İran Seferi
Selim bütün rakiplerini ortadan kaldırmış, tahtın tek hâkimi olmuştu. Artık bütün enerjisini Trabzon’daki şehzadeliği döneminde faaliyetlerini yakından takip etme fırsatı bulduğu Safevi problemi için harcayabilirdi.[1]
Safevi hareketini ortaya çıkış anından itibaren yakından takip eden Sultan Selim, meselenin halli noktasında iki türlü yaklaşım gösterdi. Birincisi, Osmanlı sınırları içerisinde bulunan Safevi destekçilerinin cezalandırılması yönündeki yaklaşımıydı. Bu çerçevede özellikle Orta Anadolu’da kapsamlı bir teftiş yaptırarak bu harekete destek veren ve Osmanlı otoritesini reddeden unsurları tespit ettirdi. Osmanlı Arşivi’ndeki belgelere göre bu tespitler daha çok Şehzade Ahmed isyanına destek verenlerle Safevilerle irtibatı olan Şehzade Ahmed’in oğlu Murad’ın yanına gidenler üzerinde yoğunlaşmıştı. Tespit edilen isimlerin elebaşlarının bir kısmı ortadan kaldırılırken bir kısmı da Mora ve Rumeli’ye sürgün olarak gönderildi.[2]
Konuyla ilgili literatürde zikredildiği üzere 40.000 kişinin öldürüldüğü yönündeki bilgiler gerçeği yansıtmamaktadır. Bu insanların bir kısmı sürgüne gönderildiği gibi, bir kısmı da köylerini boşaltıp Şah İsmail’e katılmışlardı. Bu durumu dönemin resmi belgeleri olan Osmanlı tahrir defterlerindeki kayıtlardan takip etmek mümkündür. Öte yandan Şah İsmail’in de idaresi altındaki bölgelerde kendi dini görüşünü paylaşmayanlara karşı daha sert tedbirler uyguladığı bilinmektedir. Safevilerin hakim oldukları coğrafyada yaşayan halkın inancı neredeyse tamamıyla Şah İsmail’in yeni dini ideolojisine dönüştürülmüştü. Buna karşılık Osmanlı topraklarında sonradan Alevi olarak adlandırılacak zümreler ise varlıklarını sürdürebilmişlerdi.[3]
I. Selim’in ikinci yaklaşımı bu toplumsal karışıklığın müsebbibi olarak gördüğü Safevi devletine yönelik askeri harekâtında ortaya çıkar. Papa II. Julius’un çağrılarına rağmen I. Selim’in cülusunu tebrik eden Macarlar ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun barış yanlısı tutumları Doğu’daki askeri operasyonu mümkün kıldı.[4]
Safevi Devleti [5]
Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Azerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, Sünni Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği halifeleri vasıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiileri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu.[6]
Yavuz Selim, 16 Mart 1514 Perşembe günü vezirler, beyler ve din âlimleriyle bir toplantı yaptı. Durumu anlattıktan sonra, görüşlerini sordu:"Fetva verilmiş midir?" Yavuz Sultan Selim, Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Efendi'den bir gün önce savaş fetvasını almıştı. Zembilli Ali Cemali Efendi, devrin en tanınmış din âlimiydi. Yeri geldiği zaman, Yavuz Selim gibi öfkesi burnunda bir padişaha bile müdahale etmekten çekinmez, hatır için tek söz etmezdi. Zaman zaman Yavuz Selim'i tenkit bile ederdi. Herkes bunu biliyordu. Mademki Zembilli'nin fetvası alınmıştı, sefer için engel yok demekti. Yine de çoğunluk susuyordu. Yavuz Selim:"Ne sustunuz?" diye gürledi, "İçinize korku mu girdi? Şah oğlundan çekinir misiniz?" "Abdullah" isimli bir yeniçeri, konuşmak için izin istedi: "Destur var mı sultanım?" "Konuş bakalım." "Hünkârım, belli ki şah oğlu azmıştır, başına bela aramaktadır. Daha niçin dururuz? Allah uğrunuzu açık, kılıcınızı keskin eylesin! Bizler gittiğin yere kadar gider, öl dediğin yerde ölürüz. Kulların susması bunun içindir. Aramızda korkak yoktur." Yavuz Selim bu karşılığa çok sevindi. Vezirlere döndü: "Bu serhat yiğidine Selanik sancağını (Selanik valiliği) verdik, mübarek ola."[7]
