top of page

İkinci Akabe Buluşması 

Ka’b bin Malik o günü şöyle anlatıyor:

Yetmiş üç erkekdik. Yanımızda iki de kadın bulunuyordu. Belirtilen yerde toplanıp Rasulullah’ı beklemeye başladık. Nihayet geldi. Yanında amcası Abbas da bulunuyordu. Abbas o zaman kavminin dini üzerineydi. Ancak yeğeninin işinde hazır bulunmayı ve yardım etmeyi arzuluyordu. Oturulunca ilk konuşan Abbas oldu:

- Ey Medineliler! Siz de bilirsiniz ki Muhammed bizdendir. Kardeşimin oğludur ve bana insanların en sevgilisidir. Eğer Onu doğruluyor ve alıp götürmek istiyorsanız; yardımsız bırakmayacağınıza, aldatmayacağınıza dair sizden kesin bir söz almak istiyorum.

 

Çünkü Yahudiler sizin komşularınızdır ve Ona da düşmandırlar. Sizi ok yağmuruna tutacak Arap kabilelerinin de düşmanlıklarına göğüs gerebilecek kadar savaş gücüne sahipseniz, aranızda iyice konuşarak anlaşın. Sonra ayrılığa düşmeyin.

 

Biz Onu bugüne kadar koruduk. Bundan sonra da koruruz. Fakat buradan ayrılmayı ve size katılmayı arzuluyor. Eğer sözünüzü yerine getireceğinize inanıyorsanız ne ala! Ama yanınıza geldikten sonra korkup yardım edemeyecek ve düşmanlarının eline bırakacaksanız, O kendi kavmi ve şehrinde şerefiyle bulunmaya ve korunmaya devam etsin!

 

Sizden konuşma yapacak olanınız konuşsun! Ama konuşmasını uzatmasın. Çünkü, Kureyşlilerin gözcüleri ve casusları vardır. Buradan ayrıldıktan sonra da işinizi gizli tutun.

 

Abbas’ın konuşması Medinelilerin ağırına gitti. Es’ad bin Zürare söz aldı ve Hz.Peygambere dönerek konuşmaya başladı:

- Ya Rasullalah! Her davetin yumuşak veya sert bir yolu ve üslubu vardır. Bugün Senin yaptığın davet, insanların yüzünü ekşitecek ve kendilerine ağır gelecek bir davettir.

 

Sen bizi öteden beri üzerinde bulunduğumuz dinimizi bırakmaya ve kendi dinine tabi olmaya davet ettin ki, bu çok zor ve ağır bir şey olduğu halde, biz senin bu teklifini kabul ettik.


Sen bizi, insanlarla aramızdaki akrabalık ve komşuluk ilişkilerini kesmeye davet ettin! Bu da çok zor ve ağır bir şey olduğu halde, biz senin bu teklifini de kabul ettik.

 

Bizler yurdumuzda izzetli ve her türlü zorlamadan korunmuş bir haldeyken; kendimizden başka hiç kimsenin başımıza geçmeye göz dikemeyeceği bir topluluk olmamıza rağmen, Senin bu konudaki teklifini de kabul ettik. 
 

Tüm bunlar, insanların gözünde hiç de hoşa gidecek şeyler olmadığı halde, Senin tüm tekliflerini dillerimizle kabul, kalplerimizle tasdik ediyor; Allah’tan getirdiklerine inanarak Sana bağlılıklarımızı sunuyoruz. Kanlarımız senin kanınla, ellerimiz Senin elinledir. Kendimizi, oğullarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuz şeylerden Seni de koruyacak ve savunacağız...

 

Medinelilerden bir kısmı,

- Ya Resulallah! Sen de konuş! Bizden kendin ve Rabbin için istediğin sözü al!

 

dediler. Hz.Peygamber onlara bir miktar Kur’an okudu. Sonra konuşmaya başladı:

- Sizden Rabbim için istediğim, Ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etmenizdir. Kendim için isteğime gelince: Beni ve ashabımı barındırmanız ve yardımcı olmanız, kendinizi koruyup savunduğunuz şeylerden bizleri de koruyup savunmanızdır.

 

Bera hemen Hz.Peygamberin elini tuttu:

- Olur! Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, çoluk çocuğumuzu koruyup savunduğumuz şeylerden seni de koruyup savunacağız.

 

Bu arada Ebulheysem Malik söze girdi:

- Ya Resulallah! Bizimle o adamlar (yahudileri kast ederek) arasında antlaşmalar var. Seninle yaptığımız bu sözleşmeyle biz o antlaşmaları kesip atmış oluyoruz. Allah Seni muzaffer kıldıktan sonra bizi bırakıp kavminin yanına dönmeyi düşünür müsün?

 

Hz.Peygamber gülümsedi ve şöyle buyurdu:

- Hayır! Benim kanım sizin kanınızdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz! Sizin savaştığınız kimselerle savaşır, sizin barıştığınız kimselerle barışırım!

 

bottom of page