top of page

Osmanlı’da Toprak Düzeni

Tımar Sistemi

Timar, en kısa biçimiyle, bir bölgeye ait vergi gelirlerinin belirli yükümlülükler karşılığında padişah tarafından bir şahsa verilmesi olarak tarif edilebilir. Burada belirli bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı hakların verilmesinden ziyade bir takım vergilerin havale edilmesi söz konusudur. [1]

 

Timar sistemi Osmanlı devletinin en temel kurumlarından biridir. Eyalet idaresi esas itibariyle timara dayanır. Bundan başka devletin ziraî, ekonomik ve sosyal yapısı ile askerî teşkilatı ve vergi düzeni de timar sistemi ile iç içedir.[2] Birçok konuda olduğu gibi timar sistemi konusunda da Osmanlılar Anadolu Selçuklularındaki iktâ sistemini esas almışlardır. [3]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[4]

Timar sisteminin tatbiki için devlet, hâkimiyet altına alınmış ülkelerde bir sayım (tahrir) yaparak, vergi gelirlerini tespit eder ve daha sonra bu vergi gelirlerini dirlik denilen küçük birimlere bölerek askerî hizmetler karşılığında sipahilere tevcih eder. Böylece devlet belirli bölgelerin vergi gelirlerini toplamak külfetinden kurtulduğu gibi ihtiyacı olan askerleri de temin etmiş olurdu.[5]

 

Timarlı sipahi, gerçekte timarı dâhilindeki toprakların ve bu toprakları işleyen reâyânın vermekle mükellef bulunduğu vergilerin mülkiyetine sahip değildi. O, ancak kendisinden istenen belirli hizmetleri yerine getirdiği müddetçe devlete ait çeşitli vergileri kendi hesabına toplamak hakkına sahipti. Bundan dolayı, bir mülk gibi satması, vakfetmesi veya miras olarak intikal ettirmesi mümkün değildi.[6]

 

Herhangi bir gelir kademesinde bulunan sipahinin savaşa katılmak için getirmesi lazım gelen silahlarla, zırh ve çadırların cinsi, beraberinde gelecek at uşağı veya cebelü tabir edilen yardımcı silah arkadaşlarının adedi ve teçhizatı bütün teferruatıyla tespit edilmiş bulunmaktaydı. Harbe girmeden evvel beylerbeyi tarafından bu bakımdan sıkı bir teftişe tabi tutularak kusurlu görülen sipahilerin ellerinden timarı alınırdı.[7]

 

Beylerbeyi eyaleti içerisindeki timarlı sipahilerin en üst amiri durumundaydı. Bu sebeple kendi kapı halkı ve sefere memur bütün sipahiler ile savaşa katılırdı.  Ayrıca eyaletindeki halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması da beylerbeyinin göreviydi. Beylerbeyileri bulundukları eyaletin zamanla idarî-mülkî amiri durumuna gelince eyalete tâbi sancakların da en üst yöneticisi oldular. Bu gelişmeler sonunda XVI. yüzyıla doğru eyalet teşkilatı klasik şeklini aldı. XVI. yüzyılın sonlarında eyalet adedi 40’a yaklaşmıştı.[8]

 

Sancak, Osmanlı devleti teşkilatının temel idarî birimi kabul edilmiştir. Ülkenin ve devlet teşkilatının düzenlenmesinde ve taşra ordusunun yetiştirilmesinde muayyen bir coğrafi bölgeyi kaplayan sancaklara ve onların yönetimine özel bir önem verilmiştir.Sancakbeyleri, esas itibariyle “Timarlı Sipahi Sancakbeyi”idiler. Zamanla Timarlı Sipâhi sancakbeyi kazâ bölgelerinde en üst askerî âmir olarak sivrilmiş ve idârî-mülkî bir yönetici olarak temayüz etmeye başlamıştır.[9]

 

Tarım Sistemi

Türkiye'mizin ana ekonomik karakteri ve sosyal yapısını Osmanlı dönemi belirlemiştir. Başka bir deyişle, küçük köylü-aile işletmelerine dayanan sosyoekonomik yapıyı, Osmanlı toprak rejimi ve çift-hane sistemine borçluyuz. 1950've kadar Türkiye ekonomisi ve sosyal yapısı Osmanlı dönemindeki esas karakterini korumakta idi. Türkiye 1950-1960 döneminde traktörün yaygınlaşması ve tarıma pazar ekonomisinin girişi ile başlayan gelişme sonucu köklü bir değişiklik temposuna girmiştir. 1939'da 3.200 traktör varken 1959'da bu rakam 44.000'e ulaşmıştır.[10]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[11]

