top of page

Mondros Ateşkes Antlaşması

29 Eylül 1918–Bulgaristan ateşkes istedi. Böylece Osmanlı İmparatorluğunun müttefiki olan Almanya ve Avusturya ile bağlantısı kesilmiş oluyordu. Selanik’teki Fransız ordusu Trakya’yı, güneyden ilerleyen İngiliz ordusu da Anadolu’yu tehdit etmeye başlamıştı. En kısa zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun da ateşkes istemesi gerekiyordu. Bu arada padişah ısrarla Talat Paşa’dan istifa etmesini istiyordu. Talat Paşa ise iktidarı birden bire İttihat ve Terakki düşmanlarına bırakmak istemiyor, bunun için pazarlık yapıyordu.[1]

 

Mondros Ateşkes Antlaşması

Mondros Mütarekesi, Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki Osmanlı heyeti ile İtilaf arasında 30 Ekim 1918’de imzalandı. Ateşkes metni, 25 maddeden ibaret olup çok ağır şartlar taşıyordu. Buna göre; İtilaf Devletleri, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla Toros tünellerini işgal edecek, Osmanlı Ordusu terhis edilecek, eldeki silah ve mühimmat teslim edilecek, Kuzeybatı İran ve Kafkasya’daki Osmanlı kuvvetleri savaştan önceki sınırlara çekilecek, güneydeki ateşkes sınırları dışındaki Osmanlı kuvvetleri derhal İtilaf kuvvetlerine teslim edilecek ve bütün haberleşme ağı İtilaf memurlarının kontrolüne bırakılacaktı. Antlaşmanın en ağır maddesi ise İtilaf Devletleri’ne “güvenliği tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında” ülkenin dilediği yörelerini işgal imkânı tanıyan ve Osmanlı Devleti’nin hükümranlık hakkını fiilen bitiren yedinci maddesi idi.[2]

 

24. maddeye göre; 6 vilayette (Van, Elazığ, Diyarbakır, Erzurum, Sivas ve Bitlis, vilayetleri) karışıklık çıktığı takdirde bu vilayetlerin herhangi bir kısmı işgal edilebilecekti. Nitekim ateşkesin İngilizce metninde söz konusu 6 vilayetten altı Ermeni Vilayeti olarak bahsedilmişti. [3]

 

İttihat ve Terakki’nin Tasfiyesi

Enver Paşa, Talat Paşa, Doktor Behaeddin Şakir, Doktor Nazım, 30 Ekim 1918’de gece yarısı ülkeyi terk ettiler.[4] Takip eden dönemde önde gelen İttihatçılar hakkında soruşturma, kovuşturma ve tutuklamalar başladı.1 Kasım 1918’de, olağanüstü kongrede İTC kendini fesh etti. [5]

 

VI. Mehmed Vahideddin’in Vefatı (1926)

İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanına müracaat ederek, başka bir yere naklini istedi. 17 Kasım 1922 yılında Malta'ya gitti. Daha sonra Hicaz Kralı Hüseyin'in daveti üzerine Hicaz'a geçti. Mekke'de bir süre kaldıktan sonra yine davet üzerine İtalya'nın San Remo şehrine giden padişah, vefatına kadar orada kaldı.[6]

 

Devrin İtalya kralıyla şehzadelik günlerinden tanışıyordu. Eski padişaha haber gönderen İtalya kralı, istediği yerde, seçeceği bir köşkte oturabileceğini bildirdi. Mehmed Vahideddin'in buna verdiği cevap çok dikkat çekicidir: "Haşmetli kral hazretlerine şükranlarımızı arz ederiz! Gösterdikleri incelik ve civanmertliğe hayranım. Fakat taşıdığım 'Müslümanların Halifesi' unvanı, böyle bir yardımı kabul etmeme engeldir." Oysa para sıkıntısı çekiyordu. Sağlığı gün gün bozulmaktaydı. [7]

 

Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922'de iki maddelik bir kanun çıkardı. Bu iki maddelik kanunla saltanat kaldırıldı. Yalnız hilafet müessesesi bırakıldı. Böylece Sultan VI. Mehmed Vahideddin'in padişahlığı sona ermiş bulunuyordu. Yalnız halifelik sıfatı kalmıştı. Bu da kısa süre sonra Sultan Abdülaziz'in oğlu Abdülmecid Efendi'ye verilecekti.[8]

 

Ölümüne yakın günlerde şu vasiyeti yaptı: "Beni Şam'daki Selahaddin-i Eyyubi Türbesi'ne gömsünler. Cenazemi Hristiyan memleketlerinde bırakmasınlar. İslam usul ve adabına göre kaldırılsın." "Vatan topraklarına gömülmek," en büyük arzusuydu. Fakat bunun gerçekleşmeyeceği, cenazesinin bile Türkiye'ye kabul edilmeyeceği kendisine söylenmişti. Nihayette hasretle gözlediği ölüm 15 Mayıs 1926 günü geldi. [9]

 

Cenazesi Şam'a götürülmek üzere hazırlandı. Fakat kimse sahip çıkmıyordu. Türk hükümeti tamamıyla ilgisizdi. Üstelik Sultan VI. Mehmed Vahideddin'in alacaklıları, bakkallar/manavlar cenazesine haciz koymuşlardı. Bu acı olay sebebiyle bir süre ortada kaldı. Devrin Suriye devlet başkanı Ahmed Nami Bey, olayı duydu. Çok üzüldü. Borçlarını derhâl ödedi. Tabut Şam'a götürüldü. Tabuta iliştirilen bir kâğıtta şunlar yazıyordu: "Müslümanların halifesi, Türklerin hakanı VI. Mehmed Vahideddin Han Hazretleri."Şam'a götürülen cenaze, Selahaddin-i Eyyubi Türbesi'ne gömülemedi. Çünkü türbede hiç yer yoktu. Nihayet Sultan Selim Camisi bahçesine gömüldü. Bir mezar taşı bile yaptırılmadı. 1955 tarihinde caminin avlusu yeniden düzenlendi. Vahîdüddin'in mezarı kaldırıldı ve bahçe park hâline getirildi![10]

 

Sultan VI. Mehmed Vahideddin'in ülkeden çıkmasıyla Büyük Millet Meclisi tarafından "halife" seçilen Abdülmecid de (19 Kasım 1922) makamında uzun süre tutulmadı. 3 Mart 1924'te çıkarılan yeni bir kanunla hilafete de son verildi. Aynı kanun Osmanlı hanedanının Türk topraklarından kovulmasını da karar altına almıştı. Osmanlı hanedanına mensup kim var kim yok hepsi yurt dışına sürüldü. Ancak son zamanlarda (1974) ülkeye dönmelerine izin çıktı. Sağ kalabilenlerden bazıları döndü. Hiç değilse atalarının yurdunda ölmeyi istediler...[11]

 

 

 

 

Dipnotlar

[1] Mufassal Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu

[2] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[3] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[4]http://osmanlilar.gen.tr

[5] Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi

[6] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[8] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[9] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[10] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[11] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

VI.Mehmed (1918-1920, 2 yıl) (Vahidettin)

Osmanlılar

bottom of page