top of page

İdris-i Bitlisi (?-1520)

Babası Hüsâmeddîn Ali Bitlisi, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin yoluna mensûp mübârek bir zât veya Dede Ömer Rüşeni hazretlerinin talebelerinden bir şeyh idi. Uzun zaman Akkoyunlu Sultânı Uzun Hasen’in dîvânında nişancılık yapmıştı. Oğlu İdrîs-i Bitlisi de, 1490 senesine kadar Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasen oğlu Yakûb Bey’in dîvân hizmetinde çalıştı. Osmanlı Sultânı İkinci Bâyezîd Hân’ın bir zaferi münâsebeti ile gönderdiği fetihnameye, sultânı adına cevap yazan İdrîs-i Bitlisi, İstanbul’a davet edildi. [1]

 

Bu arada, Şah İsmâil’in ortaya hizmetine girmesi için yaptığı teklifi reddetti. Osmanlı ülkesine gitti. Sultan Bâyezîd Hân, ona mühim vazîfeler verdi. Arab ve Acem kadıaskerliğine tayin etti. Sultan İkinci Bâyezîd Hân, Osmanlı ülkesine gelip yerleşen İdrîs-i Bitlisî’ye pek fazla iltifât etmiş, çok yüksek maaş tahsis etmiş ve ondan bir “Târih-i Âl-i Osman” yazmasını istemişti. O da bu emre uyarak, ilk sekiz Osmanlı pâdişâhı hakkında, Farsça ve manzûm olarak 80.000 beyitlik “Heşt-behişt” adında manzûm bir eser telîf etti.[2]

 

Yavuz Sultan Selim Hân’ın hizmetinde de bulunan İdrîs-i Bitlisi, Sultân’ın İran’a karşı tertîb ettiği Çaldıran seferinde ona refakat etti. Bitlisli olmasının da yardımıyla, Doğu vilâyetlerinden topladığı ordunun başına geçerek, İranlıları mağlûb edip, Mardin’i fethetti. Urfa ve Musul’un, Osmanlılara iltihâkında mühim rol oynayıp, bölgenin dâhilî işlerini tanzim etti. Mısır’ın fethinde de bulundu.  1520 senesinde vefaat etti. Eyyûb Sultan’da defnedildi.[3]

 

Arapça ve Farsça olarak kaleme aldığı eserleri sayılamıyacak kadar çoktur. Çeşitli yazı şekillerinde yazmakta da usta bir hattât sülüs, nesih ve talik yazıda üstâd idi. [4]

 

Zenbilli Ali Efendi (1445-1526)

1445 yılında Karaman'da doğdu. İlköğrenimini burada yaptı. Daha sonra İstanbul'a giderek, ünlü âlimlerden, Molla Hüsrev'in derslerine devam etti. Hocasının tavsiyesi üzerine Bursa'ya geçerek Mevlana Müslihiddin'den ders aldı ve onun kızıyla evlendi. Bursa'da dini ilimler okudu.[5]

 

Misli zor görülen bir hafızaya sahiptir. Üstün körü geçilen kitapları bile harekesi harekesine kadar ezberler ve yaşından beklenmeyecek sorular sorardı. Hocaları böyle bir kabiliyetin önünü tıkamaktan çekinirler “Sen buralarda zâyi olma” derler, “Büyük âlimlerde oku, meselâ Molla Hüsrev’e git!” O da öyle yapar. Molla Hüsrev ona bildiklerini öğretir, ancak “bunlar işin zahiridir” der, “şimdi sırlara ersen gerek.”  Ali Cemali Efendi’nin ihlâsından olacak, Ebûl Vefa gibi bir veli çıkar karşısına. [6]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[7]

Böylesi genç ve bilgili biri, adı sofuya çıkan padişahın gözünden kaçmaz. II. Bayezid O'nu sürekli takip eder. Bursa, İznik ve Bâyezid medreselerinde ders verdirir. Sonra tutar şehzadeler şehri Amasya’ya müftü atar. O devlet erkânı ile haşır neşir olmaz. Gecesini gündüzünü işine verir. Hâlbuki bulunduğu mevki birileri ile iyi geçinmeyi gerektirir. Mübarek mâkamında gözü olanları farkedince “Merâklısına mübarek olsun!” der, devlet kapısını terkeder. Çeker çarığını, düşer yollara.[8]

 

Ali Cemali Efendi, Resulullah aşığıdır. İçindeki coşkunun seline kapılır Haremeyn’e gider, hacceder. Mükerrem Mekke’de ve Münevver Medine’de ilim meclislerine katılır. Derken Kahire’nin ilim iklimi onu cezb eder, tam bir yıl kütüphane kütüphane gezer, medreselerde ders dinler. Ancak II. Bayezid onu Dersaadet’e çağırır: “Şeyh-ül İslâm oldunuz!”[9]

 

Sultan II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni'ye şeyhülislamlık yaptı. Evin penceresinden her gün bir zembil(sepet) sarkıtır, sorunu olanlar, dertlerini yazarak bu zembile bırakırlardı. Akşam olunca zembili çeker, sorunları cevaplayarak tekrar sarkıtırdı. Bu nedenle "Zenbilli" lakabı verilmiştir. Zamanında şeyhülislamlık, vezirliğin çok üstünde bir görev haline geldi.[10]