Geleneksel tarım ekonomisinin esas üretim aracı, bir çift öküz ile çekilen sabandır. Bu, traktörün uygulanmasından önce, hayvani kuvvetin en etkili biçimde kullanım teknolojisini gösterir. Eski Mezopotamya uygarlıklarından beri, kuruziraat ile buğday-arpa ekimi yapan iklim kuşaklarında, öküz gücünün yerini makine gücü alıncaya kadar tarım teknolojisinde esaslı bir değişiklik görülmemiştir. Çift öküz geleneksel tarımın traktörüdür. Bizans ve Osmanlı imparatorluklarında vergileme, öküz sayısına göre yapılmakta idi.[12]

 

Çift aslında bir çift öküz demektir. Bir çift öküzün işleyebileceği tarlaların tümü de çiftlik adı almaktadır.[13]

 

Geleneksel tarımın temeli olan emek birimi, hiç kuşkusuz, evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi olmuş erkek köylünün simgelediği köylü ailesidir. Bu rejimde, köylü aile ünitesi esas itibarı ile koca, kadın ve çocuklar ve çoğu zaman evlenmiş oğullarla torunlardan oluşur. Koca, aile ekonomisinin, işletmenin son söz sahibi ve örgütleyicisidir. Ekonomik örgüte hâkimdir. Devlet, vergi mükellefi olarak onu tanır. Osmanlı Devleti, kocası ölen kadının erkek evladı yoksa, elinden tarla arazisini alır ve başka bir köylüye aktarır. Eğer dul kadın, oğulları çalışma çağına gelinceye kadar, ırgatla idare edebilirse, onu bîve adıyla işletmenin sahibi tanınabilir.[14]

 

Günümüzde toprak, köylü ailesinin mülkü olarak, tarım ekonomisinin en önemli elemanı ise de, Osmanlı rejiminde mîrî adı ile tamamıyla başka bir statü taşıyordu. Mîrî toprak rejimi, devlete bütün köylü sınıfını ve tarım ekonomisini kontrol ve düzenleme yetkisi veriyordu.[15]

 

Mîrî arazi, yani devletin rakabesini (mutlak mülkiyet hakkını) elinde tuttuğu arazi, bütün tarım topraklarını kapsamaz. Mîrî arazi, yalnızhububatziraati yapılan, tarla olarak kullanılan arazidir. Bağlar ve bahçeler bunun dışında kalır. Çünkü büyük kitlelerin geçimi, geçimlik ekonomi, ordunun ve şehirlerin iaşesi, hububat ekimine, başlıca buğday-arpa ekimine dayanır. Darlık ve açlık, hububat ekiminde noksandan ileri gelir. Devlet bu yüzdendir ki, tarla ziraatini, hububat ekimini kontrol altında tutmak zorunluluğunu duymuştur. [16]

 

Osmanlı kanûnnâmelerinde kesin bir madde vardır: Tarla, bağ ve bahçe haline getirilemez. Tarlaların devamlı işletimi, kanunla garanti altına alınmıştır. Aile emek ünitesini, kısaca reâva çiftliğini, devlet daimî kontrol altında tutar. Bir çift öküzü olan aile, bir işletme ünitesi oluşturur. Hayvani enerji ünitesinin, yani bir çift öküzün işleyebileceği toprak ünitesin ekonomik bakımdan en verimli işletme olarak tanınmıştır. Bu raiyyet çiftliği, devlet için tarım ekonomisinin temel ünitesidir. Onun parçalanmasına ve kaybolmasına karşı bir sürü kanun önlemleri alınmıştır. Özetle, belli bir ekonomik ve sosyal rejimin uygulanması içindir ki, devlet tarla arazisini kendi mutlak kontrolü altına almak gereğini duymuştur. Buna mîrî arazi rejimi diyoruz. Aslında, mîrî arazi kendi başına bir gaye değildir, vazgeçilmez bir düzendir. Bu ana ekonomik sosyal düzene çift-hanesistemi diyoruz.[17]

 

Mîrî topraklar dediğimiz devlet toprakları, başlıca iki kategoriye ayrılır: Tapulu arazi, mukata'alı arazi.[18]

 

Tapulu Topraklar

Bunlar, köylü aile birliklerine, tapu rejimi dediğimiz özel bir sistem içinde verilen arazilerdir. Tapu rejimine göre, tasarruf edilen, elde tutulan arazi, satılamayan, hibe ve vakf edilemeyen, fakat babadan oğula bir işletme birliği olarak geçen raiyyet çiftlikleridir. Köylü bunu kendisi işlemek zorundadır. Üretim işini kendisi düzenler. Üretim vasıtaları öküz, saban ve tohumu kendisi sağlar ve bağımsız bir işletme ünitesi olarak toprağı kendisi işler. Köylü şu anlamda hür ve bağımsız köylüdür: Devlete ve sipahiye, kanunların emrettiği bedeni hizmetler dışında karşılıksız hiçbir hizmet yapmaya mecbur değildir. Onun emeğini kimse karşılıksız sömüremez. Devlet bu garantileri vermiştir.[19]