Ardından vezirler, paşalar, beyler konuştu. Sonuç olarak, "Şah İsmail'le savaş" kararı verildi. Hemen hazırlıklara geçildi. Bir de Safevi casusu yakalanmıştı. Yavuz, Safevi casusuna bir mektup verdi. Bu mektubu Şah İsmail'e götürmesini emretti. Yavuz Selim, mektubunda kısaca şunları yazıyordu:
"İsmail bahadır! Memleketime musallat oldun, fitneler çıkardın. Şimdi üzerine geliyorum. Tövbe ve istiğfar et. Sapık yoldan döner, saldırılarını kesersen mesele yok; aksi hâlde memleketin, ordumuz tarafından fethedilecektir. Erkeksen karşımıza çıkarsın..."[8]
Şah İsmail [9]
Osmanlı ordusu Erzincan’a geldiğinde burayı savaşmaksızın teslim aldı ve buradan bedeli mukabili zahire temin edildi. Şah İsmail’in cevabi mektubu da ordugâha bu sırada ulaştı. [10]Şah İsmail, muharebeye hazır olduğunu belirten mektubunda: "Er isen meydana gelsin, biz de intizardan kurtuluruz" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiyle, yaşmak yollamıştır.[11]
Yeniçeri isyanı
Yavuz Selim, ordusunu alıp Safevi topraklarına girdi. Fakat Şah İsmail geri çekilmeyi tercih etmişti. Böylece Osmanlı ordusunu yormak ve anî bir baskınla yenmek istiyordu.[12]
Yavuz Sultan Selim mektuba ağır cevap vermiştir:
"Davete icabet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleket onların nikâhlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden 40.000 kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vazgeçesin."[13]
Osmanlı ordusu aylardır yoldaydı. Çok hızlı yürünüyordu. Yavuz'un kesin emri vardı: Yürüyemeyenler kalacak, diğerleri aynı hızla yola devam edecekti. Hiçbir gecikme bağışlanmıyordu. Yiyecek de çok azalmıştı. Asker yeterli gıda alamıyordu. Bazıları bağırmaya başlamıştı:"Mola verilsin, bu yürüyüşe can dayanmaz!" [14]İtirazlar gittikçe artıyordu: "Padişah bizi nerelere götürür? Askerde savaşacak hâl kalmamıştır. Kaçan düşmanı daha ne kadar kovalayacağız?" Osmanlı ordusu Hasankale'yi geçti. "Molla Süleyman" denen bölgede istirahat verildi. Asker yıkılacak gibiydi. Söylentiler yayıldıkça yayıldı, türlü şekiller aldı, kulaktan kulağa dolaştı ve nihayet bir isyana yol açtı.[15]
13 Ağustos 1514 Pazartesi günüydü... Birden tüfek sesleri geldi. Yavuz hızla yerinden fırladı: "Bu nedir bre!" Hersek Ahmed Paşa ne yapacağını şaşırmıştı. Padişahı yatıştırmak için: "Merak buyurmayınız," diye kekeledi, "yeniçeri kullar silah talimi yaparlar." Fakat az sonra çığlıklar koptu: "Geri dönülmezse ne yapacağımızı biliriz!" Askerin çığlığıydı. Asker açıkça padişahı tehdit ediyordu. Sadrazam sapsarı olmuştu. Şaşkın ve perişandı. Bu sırada tüfekler yeniden patlamış, birkaç mermi ve ok, padişahın otağına saplanmıştı. Yavuz hiddetle gürledi: "Sen uykudasın paşa! Asker isyan