 

Ali Cemali Efendi zühdü ve takvası ile tanınır. Onda zerre kadar rütbe, şöhret hırsı yoktur. Hal böyle olunca doğru bildiğini söylemekten çekinmez. Belki de bu yüzden ölünceye kadar (tam 24 yıl) makamında kalır. Bayezid-i Veli’nin ardından Yavuz ve Kanuni gibi iki zirveye hizmet eder. [11]

 

Çok merhametlidir, kendisine ve çevresindekilere yapılanları görmezden gelir, ancak mukaddesatımıza saldıranlara acımaz. Hatta sultanı tavır koymaya zorlar. Yavuz’u Çaldıran savaşına sürükleyenlerden biri odur. Yine Mısır Seferini sonuna kadar destekler.[12]

 

Kanuni bütün Avrupa'yı hizaya sokar. Ancak Rodos hâlâ Akdeniz'in çıbanıdır. Zembilli Ali Efendi Padişah'ı sefere inandırır. Hatta yiğitlere yoldaş olur, adanın fethine katılır. Eli kanlı eşkıyalara, şovalyelere karşı savaşır. Rodos ele geçince burada kalmaya niyetlenir. Ömrünün son demlerini yerli halka İslâmiyeti anlatmakla geçirir. Burada medreseler, imaretler kurar ve ileri yaşına rağmen yıllarca imamlık yapar. Nice Rum'un hidayetine vesile olur ki, Rodoslu Müslümanların mayasında onun gayretleri vardır.[13]

 

Sonu da hoş olur. Ayan beyan ölüme hazırlanır. O gün görülmedik şekilde neşelidir ve çevresindekilerle tek tek helalleşir. Talebeleri ayrılık vaktinin geldiğini anlar, çok ağlarlar. Nurlu kabri Zeyrek yokuşunda kendi dergâhının bahçesindedir.[14]

 

Nakledilir ki: Kanunî Sultan Süleymân Hân, meyva ağaçlarını karıncaların sarması üzerine, karıncaları kırmak için mes’eleyi Zenbilli Ali Efendi’ye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der: [15]

“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca

Zarar var mı karıncayı kırınca.”


Zenbilli Ali Efendi zarif bir ifâde ile sorulan bu suâlin altına şu beyti yazarak cevap vermiştir:

“Yarın divânına Hakkın varınca

Süleymân’dan alır hakkın karınca.”

 

İbn-i Kemal (Kemalpaşazade Ahmed Şemseddin Efendi) (1468-1536)

Dedesi Kemâl Paşa ise, Fâtih Sultan Mehmed Hân devri komutanlarından idi. Bir ümera ailesine mensûb bulunan İbn-i Kemâl Paşa, ailesinin nezâretinde iyi bir tahsil görmekle beraber, zamanın geleneği îcâbı, önce askerî sınıfa girdi ve sipâhi olarak İkinci Bâyezîd Hân’ın seferlerine iştirâk etti. [16]

 

İbn-i Kemâl Paşa, ilimde yetişmesini bizzat kendisi şöyle anlatır: “Sultan İkinci Bâyezîd Hân ile bir sefere çıkmıştık. O zaman vezîr, Halîl Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa idi. Şanlı, değerli bir vezîr idi. Ahmed İbni Evrenos adında bir de kumandan vardı. Kumandanlardan hiçbiri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise, vezirin ve bu kumandanın huzûrunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defasında, eski elbiseler giyinmiş bir âlim geldi. Bu, kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Ben buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yüksek yere oturan bu zâtın kim olduğunu sordum. “Filibe Medresesi müderrisi, âlim bir zâttır. İsmi Molla Lütfî’dir.” dedi. “Ne kadar maaş alır” dedim. “Otuz dirhem” dedi. “Makamı bu kadar yüksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?” dedim. “Âlimler, ilimlerinden dolayı tazim ve takdîr olunur, hürmet görürler. Geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezîr buna râzı olmazlar” dedi. Düşündüm, “Ben bu kumandan derecesine çıkamam, ama çalışır gayret edersem, şu âlim gibi olurum” dedim ve ilim tahsîl etmeye niyet ettim. Seferden dönünce, o meşhûr âlim Molla Lütfî’nin huzûruna gittim.” [17]

 

Meşhûr âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı. Edirne’de Taşlık adıyla tanınan Ali Bey’in medresesine müderris olarak tayin edildi. Burada müderris iken, pâdişâhın emri ile “Tevârih-i Âl-i Osman” adlı târihini yazdı. Bundan sonra Usküp’te, Edirne’de daha sonra İstanbul’da Sahn-ı semân Medresesi’nde bir müddet müderrislik yaptı. Bu vazîfelerinden sonra, o zaman Osmanlı medreselerinden en yüksek derecede olan Sultan Bâyezîd Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Bundan sonra Edirne ve sonra da Anadolu kadıaskeri oldu. Bir müddet vazîfelerini yürüttükten sonra, Edirne’deki Dâr-ül-hadîs Medresesi’nde ve Sultan Bâyezîd medreselerinde bir müddet daha müderrislik yaptı. Çok âlim yetiştirdi. [18]

 

