi, İbn-i Teymiyye’nin fikirlerinden etkilenen ve Türkçe yazdığı ilmihâl kitabıyla bilinen Birgivî Mehmet Efendi’nin bazı görüşlerine dayanmaktaydı. “Kadızadeliler hareketinin amacı, İslam’ı Kur’ ân-ı Kerim ve Resul-i Ekrem’in sünneti dışındaki bidat sayılan unsurlardan arındırmak ve bu anlayışı devletin bütün kademelerine yaymak olarak nitelendirilebilir”. Ancak bu tavır, pekçok kültür ve medeniyet unsuruna karşı savaş açmakla asıl niyetinden farklı bir yola girmiş ve toplumda ciddi rahatsızlıklara sebep olmuştur. IV. Murat’ın tütün yasağı getirmesi ve kahvehaneleri yıktırması gibi kararlarının arkasında da Kadızadelilerin etkisi vardır. Ancak padişahın tarikatlara ilgisi ve yakınlığı, bir denge politikası izlemesini sağlamıştır. [3]
Tasfiyeci (selefiyeci) görüşlere sahip bir vaizan grubu bid’atlere (dine sonradan eklenen yeniliklere), tekkelere ve Kur’an’ın makamla okunmasına karşı bir mücadeleye giriştiler. Bu çerçevede tarikat mensuplarına karşı cephe aldılar. IV. Murad, Kadızâde’ye yakınlık duymakla birlikte rakibi durumundaki tarikat ehlini ve Sivasî Abdülmecid Efendi’yi de gücendirmemeye çalışmıştır.[4]
Kadızade Mehmet Efendi’nin vefatından sonra, Kadızadeliler adı verilen bu hareketin mensupları daha saldırgan hâle gelmiş, tarikat mensuplarını ve tekkeye gidenleri küfürle suçlamaya devam etmişlerdir. Özellikle saray hocası olarak padişah ve çevresi üzerinde etkili olan Üstüvanî Mehmet Efendi, hareketin başına geçmiş ve saraydaki tayinlere bile müdahale eder duruma gelmiştir. XVII. yüzyıl tarihçilerinden Naima, Kadızadelilerin elde ettiği bu gücün zamanla rüşveti meşrulaştırma, haksız kazanç sağlama ve makamları parayla satmaya kadar varan bir duruma geldiğini yazmaktadır. [5]
IV. Mehmed devrindeki otoritesizlikten yararlanarak tekkeleri yıkmaya ve bid’atleri kaldırmaya girişen Kadızâdeliler, aklî ilimlerin tahsiline karşı çıkıyor, musikî, sema, devran vb. tarikat uygulamalarını, kabir ve türbe ziyaretlerini haram sayıyordu.[6]
Venedik donanmasının Çanakkale Boğazını ablukaya alması ve Bozcaada ile Limni’nin düşman eline geçmesi üzerine, Kadızadeliler, vezirle müftü aleyhine söylentiler yayarak bu felaketlerin, tarikatların himayesine girmenin neticesinde meydana geldiğini iddia ederler. Köprülü Mehmet Paşa sadrazam olunca Kadızadelilerin bir fitne grubu haline geldiğini tespit ederek önde gelenlerinden Üstüvanî Mehmet Efendi ile Divane Mustafa adlı vaizleri yakalatır ve Kıbrıs’a sürgün eder. Bundan sonra bu hareketin mensupları da dağıtılarak tamamen tasfiye edilir.[7]
Kadızadelilerle tasavvuf ehli arasındaki çekişmeleri de konu edindiği Mizanü’l-hakk fî ihtiyari’l-ehakkadlı eserinde zamanın ünlü âlimi Kâtip Çelebi, insanlar arasında farklı farklı grupların olmasının doğal olduğu ve taassubun insanları birbirine düşürdüğüne işaret ederek, insanların hepsinin aynı şekilde düşünüp hareket etmesi gibi olmayacak işlerle uğraşmanın sakıncalarını vurgular. Sultana, kuru dindarlık ve taassup sahiplerini ezip yola getirmesini, iki gruptan birinin üste çıkmasına izin vermemesini tavsiye eder. Nitekim Köprülü Mehmed Paşa da bir anlamda bunu yapmıştır. [8]
Sabatay Sevi Hareketi (1666)
Sabatay Sevi Hareketi (1666) bu tarihlerde görüldü. [9]Sabetay Sevi, 1626’da İzmir’de doğdu. Babası İspanya’dan Osmanlı ülkesine göçen Yahudilerden Mordehay Sevi’dir. 15 yaşına kadar Tevrat, hadis, fıkıh konularına vakıf olmayı başardıktan sonra Kabala eğitimine başladı. 18 yaşına geldiğinde kendi yorumlarını başkalarına da okuyup öğreten biri haline geldi.22 yaşına geldiğinde Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisini Musa'nın geleceğini vadettiği Mesih olduğunu iddia etti. Yaşlı hahamlar bir hayli sinirlenerek duruma tepki gösterdiler. İzmir’deki Yahudi cemaat arasında ise çok sayıda taraftar buldu.Hahambaşı Eskapa, Sabetay Sevi'yi Osmanlı sarayına iletmek üzere İstanbul'daki hahamlara şikâyet etti. Başka rivayete göre Hahambaşılık onu İzmir'i terk etmeye zorladı.[10]
Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik'e, sonra İstanbul'a gitti. Kısa süre sonra İstanbul'dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs'e ve sonra Mısır'a gitti. Kahire'de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Raphael Halebi'yi kendi davasına inandırdı. Taraftarları gün geçtikçe arttı. Mısır, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerine Mesihliğini ilan ve propagandasını yapmaları için sadık adamlarını yolladı. 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir'e geri döndü. Birkaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı.[11]