üzeredir. Edepsizliğe billahi rızamız yoktur. Şimdi görürler!" Çadırdan çıktı. Atının getirilmesini emretti. Atı getirilince bir sıçrayışta bindi ve isyana askerlerin üstüne sürdü. Gözleri, askeri isyana götüren bazı komutanların yüzlerinde dolaşıyordu. Şaşkındılar. Onlar padişahın geri dönüş emri vereceğini umuyorlardı, fakat padişah üzerlerine at sürüyordu. Saygıyla iki tarafa açılıp yol verdiler. Yavuz Selim korkusuzca aralarına girdi. Atını durdurdu: "Asker kıyafetli korkaklar!" diye bağırdı, "Biz cuma namazını Tebriz'de kılmak niyetindeyiz. Kim karısını ve çocuklarım görmek istiyorsa, geri, onların yanına dönsün. Biz verdiğimiz karardan dönmeyiz. İcap ederse şah oğlunun karşısına tek başımıza çıkarız..." Bu konuşma hemen tesirini gösterdi. Askerler bir ağızdan cevap verdiler: "Ölmek ne gün içindir, emrin altında ölüme dek gideriz padişahım!" Ama Yavuz Selim bu günü hiç unutmayacak ve İstanbul'a döner dönmez, isyan çıkartan komutanları toplatıp yok edecektir... "Bir kere isyana alışanları itaat altına almak zordur" diyordu.[16]
Çaldıran Savaşı (1514)
Çaldıran Savaşı, İran Müzesi[17]
Osmanlı ordusu 22 Ağustos 1514'te Çaldıran Ovası'na geldi. Meydanın karşı sırtlarında da Safevi ordusu yerleşmişti.Safevi askerleri yorgun değildi, üstelik bölgeyi çok iyi tanıyordu. Osmanlı ordusu ise hem çok yorgun, hem de bölgenin yabacısı idi. Yavuz bir savaş meclisi topladı: "Ne düşünürsünüz?" diye sordu. Çoğunluk, askerin yorgunluğunu ileri sürüp bir süre dinlendikten sonra savaşa girilmesini söylediler. Başdefterdar Piri Mehmed Paşa ise fikrini şöyle açıkladı: "Hünkârım, af buyurun, lakin ben vezir paşaların fikrinde değilim! Gerçi ordumuz yorgundur, ama beklemek savaşmaktan daha zordur. Şah İsmail'in casusları içimizde dolanır. Bunlar askerlerimizi kandırırlar. Ne kadar zaman kaybedersek, o kadar adamımızı kandıracaklardır. Hem Şah İsmail de bir süre dinleneceğimizi düşünmektedir. Anîden saldırıya geçersek, Safevi ordusunu şaşırtır, o şaşkınlık içinde belki bozarız..." Yavuz Selim, gülümsedi:"İşte en doğru söz!" dedi, "Defterdarımız doğru söyler. Safevi'ye karışıklık çıkarma fırsatı verilmemeli. Hemen bu gece baskın yapılacak, yarın sabah da hücuma geçilecek. Hazırlıklı olun. Allah yardımcımızdır."[18]
[19]
23 Ağustos tarihinde iki ordu karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusunun muharip kısmının mevcudiyeti 50-60.000 kadarken Safevi ordusu 40.000 civarındaydı. Ateşli silah olarak ise yaklaşık 150 civarında sahra topu ve şakaloz denilen küçük çaplı toplar mevcuttu. [20]Osmanlı Ordusu'nun yaya kuvvetleri daha çok olmasına karşın, Safevi Ordusu'nun süvarileri fazlaydı. Ancak Safevi Ordusu'nda top yoktu.[21]
Ertesi gün, 23 Ağustos 1514 Çarşamba günüydü. Şafakla savaş düzenine geçildi. Sabaha kadar baskınlar yapılmış, Şah İsmail iyice şaşırtılmıştı. Fakat kuvvetine güveniyor, Osmanlı ordusunun yorgun olduğunu bildiği için de zaferden emin görünüyordu. Savaş top ateşiyle başladı. İki taraf da mutlak zafer için elinden geleni yapıyordu. Hatta Yavuz Selim, Safevi askerlerinin iyi dövüşmelerini takdir etmiş ve şöyle söylemekten kendini alamamıştı: "Şeyh oğlu iyi cenk eder."