İbn-i Kemâl, bütün vaktini ilme veren âlimlerdendir, ilmi ile o kadar büyük bir şöhret kazanmıştı ki, zamanındaki birçok âlim bazı meselelerde ona başvururlardı. Onaltıncı asrın ilk yarısında, Osmanlı kültürünün en büyük mümessili olarak görülmektedir. Ahlâkı güzel, edebi mükemmel, zekâsı ve aklı kuvvetli, ifâdesi açık ve veciz olup, iki dünyâ faydalarını bilen ve bildiren, pek nâdir simalardan biri idi. Büyük bir âlim olduğu gibi, güçlü bir tarihçi, değerli bir edîb, kuvvetli bir şâir idi. Tasavvufta da ileri derece sahibi idi. [19]

 

Kanunî Sultan Süleymân Hân zamanında, Zenbilli Ali Efendi’den sonra Osmanlıların dokuzuncu şeyhülislâmı oldu. Kanunî Sultan Süleymân Hân’ı Safevîlere karşı mücâdeleye teşvik ettiği gibi, pâdişâhın Şah Tahmasb’a gönderdiği mektûpları da bizzat kaleme almıştır. [20]

Bazı ulemâ da onun için; “Mısır’da İmâm-ı Süyûtî ne ise, İstanbul’da ve diğer beldelerde de İbn-i Kemâl Paşa odur. Her ikisi de asrın süsüdür” demişlerdir.[21]

 

İbn-i Kemâl, 1534 senesinde vefât etti. Edirnekapı’da surların dışında, Mehmed Çelebi zaviyesi denilen mıntıkada defn edildi. İbn-i Kemâl Paşa, ekserisi muhtelif risaleler olmak üzere, üçyüz civarında eser yazdı. Bu eserlerinden çoğu yazma olup, 36 tanesi Ahmed Cevdet Paşa tarafından yayınlandı. [22]

 

Sadullah Sadi Efendi (?-1539)

Kastamonu'da doğmuştur. Babası İsa Çelebi, İstanbul'a gelip Aksaray'da bulunan Murad Paşa Camii'ne hoca olmuş ve oğlunu da İstnabul'a birlikte getirmiştir. Sadullah Sadi Efendi İstanbul'da medrese tahsili Sahn medrese müderrisi olmuştur. 1522'de İstanbul Kadısı görevine getirilmiştir.[23]

 

I. Süleyman döneminde 1536'de Şeyhülislam İbn-i Kemal vefat ettikten sonra onun yerine Sadullah Sadi Efendi Şeyhülislam yapılmıştır. Sadullah Sadi Efendi bu görevde 5 yıl kalmıştır. Verdiği fetvalar kılı kırk yarar şekilde çok ayrıntılı idi. 21 Şubat 1539'da bu görevde iken vefat etmiştir. Mezarı Eyüb mezarlığındadır.[24]

 

Ebussuud Efendi (1490–1574)

30 Aralık 1490 tarihinde Çorum'un İskilip ilçesinde doğdu. Şeyh Muhiddin Mehmed Efendi'nin oğludur. [25] Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. Onüçüncü Osmanlı Şeyhülislâmı olup, ismi, Ahmed bin Mustafa’dır. Alimler yetiştiren bir aileye mensûb idi. Dedesi, meşhûr âlim Ali Kuşcu’nun kardeşi Mustafa İmâdî’dir. Dedeleri Türkistanlı olup, Semerkand’dan Anadolu’ya gelmişlerdir.[26]

Ebüssü’ûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi. Babasından sonra meşhûr Osmanlı âlimlerinden Müeyyedzâde Abdürrahmân Efendi’den, tefsîr ve hadîs ilimlerinde âlim ve kayınbabası olan Mevlânâ Seyyidî Karamânî’den ve meşhûr Osmanlı âlimi İbn-i Kemâl Paşa’dan ilim öğrendi. Tahsilini tamamlayıp, İnegöl’de İshak Paşa Medresesine tayin edildi. Bu sırada yirmialtı yaşlarında idi. Bu sırada Osmanlı Devleti, mühim hâdiselere ve önemli gelişmelere sahne oldu. Yavuz Sultan Selim Hân, Çaldıran’da Şah İsmâil’i ve Safevîleri Anadolu’dan çıkararak, Güneydoğu sınırlarının güvenliğini sağladı. Bir yıl sonra Mısır üzerine yaptığı sefer neticesinde, halifelik Osmanlılara geçti.[27]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[28]

Ebüssuud Efendi on ay sonra İstanbul’da Dâvûd Paşa Medresesi’ne müderris olarak tayin edildi. 1532 senesinde Bursa kadılığına tayin edildi. Bursa’da bir yıl kadılık yaptıktan sonra, İstanbul kadılığına tayin edildi. İstanbul kadılığı vazîfesi üç sene sürdü. Bu zaman içinde fevkalâde başarı ve mehâretle kadılık yaptı. Bundan sonra, ilmiye sınıfı için en yüksek makamlardan sayılan kadıaskerlik vazîfesine tayin edildi. Normalde Anadolu kadıaskeri, sonra da Rumeli kadıaskeri olması gerekirken, bir rütbe atlanarak, 1537 senesinde Rumeli kadıaskerliğine tayin edildi. Sekiz sene bu vazîfede bulunarak, büyük hizmetler yaptı.[29]