20. yüzyıla kadar küçük köylü aile işletmeleri rejimi ana hatlarında korunabilmiştir. Bizans ve Osmanlı imparatorluklarında reâya, yani çiftçi aileler ve toprak birimi (yani çiftlik, bir çift öküzle işlenebilen arazi ünitesi) daima titizlikle, büyüklere karşı korunmaya çalışılmıştır. İmparatorluk bürokrasisinin esas vazifelerinden biri, bu rejimi korumaktır. Osmanlı İmparatorluğu'nda ekâbir'e karşı köylüler daima "fakir", "yoksul" tabiri ile himayesi gerekli bir sınıf olarak ele alınmıştır.[20]

Mîrî tapulu arazi, imparatorluk siyasetinin bulduğu ve korumaya çalıştığı ana imparatorluk rejimi olarak, eski çağlardan beri Akdeniz ve Orta-Doğu tarihine yön vermiş bir temel rejimdir.Bu sebeple, bu imparatorlukları köylü imparatorlukları diye karakterlendirmekte bir abartma yoktur. Toprak ve reaya üzerinde feodal kontrollerin ortaya çıkmasına karşı merkezî imparatorluk bürokrasisinin savaşması, bu imparatorluklar tarihinin en önemli fasıllarından birini ve belki en önemlisini oluşturur.[21]

 

Mukata'alı Topraklar

Mîrî tapulu arazi yanında ikinci büyük kategori topraklar, mîrî mukata'alı arazidir. Mukata'a sistemi, tapu sistemi yanında, tamamıyla ayrı bir toprak rejimini simgeler. Buradaki anlam ile mukata'a veya kesim, bir devlet gelir kaynağını bir özel şahsa belli bir bedel karşılığı kiralamaktır. Tapuya verilmeyen, yani yukarıda açıkladığımız gibi, tapu sistemi denilen özel bir rejim altında bir köylü tasarrufunda bulunmayan araziyi devlet, belli bir kira karşılığı kişilere ihale eder. Burada kişi köylü olmayabilir, şehirli, esnaf, hatta asker de olabilir, köylüler de kişi veya toplu olarak mukata'a ile araziyi tutabilirler. Bu çeşit topraklarda, tapu rejiminin kuralları uygulanmaz. Çünkü hukuk bakımından mukata'a tam bir kiralamadır. Çoğu zaman, bu bir açık artırma ile belirlenir. Kiralamayı yapan kimse, ancak üzerinde anlaşma yapılan meblağı öder.[22]

 

Devlet neden bazı toprakları mukata'a ile verir? Bunun sebebi şudur: Tapu rejimine göre, reâya tasarrufu dışında, devlet elinde doğrudan doğruya köylü tarafından işlenmeyen birçok arazi vardır. Örneğin, bir köy halkı çeşitli nedenlerle köyünü bırakıp kaçar. Yahut bir köyde bir aile raiyyet çiftliğini terk edip gider ve bu arazi işlenmemiş kalır. Bu gibi çiftlik, mezra'a, köy arazisi için, tahrîr defterlerinde hâli kaydını bulmaktayız. Bunların harap durumda kalmaması, başka bir deyişle devlet, gelir kaynaklarını kaybetmemek için, bu tür toprakları mukata'a ile vermeyi ve işletmeyi en iyi yol olarak bulmuştur. Boş kalacağına, devlet hazinesine bir gelir kaynağı olsun ve harap olmasın diye devlet bu toprakları tapu rejiminin kayıtları altında değil, tamamıyla serbest bir kiralama şeklinde kişilerin tasarrufuna verir.Merkezî bürokrasinin asıl gayesi, bu çeşit mukata'alı toprakları da, sonunda köylünün yerleştiği tapulu arazi şekline getirmektir. Mîrî topraklarda esas rejim, tapulu rejimdir.[23]

 

Toprak Düzeninin Bozulması ve Ayanların Ortaya Çıkışı

17. yüzyıl başlarında Anadolu köylüsünün Celaliler önünde paniğe kapılarak kalelere ve şehirlere sığınmak üzere kaçıştıkları görülür. 1609 tarihli adaletname, bu olay ile askeri sınıfa ait çiftlik ve mandıraların ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi şöyleaçıklamaktadır: Köylünün bıraktığı toprakları askeri sınıftan nüfuzlu olanlar kendi mülkleri gibi benimseyip üzerine yerleşmiş, kul ve hizmetkâr getirip buraları işletmeye ve kendi çiftlikleri haline sokmaya başlamışlardır. El emeğinin azlığı sebebiyle bu gibi topraklar, çitle çevrilip hayvan beslemeğe mahsus mandralar haline sokulmuştur. Kargaşalık kesildiği zamanda reaya bu askerlerden korkarak köylerine dönememiştir. Padişah adaletnamede, evlerin ve ahırların yıkılıp askerlerin derhal toprakları boşaltmalarını emretmektedir.[24]