O zamana kadar genel olarak Yahudilerin siyasi otoriteye karşı bağlı olmaları ve hiçbir zaman politik hareket etmemeleri Osmanlı idarecilerini bu olaya karşı kayıtsız bırakmıştır. Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa'nın emriyle, Sabetay elleri ve ayakları zincire vurularak İstanbul'a getirildi. Sultan IV. Mehmet'in huzuruna çıkarıldı. Sevi Sultandan Mesih olarak tanınma talep etti, ayrıca İsrail toprağını kendisine vermesini de istedi.[12]
Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişahın imamı meşhur Vani Efendi'den oluşan bir divan kuruldu, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı paravanın arkasındanizledi.Divan reisi: “Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabatay Efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni!” deyince Sabatay Sevi ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Mucize göstermesi beklenmektedir. Tercüman, mucizenin şeklini de anlatır: Sabatay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler.[13]
Can havliyle son bir hamle yapar. Her şeyi inkâr eder. Ayrıca mesihlik davasının bazı Yahudiler tarafından ortaya atıldığını, kendisinin asla böyle bir iddiada bulunmadığına dair yemin üstüne yemin çeker, teminat üstüne teminat verir. Ancak, ulema ve padişah bu cevaplardan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi'nin tavsiyesi üzerine, canının bağışlanması karşılığında, "Bu can bu bedende kaldığı sürece..." diyerek kendisine söylenen kelime-i şehadeti tekrarlar. Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı kalbî hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim. Fakat dinimiz şüpheyi reddeder ve kişinin imanı üzerine hüküm, ancak cenâb-ı Hakk’ındır. Bu itibarla ihlâsla Müslüman olmasını niyazdan başka şey yapamam...” demekten kendini alamadı. Söylentiye göre divandan çıkan Sevi, kaftanını içerisinde sakladığı Can adlı beyaz güvercini serbest bırakarak "can bedenden çıktı" 'Şema Yisrael' demiş ve çevresindekilere tanrı üzerine ettiği yeminin geçerli olmadığını, sadık kalması gerekmediğini ima etmiştir.[14]
Sevi'nin Müslüman olması Yahudi dünyasında şok etkisi yarattı. Hahambaşılık olayı sevinçle karşıladı ve Müslüman olan Sevi'yi dinden çıkmış saydı. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak Ortodoks Yahudi inancına geri döndü, ikiyüz ailelik bir topluluk ise İslamiyet’e geçerek onun yolundan gitti. Bu tarihten sonra da 'Avdeti' ya da 'Dönme' olarak adlandırıldılar.[15]
Bir süre sarayda Kapıcıbaşı olarak sarayda üst düzey memur olarak çalışsa da, Yahudi inancına bağlılığının farkedilmesi üzerine tek bir Yahudinin yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün kentine sürülür. Sevi dini tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk’ta devam eder. Bu sıralarda Sabataycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır. Şahsının isteği üzere Selanik şehri kutsiyete kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler.[16]
Sevi Arnavutlukta beş yıl sürgünde yaşadıktan sonra 30 Eylül 1675 (başka rivayet: 17 Eylül 1676) tarihinde yalnızlık ve sırlar içinde ölmüştür. Kendisi gibi Müslümanlığı kabul eden takipçisi 200 aile Selanik'e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti. Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürürler.[17]
Dipnotlar
[1]XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi
[2]http://www.muverrih.net/2009/01/10/osmanli-devletinde-ilmiye-teskilati/
[3]XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi
[4] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi
[5]XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi
[6] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi
[7]XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi
[8] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi
[9]Osmanlı Tarihi (1566-1739), Anadolu Üniversitesi
[10]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
[11]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
[12]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
[13]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
[14]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
[15]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabatay_Sevi
Toplumsal Hareketler