 

Ebüssuud Efendi, kadıasker tayin edilmeden önce gördüğü bir rü’yâyı şöyle anlatmıştır: “Kadıasker olmadan bir hafta önce, rüyamda Fâtih Câmii’nin mihrabında benim için bir seccade serilmiş olduğunu gördüm. Halka İmâm oldum ve sekiz rek’at namaz kıldım. Bu rüyadan sonra kadıasker oldum. Meğer bu rüya, kadıaskerlikte sekiz sene kalacağıma işâretmiş. Keşke kıldığım o sekiz rek’atlık ikindi yerine yatsı namazı kılmış olsaydım.” [30]

 

Ebussuud Efendi, Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlim idi. Kanunî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541 senesinde Budin’in fethinde, kiliseden câmiye çevrilen bir câmide, Pâdişâh Kânûnî’ye ve orduya Cuma namazı kıldırdı. Pâdişâhın emri üzerine, Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir işlerini yaptı. Mühim hizmetler yaptığı bu vazîfesinden sonra, 1545 senesinde şeyhülislâm oldu. Bu sırada ellibeş yaşında bulunuyordu. Otuz sene şeyhülislâmlık yaptı.[31]

 

Ebussuud Efendi, şeyhülislâm olmasıyla ilgili bir rüyasını şöyle anlatmıştır: “Henüz daha medresede talebe iken, bir gece rüyamda Zeyrek Câmii’ne girdim. Câmi halk ile dolu idi. “Bu topluluk nedir?” dedim. “Resûl-i ekremin toplantılarıdır” denildi. Hürmetle bir köşede durdum. Önümde de, o devrin müftîsi İbn-i Kemâl Paşa oturuyordu. Peygamber efendimiz mihrâbda oturuyordu. Sağ ve solunda Eshâb-ı Kirâm efendilerimiz edeble ayakta duruyorlardı. Resûlullahın huzûrunda da bir zât vardı. Kıyafetinden onu Arap zannetmiştim. Peygamber efendimiz ile dizdize denilecek bir hâlde oturuyor ve konuşuyordu. Acaba bu zât kimdir ki, Eshâb-ı Kirâm efendilerimiz ayakta oldukları hâlde, o, Resûlullahın huzûrunda oturuyor? diyerek hayret ettim. Konuşmalarını dinledim; Peygamber efendimiz Arapça konuşuyorlar, o zât ise Farsça söylüyordu. Peygamberimiz ona; “Yâ Mevlânâ Câmî, ben Arabca konuşuyorum, sen de Arabca konuş” buyurunca, Arap zannettiğim o zâtın Mevlânâ Abdürrahmân Câmî olduğunu anladım. Mevlânâ Câmî, Peygamberimize; “Yâ Resûlalla! Bir hatâmdan dolayı sizden özür dilemiştim. Acaba özrüm makbûl olmadı mı?” dedi. Peygamber efendimiz; “Ne yolla itirâz etmiştin?” buyurunca, şöyle dedi. “Sizi methetmek için yazdığım bir kasidemde; “Onun sırrına eremiyorum, O Arapdır, ben ise Acemim...” demiştim” dedi. Peygamber efendimiz; “Beis yok, Farsça konuşman da makbûldür” buyurdu. Sonra Peygamberimiz, Mevlânâ Câmî’ye hitaben; “Şu oturan kimseyi bilir misin?” diyerek İbn-i Kemâl Paşa’yı gösterdiler. Mevlânâ Câmî; “Bilmem yâ Resûlallah” dedi. Peygamber efendimiz; “O, İbn-i Kemâl Paşa’dır ve hâlen ümmetimin müftîsidir” buyurdu. Sonra da beni göstererek; “Ya onun arkasında oturan şu kimseyi bilir misin?” buyurdu. Mevlânâ Câmî yine; “Hayır Yâ Resûlallah” dedi. Peygamber efendimiz “O, Ebussuud bin Yavsî’dir. O da ümmetimin müftîsî olsa gerektir.” buyurdu. Bu sâdık rüyadan tam otuz yıl sonra, bu âcize fetvâ işleri vazîfesi verildi. [32]

 

Ebussuud Efendi, kendisine sorulan suâllere gayet hakimane cevaplar verirdi. Şeyhülislâmlığı dönemindeki fetvâlarının herbiri, bir kânun maddesi mahiyetindeydi. Bu fetvâları, “Fetâvâ-i Ebussuud” adlı bir kitapta toplanmıştır. Sorulan suâl manzûm ise, cevabı da kâfiye ve vezin bakımından suâle uygun olarak verirdi. Sorulan suâl nesir ve seçili ise, cevâbı da öyle olurdu. Suâl Arapca ise cevâbı da Arapca, suâl Farsça ise cevâbı da Farsça, Türkçe ise cevâbı da Türkçe olurdu. İki defa işlerin çokluğu sebebiyle, sabah namazından sonra sorulan suâllere cevap vermeye başlayıp, ikindi namazında bitirmiştir. Birinde 1412, diğerinde 1413 fetvâ verdiği tesbit edilmiştir. [33]

 