Şah İsmail'in askerleri, ilk anlarda küçük birkaç başarı kazandılar. Şah İsmail buna pek sevindi. Fakat Safevi askerleri yeniçeriler karşısında her geçen dakika biraz daha eriyordu. Nihayet her şeyin bittiğini, savaşı kaybettiğini anlayan Şah İsmail, kılık değiştirip kaçmayı başardı. [22]
Osmanlı ordusu kesin bir üstünlük kazanmış oldu. Ordunun Safevi başkenti olan Tebriz kadar hiç bir direnişle karşılaşmadan girmesi, savaştaki Osmanlı üstünlüğünün açık bir kanıtı olarak değerlendirilmelidir. Süvarilerin tali, tüfekli piyadelerin ana rolü üstlendikleri bu savaş, bu özelliği ile askeri tarih açısından oldukça önemlidir. Avrupa’da yapılan savaşlarda tüfekli askerlerin ilk ciddi başarısının 1525 yılında Pavia Savaşı’nda görülmesi, Çaldıran Savaşı’nın önemini bir kez daha ortaya koyar.[23]
Bu savaşın neticesinde Osmanlı Devleti sınırlarında pek bir değişiklik olmamıştır. Bununla birlikte Osmanlılara daha çok dini, siyasi ve sosyo-psikolojik açılardan belli bir üstünlük kazandırdığı muhakkaktır. Sünni İslam olarak adlandırılabilecek Osmanlı ideolojisi, bunun muarızı olarak ortaya çıkan Safevi ideolojisi karşısında dengeleyici bir konum kazanmıştır. Osmanlıların biraz da siyasi şartların çizdiği doğrultuda üstlenmiş oldukları bu dini misyon, daha sonra idari ve siyasi alanda da etkili olacaktır ve Osmanlı Devleti giderek daha katı sayılabilecek bir Sünni inanışı yerleştirmeye çalışacaktır. Buna karşın Şah İsmail’in heterodoks karakterli dini-siyasi ideolojisi ise oğlu Tahmasb tarafından devam ettirilmeyecek ve daha mutedil bir Şiilik yorumu hâkim olacaktır. Osmanlı hakimiyetinde kalan bölgelerde yer alan ve Şah İsmail yanlısı Türkmen grupları ise içlerine kapanarak kendi dini inanç ritüellerini sürdüreceklerdir. [24]
Bu durum Safevîlerle sürekli mücadele halinde olan Özbeklerin de menfaatlerine olmuştur. Zaten daha önce Özbekler ile Osmanlılar arasında siyasi ilişkiler güçlenmiş ve ortak düşman Safevilere karşı müttefiklik kurulmuştu.[25]
Doğu Anadolu’da Osmanlı Egemenliğinin Başlaması
Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Amasya’ya hareket etti. Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyiliği verilip, asilerin elindeki Kemah Kalesini muhasara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi. Padişahın da muhasaraya katılmasıyla, Kemah muhafızı 19 Mayıs 1515 tarihinde kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı. [26]
[27]
Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi. Osmanlı kuvvetleri, Göksun Muharebesi ve Turna (Nurhak) Dağı harekatında Dulkadirli Alaüddevle ve ordusunu mağlup etti. Dulkadirli ülkesi bütünüyle fethedildi. Dulkadir memleketi başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak haline getirildi.[28]
Doğu Anadolu’da nüfuzunu iyi yaygınlaştırmak isteyen I. Selim, buradaki Kürt beyleri arasında da bir takım propaganda faaliyetlerinde bulundu. Sünniliğin Şafii mezhebine bağlı olan bu beylerin çoğu, Safevilerce temsil edilen bu yeni dini harekete sıcak bakmıyorlardı. Bundan istifade ile I. Selim Kürt beylerinin âdet ve geleneklerini çok iyi bilen İdris-i Bitlisi’yi kendi adına propaganda yapması için görevlendirdi. İdris-i Bitlisi, öncelikle Urmiye’ye gitmiş, burada padişahın zaferini bildiren fetihnâme ve mektupları Kürt beylerine dağıtmaya başlamıştır.[29]
Bu bölgelerin beyleri Osmanlıların teklifini kabul ettiklerini, lakin kendi aralarında eşit konumda bulunduklarından başlarına bir Osmanlı beyi tayin edilmesini talep etmişlerdir. Bu propagandanın da bir neticesi olarak Osmanlılara bağlılık arz eden Kürt aşiretleri bölgelerindeki Safevileri uzaklaştırmayı başarmışlardır. [30]