 

16. ve 17. Yüzyıllarda Rumeli’de büyük çiftliklerin oluşması başlıca şu yollarla olmuştur:[25]

  1. Boş veya miri topraklarüzerine kurulmuş çiftlikler: Zengin ve nüfuzlu kimseler, devletin resmi defterlerinde kayıtlı bulunmayan yahut işlenmeyen toprakları para ile satın alıp orada esirleri yerleştirerek çiftlik haline getirmiştir.[26]

  2. Mîrî toprakların temliki yolu ile kurulmuş vakıf-çiftlikler: Saraya yakınlığı olan nüfuzlu kişilerin veya saraylıların, miri toprakları mülk olarak kendilerine bağışlamaları, sonra bu büyük araziyivakıf haline sokmaları suretiyle vergiden bağışıklı büyük tarım işletmeleri ortaya çıkmıştır.[27]

  3. Miri toprakları kiralama yolu ile kurulan çiftlikler: Devletin hazine elindeki boş tımar veya has topraklarını, mukata’aya, yani özel kişilere kiraya vermesi sonucu, zengin ve nüfuzlu kimseler birçok köy ve çiftliği kontrolleri altına geçirmişlerdir. Kiralama sözleşmeleri, çöküş devrinde hazinenin sıkıntısı dolayısıyla, hayat boyu, hatta ırsi olarak verilmeye başlamış, bu yolla mukata’alar fiilen birer mülk gibi tasarruf olunma yoluna girmiştir. Malikane denilen bu sistemde, miri topraklar ve üzerindeki köylü, mukata’a sahibine fiilen bağımlı bir hale gelmekte idi. Halbuki evvelce, mukata’a sahibi köylü idi; köylü toprağı devletten ırsi ve ebedi olarak kiralamış sayılırdı. Köylü, kanunla saptanmış vergi ve resimleri tımar sahibine öderdi, başka bir şey ödemeye mecbur değildi. [28]

  4.  

Mukata’a sahipleri, çoğunluğu itibari ile askeri sınıftan idiler. Geniş mukata’a topraklarını ele geçirmiş olan ağalar, zamanla mahalli vergilerin toplanması ve askere yazılması, mahalli asayişin sağlanması gibi idari görevleri de yüklenerek ayanlar devrini açmışlardır.[29]

 

Devlet, miri toprakların vergi gelirini, öteden beri iltizam yöntemiyle toplardı. Yeni rejimde, uzun savaşlar ve mali sıkıntılar sonucunda, devlet mültezimlere gittikçe daha geniş yetkiler tanımaya başladı. Hazineye ait gelir kaynaklarımültezimlere hayat boyunca, hatta çocuklarına geçmek üzere ırsi malikâne verilmeye başlandı. Miri topraklar büyük arazi halinde yerel ayan ve eşraf eline düştü.[30]

 

Yeni dönemde, genişleyen bir idare yöntemi de, hükümetin vergi gelirini garanti etmek üzere valilikleri iltizamla vermesidir. Bu yönteme göre, vali her yıl hazineye o vilayetin vergi geliri olarak, giderler çıktıktan sonra kararlaştırılmış bir para (bedel) ödemeyi garanti etmektedir. [31]

 

Ayan yalnız vergi toplama, yerel düzen ve güvenliğin sağlanması işlerinde değil, 17. Yüzyıldan başlayarak, devlet adına bölgelerinden asker toplama ve bu askeri kumanda etme yetkilerini de aldılar. Böylece, onların bazen paşaların kapı kuvvetlerinden daha büyük kuvvetlere sahip olduklarını, padişahın seferlerine bu küçük orduları ile katıldıklarını görmekteyiz.[32]

 

 

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[2] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[3] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[4]http://akademikperspektif.com/2013/11/07/osmanlida-timar-sistemi/

[5] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[6] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[7] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[8] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[9] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi

[10] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[11]http://www.filozof.net/Turkce/images/stories/astroloji-2/timar-koylu.jpg

[12] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[13] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[14] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[15] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[16] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[17] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[18] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[19] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[20] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[21] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[22] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[23] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[24] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[25] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[26] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[27] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[28] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[29] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[30] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[31] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[32] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

III. Murad (1574-1595, 21 yıl) 

Osmanlılar

bottom of page