Ebussuud Efendi, Sultan İkinci Bâyezîd Hân’ın, Yavuz Sultan Selim Hân’ın ve Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın fevkalâde sevgi ve iltifâtını kazandı. Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın Ebussuud Efendi’ye gönderdiği şu mektûp, ona karşı beslediği halisane duyguları dile getirmektedir:

“Hâlde hâldaşım, sinde sindaşım (yaşta yaşdaşım), âhıret karındaşım, Molla Ebussuud Efendi hazretlerine, sonsuz duâlarımı bildirdikten sonra, hâl ve hatırını suâl ederim. Hazret-i Hak, gizli hazînelerinden tam bir kuvvet ve daimî selâmet müyesser eylesin! Allahü teâlânın ihsânı ile lütuflarınızdan niyaz olunur ki, mübârek vakitlerde, muhlislerinizi şerefli kalbinizden çıkarmayınız. Bizim için duâ buyurunuz ki, yere batasıca kâfirler hezimete uğrayıp, bütün İslâm orduları, mensûr ve muzaffer olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşalar! Duâlarınızı, yine duâlarınızı bekleyen, Hak teâlânın kulu Süleymân bî riya.” [34]

 

Kanunî Sultan Süleymân Hân 1566 senesinde vefât edince, cenâze namazını Ebussuud Efendi kıldırdı. Onun vefâtı üzerine bir de mersiye yazdı. Bu mersiyesi de, edebiyattaki yüksek derecesini göstermektedir. [35]

 

Ebussuud Efendi, sekiz senede Sultan İkinci Selim Hân zamanında şeyhülislâmlık yaptı. Sultan İkinci Selim Hân, Ebussuud Efendi’ye çok hürmet edip, onu incitecek hareketlerden sakınırdı. [36]

 

Osmanlı Devleti’nde yetişmiş en büyük şeyhülislâmlardan birisi idi. Cinlere de fetvâ vermesiyle meşhûrdur. Eyyûb Sultan’da Yazılı Medrese adıyla tanınan medresede bulunduğu sırada, bir defasında cinler kendisinden fetvâ sormak üzere gelmişlerdi, içlerinden bazısı suâllerini sorarken, diğerleri de medresenin duvarlarına birşeyler yazmışlardı. Cinlerin bu duvarlara yazı yazmaları sebebiyle, o medreseye “Yazılı Medrese” ismi verilmiştir. Bu yazılar, daha sonra üzerlerine badana çekilmek sûretiyle kapatılmıştır. [37]

 

Tasavvuf ehline karşı olduğu iddiası asılsızdır. Nitekim meşhûr tarihçi Peçevî, bu iddia sahiplerini şiddetle tenkid etmekte ve asılsız iddiâlarını ilmî olarak reddetmektedir. Ebussuud Efendi, tasavvuf ehil olmayan ellerde kalınca, dîne zarar getireceğini bildiği için, ehli olmayanlara sert davranıyordu ki, bu onun din gayretinin açık bir delîlidir. Nitekim kendisine bu konuda sorulan bir suâle, “Allahü teâlânın ilmi, sonsuz bir derya gibidir. İslâmiyet bu deryanın sahilidir. Biz sahil ehliyiz. Meşâyıh-ı izam ya’nî tasavvuf büyükleri, o sonsuz deryanın dalgıçlarıdır. Bizim onlar aleyhinde söyleyecek herhangi bir sözümüz, olamaz” diyerek cevap vermiştir. [38]

 

Kanuni Sultan Süleyman'ın karşısında "padişah emriyle nâ-meşrû’ olan nesne meşrû’ olmaz" çıkışını yaptığı ifade edilir. Osmanlı toprakları dışındaki islam coğrafyasında da itibar sahibi olmuş ve eserlerinin etkisi günümüze kadar devam etmiş bir âlimdir. Kanunnameler hazırlattığı ve birçok âlim yetiştirdiği için ilmiye sınıfı uzun bir müddet zayıflamamıştır.[39]

 

Anadolu'da Kızılbaş olarak nitelendirilen Türkmen Alevileri için verdiği acımasız fetvalarıyla bilinir. Verdiği fetvalar arasında Kızılbaşların canları, malları helâldir, onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir ve Kızılbaşların kestiği hayvanın eti mundardır, yenmez gibi, günümüzde de bilinen fetvaları yer alır. 23 Ağustos 1574'te vefat etmiştir. [40]

 

Ebussuud Efendi, bütün bu meziyet ve üstünlükleri yanında, edebiyat ve şiir sahasında da yadigâr eserler bırakmıştır. Zamanının şâir ve edîbleri, yazdıkları nefis kasidelerle onu övmüşler, şânını dile getirmeğe çalışmışlardır. Kendisinin Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri vardır. Arapça şiirlerinden “Kasîde-i mimiyye”si en meşhûrudur.[41]

 

Tefsîr ilminde de büyük bir âlim olduğu için, “Müfessirlerin hatîbi” ünvanı verilmiştir. Yine fıkıh ilmindeki yüksek derecesinden dolayı, âlimler arasında “Nu’mân-üssânî (İkinci Ebû Hanîfe)” lakabıyla ve “Müftiy-yüs-sekaleyn (cinlerin ve insanların müftîsi)” ve İbn-i Kemâl Paşa’dan sonra “Muallim sânî” lakabıyle tanınmıştır.[42]