Bölgedeki stratejik önemi en yüksek yer olan Diyarbakır’ın alınması özel bir önem arz etmekteydi. Devreye sokulan İdris-i Bitlisi’nin faaliyetleri neticesinde Diyarbakır halkı Safevileri şehirden kovdu ve Osmanlı hakimiyetini kabule hazır olduklarını bildirdi. Osmanlılar ise savaşmaksızın Diyarbakır’ı egemenlikleri altına aldı (Eylül 1515). [31]
Osmanlının askeri kuvveti ve İdris-i Bitlisi’nin manevi tesiriyle, beylerinin çoğu Sünni olan bölge Osmanlı hakimiyetini tanıdı. Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekâtıyla; Harput, Silvan, Bitlis, Hısnkeyfa, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezire’den Rakka’ya kadar olan Kuzeydoğu bölgeleri ile Musul havalisi Osmanlı idaresine alındı. SultanAdana, Gaziantep, Hatay, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli, Musul, Kerkük ve Erbil vilayetleriyle Dulkadiroğulları topraklarını içine alan 220.000 kilometrekarelik bir toprağı da devletine kattı.[32]
Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmında Osmanlı egemenliğinin tesis edilmesi, stratejik bakımdan olduğu kadar ekonomik olarak da özel bir anlam ifade etmekteydi. Bu sayede Osmanlı Devleti, Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa ipek yolunun kontrolünü tamamen sağlamış oluyordu. Bu iki yol üzerindeki zengin ticaret ve sanayi şehirleri, özellikle o zaman Mezopotamya ile İran, Anadolu ve Halep ticaret yollarının birleştikleri Diyarbakır’ın ele geçirilmesi, Osmanlı hazinesi için büyük bir gelir kaynağı oldu. [33]
Dipnotlar
[1] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[2] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[3] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[4] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[6]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp
[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[8] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[9]http://www.devletialiyyei.com/onemli-kisiler/i-ismail-sah-ismail-623.html
[10] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[11]http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim
[12] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[13]http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim
[14] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[15] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[16] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[17]http://www.devletialiyyei.com/savaslar/caldiran-savasi-617.html
[18] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[19]http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_padi%C5%9Fahlar%C4%B1_listesi
[20] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[21]http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim
[22] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[23] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[24] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[25]http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim
[26]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp
[27]http://www.tarihnotlari.com/caldiran-savasi/yavuz_sultan_selim/
[28]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp
[29] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[30] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[31] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
[32]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp
[33] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi
Yavuz Sultan Selim (1512-1520, 8 yıl)