 

Ebussuud Efendi, 25 Ağustos 1574 târihinde 84 yaşında iken vefât etti. İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan, duyulduğu zaman büyük bir üzüntü ile karşılandı. 58 sene müddetle müderrislik, kadılık ve şeyhülislâmlık vazîfeleri ile millete ve devlete çok hizmeti geçmiş, pâdişâhlar ve halk tarafından çok sevilmiş müstesna bir âlim idi. Kabri Eyyûb Sultan’da kendi yaptırdığı medresenin yanında, Eyyûb Câmii karşısındadır.[43]

 

Bilinen 22 adet eseri ile çeşitli risaleleri vardır. "İrşadü’l-Aklu’s-Selim Mezaye’l-Kitabü’l-Kerim" adlı tefsiri alanında en önemli eserlerden kabul edilir. [44]

 

Piri Reis(1470-1554)

Türk-Osmanlı denizci ve kartografıdır. Asıl adı Muhyiddin Pîrî Bey'dir.[1] Künyesi Ahmet ibn-i el-Hac Mehmet El Karamani'dir. Amerika'yı gösteren Dünya haritaları ve Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabıyla tanınmıştır.[45]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[46]

Karamanlı bir ailenin çocuğu olan Ahmet Muhyiddin Pîrî'nin ailesi II. Mehmed devrinde padişahın emri ile Karaman'dan İstanbul'a göç ettirilen ailelerdendir. Aile bir süre İstanbul'da yaşamış, sonra Gelibolu'ya göç etmiştir. Pîrî Reis'in babası Karamanlı Hacı Mehmet, amcası ise ünlü denizci Kemal Reis'tir. Denizciliğe amcası Kemal Reis'in yanında başladı; 1487-1493 yılları arasında birlikte Akdeniz'de korsanlık yaptılar; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar. 1486'da Endülüs'te Müslümanların hâkimiyetindeki son şehir olan Gırnata'da katliama uğrayan Müslümanlar Osmanlı Devleti'nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis'i Osmanlı Bayrağı altında İspanya'ya gönderdi. Bu sefere katılan Pîrî Reis, amcası ile birlikte müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdı.[47]

 

Pîrî Reis, Osmanlı Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı donanmasında gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk kez savaş kaptanı oldu. Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.[48]

 

1511'de amcasının bir deniz kazasında ölümünden sonra Gelibolu'ya yerleşti. Barbaros Kardeşler'in idaresi altındaki donanmada Akdeniz'de bazı seferlere çıktıysa da daha çok Gelibolu'da kalıp haritaları ve kitabı üzerinde çalıştı. Bu haritalardan ve kendi gözlemlerinden yararlanarak 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İber Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yenidünya Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, bu haritanın günümüzde elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, günümüze kalmamış olan, Kristof Kolomb'un Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olması rivayetidir.[49]

 

1516-1517 yıllarında İstanbul'a geldiğinde tekrar Osmanlı donanmasının hizmetine girdi; Derya Beyi (Deniz Albayı) rütbesini aldı ve Mısır seferine gemi komutanı olarak katıldı.  İskenderiye'nin ele geçirilmesinde gösterdiği başarılar ile padişahın övgüsünü kazandı ve sefer sırasında haritasını padişaha sundu. Günümüzde bu haritanın bir parçası mevcuttur, diğer parçası kayıptır. Bazı tarihçilere göre, Osmanlı padişahı dünya haritasına bakmış ve "Dünya ne kadar küçük..." demiştir. Sonra da, haritayı ikiye bölmüş ve "biz doğu tarafını elimizde tutacağız." demiştir. [50]

 

Pîrî Reis seferden sonra, tuttuğu notlardan Bahriye için bir kitap yapmak amacıyla Gelibolu'ya döndü. Derlediği denizcilik notlarını Kitab-ı Bahriye'de bir araya getirdi. 1525'da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini İbrahim Paşa aracılığıyla Kanuni'ye sundu.  1528'de, ilkinden daha içerikli ikinci dünya haritasını çizdi.[51]

 

1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa kaptan-ı derya olunca Pîrî Reis de Derya Sancak Beyi (Tümamiral) ünvanı alan Pîrî Reis, sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalıştı. Barbaros'un 1546'da ölümünün ardından Hint Denizleri Kaptanlığı yaptı, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz görevlerinde yaşlandı. Osmanlı donanmasında yaptığı son görev idamıyla sonuçlandı.[52]

 

Kınalızade (1516-1571)

Ali bin Emrullah, 1516 senesinde Isparta’da doğdu. İstanbul’a giderek, Mahmûd Paşa Medresesi’nde Müderris Sinân’dan, Atîk Ali Paşa’da Merhaba Efendi’den, sonra da Sahn-ı semân Medresesi’nden Kul Sâlih Efendi’den ders aldı. İstanbul’da çeşitli medreselerde ve Süleymâniye Medresesi’nde müderrislik yaptı. Şam, Kâhire Bursa kadılığı, 1570’de İstanbul kadılığı, 1571’da Anadolu kadıaskerliği yaptı. Arapca ve Farsçada; edebiyat, tefsîr ve hadîs ilminde emsalsizdi Tefsîr metinlerini anlamakta güçlük çekenler, müşkillerini halletmek için ona müracaat ederlerdi. 1571 senesinde Edirne’de vefât etti.[53]

 

Arapca, Farsça dillerinde ve Osmanlıca Türkçesi’nde şiirler yazmış ve şiirleri bir divanda toplanmıştır. Daha çok “Ahlâk-ı A’lâî” adlı eseriyle tanınmışdır. Bu eserini, 1564 yılında Şam’da vazîfeli bulunduğu sırada, Suriye Beylerbeyi Ali Paşa adına te’lîf ederek, ona izafeten, eserinin adını “Ahlâk-ı A’lâî” koymuştur. Kitabının önsözünde şöyle yazmaktadır: “İncelediğim ahlâk kitapları Arapça idi. Şöyle düşündüm: Keşke, hikmet-i ahlâkı tamamen içine alan Türkçe bir kitap yazılmış olsaydı. Bunu gerçekleştirmek için gerekli incelemeleri ve çalışmayı yaptım bu eser meydana geldi.” Kitabı defalarca basılıp, asırlarca ahlâk kitaplarına kaynak olmuş ve Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar medreselerde ve liselerde okutulan ahlâk derslerinde temel kitap olmuştur.[54]

 

Eserleri: 1- Ahlâk-ı A’lâî, 2- Tecrid haşiyesi, 3-Mevâkıf haşiyesi, 4- Dürer ve Gurer’e yaptığı haşiye, 5. Kalemiyye Risalesi, 6- Sayfiyye Risalesi, 7-Tefsîre ve vakfa dâir risaleleri, 8-Arapca, Farsça, Türkçe şiirlerini içine alan “Divân”ı, 9-Tabakât-ı Hânefiyye (İmâm-ı a’zam hazretlerinden İbn-i Kemâl Paşa’ya kadar.) [55]

 

Birgivi (1521-1573)

Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. İsmi, Muhammed bin Ali Birgivî’dir. 1521 senesinde Balıkesir’de doğdu. Babası âlim bir zât olup, müderris idi. Önce babasından ilim öğrendi. Sonra yüksek ilimleri öğrenmek üzere İstanbul’a gitti.  Parlak bir başarı ile icâzet imtihanını vererek, müderrislik rütbesini kazandı. Bir müddet İstanbul medreselerinde müderrislik yaptı. Bu vazîfesi sırasında Bayrâmiyye tarikatının şeyhlerinden olan Abdürrahmân Karamânî’ye talebe olup, onun sohbetlerinde tasavvufda da yetişti. Dünyâ işlerini tamamen bırakmak istemişse de, tasavvufda hocası Abdürrahmân Karamânî’nin ısrârı üzerine ders ve va’z vermeye devam etti. İkinci Selim Hân’ın hocası Atâullah Efendi, Birgivî’nin ilimdeki kudretini takdîr ederek, Birgi’de yaptırdığı medresenin müderrisliğine onu tayin etti. Bundan sonra orada, talebe yetiştirmek, va’z vermek ve kitap yazmakla ömrünü geçirip, büyük hizmetler yaptı. [56]

 

1573’de Birgi’de vefât etti. Türbesi, Aydın’ın Birgi kasabasında bir tepe üzerindedir. İlimdeki yüksek derecesinden dolayı İmâm-ı Birgivî ismiyle meşhûr olup, Türk âlimlerinin baş tacıdır.[57]

 

Kıymetli eserler yazmış olup, en meşhûr eserleri şunlardır: Tarîkat-ı Muhammediyye: Arapca, kıymetli bir eser olup, Ehl-i sünnet âlimleri arasında büyük bir i’tibâr görmüştür. Birçok âlim tarafından şerhedilmiştir. Vasıyetnâme, “Birgivî Vasıyyetnamesi” adıyla meşhûr olmuştur. Asırlardan beri okuna gelmiş, çok çok kıymetli ve fatdalı bir eserdir. [58]

 

Hoca Sadettin Efendi (1536-  1599)

I. Selim'in Nedimi Hasan Can'ın oğlu olarak 1536 yılında İstanbul'da doğdu. İyi bir eğitim gördü, ilmiye sınıfına girerek 1556 ila 1573 yılları arasında müderrislik yaptı. Manisa'da bulunan Şehzade Murat'ın (III. Murat) hocalığı ile görevlendirilmesi sonraki yıllarda hızla yükselmesine yardımcı oldu. 1574 yılında III. Murat'ın tahta çıkması ile birlikte Hace-i Sultani sıfatıyla devlet işlerinde etkili oldu. Bu sıfatını daha sonra tahta çıkan III. Mehmet'in döneminde de koruyarak padişah üzerinde nüfuzu sayesinde iç ve dış siyasette etkin rol oynadı. [59]

 

Bosna Akıncı kumandanlarından Hasan Paşa, 1592 senesinde yaptığı bir seferde, Avusturyalılar tarafından pusuya düşürülerek, 8000 Türk akıncısı şehîd edilmişti. Bunun üzerine Avusturya’ya karşı savaş açılması için bir dîvân toplandı. Sadrazam Sinân Paşa, Avusturya ile savaşmak istiyordu. Dîvânda Hoca Sa’düddîn Efendi şu sözlerle savaşmaya şiddetle itirâz etti:

“Kolay zaferler kazanmak devri artık geçmiştir. Akıncılarımızın şehîd edilmesi her zaman olan hâllerdendir. Bu bir savaş sebebi olmaması gerektir. Devlet-i Âli Osman genişleyebileceği kadar genişlemiş, tabiî sınırlara kadar dayanmıştır. Bu sınırları aşıp, ülkeler feth edilse bile, buraları uzun zaman elde tutmak mümkün olmayacaktır. Yine feth edilen yerleri elde tutmak için, kalelere fazla asker yerleştirmek gerekir. Bu askerlerin iaşesi ve ihtiyâçları devlet hazînesine ağır masraflar yükleyecektir. Yeni fethedilen yerlerden elde edilecek ganîmetler, buraları korumak için sarfedilen masrafı karşılıyamayacakar.” Vezirler Sinân Paşa’nın yanında yer alınca, bu fikir azınlıkta kaldı ve Avusturya ile savaşa karar verildi. Bunun üzerine Hoca Sa’düddîn Efendi; “Karşımızdaki düşman sâdece Avusturya değildir. Avusturya kralı Maksimilyen, Erdel prensi Zigismunt, Eflak beyi Mişel, Boğdan voyvodası Aron ile birleşmiş, Papadan, İspanya’dan ve Lehistan’dan da yardım almıştır. Müttefik devletlere karşı siyâsî davranmak îcâb eder. Hudutlarda müttefik düşmanlar belirince, savaşacak olan için en kolay, en iyi tedbir müttefiklerin arasını açmak bazısı ile barış yapmak ve yalnız kalan düşmanla savaşmaktır”

dedi. Fakat onun bu sözlerini kimse dikkate almadı.[60]

 

1596 yılında Haçova Savaşında padişahı savaş alanından ayrılmamasına ikna ederek Haçova Zaferinin kazanılmasında önemli ve etkin rol oynadı. Haçova Savaşında yararlılığı görülen Cigalazade Yusuf Sinan Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesini sağladı. Ancak önceki sadrazam İbrahim Paşa'yı tutan valide Safiye Sultan'ın etkisiyle gözden düştü. Sürgüne gönderilmekten güçlükle kurtulabildi ve devlet işlerine karışmaması koşuluyla İstanbul'da kalmasına izin verildi. Bu süreçte 1598 yılında şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi'nin ölümü üzerine karşı çıkmalar olmasına karşın şeyhülislamlığa getirildi. [61]

 

Şeyhülislam olarak fetva yazımında büyük yetenek gösterdi. Şeyhülislamlığı ve müderrisliği dışında asıl ününü Hoca Tarihi olarak da anılan Tac üt-tevarih (kuruluşundan I. Selim'in ölümüne kadar Osmanlı Tarihi) isimli yapıtıyla kazandı.[62]

 

 

 

 

 

Dipnotlar

[1]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IDRIS_I_BITLISI-3345.aspx

[2]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IDRIS_I_BITLISI-3345.aspx

[3]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IDRIS_I_BITLISI-3345.aspx

[4]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-IDRIS_I_BITLISI-3345.aspx

[5]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[6]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[7]http://bilinmeyentarihh.blogspot.com.tr/p/osmanl-devleti-ve-kanuni-sultan.html

[8]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[9]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[10]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[11]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[12]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[13]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[14]http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2602

[15]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ZENBILLI_ALI_EFENDI-3492.aspx

[16]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[17]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[18]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[19]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[20]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[21]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[22]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-AHMED_IBNI_KEMAL-3216.aspx

[23]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sadullah_Sadi_Efendi

[24]http://tr.wikipedia.org/wiki/Sadullah_Sadi_Efendi

[25]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ebussuud_Efendi

[26]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[27]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[28]http://www.habermonitor.com/tr/haber/detay/sik-celebi-pr-mehmet/264162/

[29]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[30]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[31]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[32]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[33]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[34]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[35]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[36]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[37]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[38]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[39]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ebussuud_Efendi

[40]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ebussuud_Efendi

[41]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[42]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[43]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-EBUSSUUD_EFENDI-3280.aspx

[44]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ebussuud_Efendi

[45]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[46]http://habermerkezi.cu.edu.tr/pirireis.asp

[47]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[48]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[49]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[50]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[51]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[52]http://tr.wikipedia.org/wiki/P%C3%AEr%C3%AE_Reis

[53]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ALI_BIN_EMRULLAH-3223.aspx

[54]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ALI_BIN_EMRULLAH-3223.aspx

[55]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-ALI_BIN_EMRULLAH-3223.aspx

[56]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-BIRGIVI-3255.aspx

[57]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-BIRGIVI-3255.aspx

[58]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-BIRGIVI-3255.aspx

[59]http://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Sadeddin_Efendi

[60]http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-IslamAlimleri-Detay-HOCA_SADUDDIN_EFENDI-3570.aspx

[61]http://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Sadeddin_Efendi

[62]http://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Sadeddin_Efendi

 

Klasik Osmanlı Düşüncesi ve Temsilcileri 

Osmanlılar

bottom of page