top of page

Selman-ı Farisi    

Hz.Peygamberin Medine’ye gelmesinden sonra yanına gelerek Müslüman olan Selman-ı Farisi, hayatını İbn-i Abbas’a şöyle anlatmıştı:

Ben İsfahan halkından bir Farslı (İranlı) idim. Babam bulunduğumuz bölgenin yöneticisiydi. Aşırı sevgisinden dolayı beni yanından hiç ayırmaz, evden dışarı bırakmazdı. Mecusiliğe (ateşe tapma) o kadar kendimi kaptırmıştım ki, ateşin bakımı işini bile üzerime almıştım.

 

Bir gün babam, vakit bulamadığı için, bir kısım işlerini halletmek üzere beni uzaktaki çiftliğimize gönderdi. Giderken de yolda oyalanmamamı sıkı sıkı tenbih etti. Çiftliğe gitmek üzere yola çıktım. Yolda Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım. İçeriden sesler geliyordu. İbadet ediyorlarmış. Babam beni hep içeride tuttuğu için bu tip şeylerden haberim yoktu. Ne yaptıklarını merak ederek yanlarına gittim. Yaptıklarını seyrettim, ibadetleri çok hoşuma gitti.

- Bu din bizim dinimizden daha hayırlı.

diye düşünerek akşama kadar yanlarında kaldım. Çiftliğe gitmedim. Onlara dinleri ile ilgili sorular sordum ve dinlerinin merkezinin Şam olduğunu öğrendim.

 

Akşam eve geldiğimde babam çiftliğe gitmediğimi öğrenmiş, çok meraklanmış. Gördüklerimi anlattım.

- Oğulcuğum! O dinde hayır yoktur! Senin ve atalarının dini daha hayırlıdır.

 

dedi. Kaçmamdan korktuğu için de ayağıma bir ağırlık bağlayarak beni eve hapsetti. Kilisedeki Hristiyanlara haber göndererek, Şam’a bir kafile geldiğinde bana haber vermelerini istedim. Çok geçmeden beklediğim haber geldi. Ayağımdaki ağırlıklardan kurtularak onlarla beraber Şam’ın yolunu tuttum.

 

Şam’a gelince bu dinin en üstün kişisini soruşturdum, kilisedeki piskoposu gösterdiler. “Hıristiyanlığa girerek kilisede hizmet etmek istediğimi” söyledim, kabul etti. Şam piskoposu kötü bir adamdı. Gelen sadakaları kendisine ayırır, yoksullara bir şey vermezdi. Sonunda piskopos öldü. Hıristiyanlar, onu gömmek için toplandılar. Onlara,

- O kötü bir adamdı. Sizden sadaka vermenizi ister, getirdiklerinizi kendine saklar, fakirlere bir şey vermezdi.
- Sen bunu nereden biliyorsun?
- Size onun sakladıklarını gösterebilirim.

 

Onlara definenin saklandığı yeri gösterdim. Oradan altın ve gümüş dolu 7 küp çıkardılar. Bunun üzerine ölüsünü astılar ve taşladılar. Onun yerine kiliseye başka bir din adamı getirdiler. Ben, beş vakit namaz kılmayanlar içinde, ondan daha faziletli, dünyaya değer vermeyen, ibadete onun kadar düşkün bir kimseyi görmedim. Ondan önce de hiç kimseyi onun kadar sevmedim. Uzun zaman onun yanında kaldım. Sonunda o da ölüm döşeğine düştü. Kendisine:

- Bu kadar zaman senin yanında bulundum! Senden önce kimseyi sevmediğim kadar da seni sevdim. Görüyorsun ki, yüce Allah’ın emri gelip çatmış bulunuyor. Senden sonra ne yapmamı, kimin yanına gitmemi tavsiye edersin?
- Oğulcuğum! Bu gün benim yolum ve gidişatımda olan bir kimseyi bilmiyorum. İyi din adamlarının çoğu ölüp gittiler. Yalnız Mevsil’de bir kişi var, benim tuttuğum yol ve benim bulunduğum hal üzerinedir. Sen onun yanına git.

 

dedi ve çok geçmeden öldü. Ben de gitmemi tavsiye ettiği Mevsil’deki arkadaşının yanına gittim. Yanında kalmama izin verdi. Onu da öbür arkadaşının yolunda ve hayırlı bir kimse olarak buldum. Fakat çok geçmeden o da ölüm döşeğine düştü. Ölmeden önce Nusaybin’deki bir zatın yanına gitmemi tavsiye etti.

Ölümünün ardından Nusaybin’e doğru yola çıktım ve tavsiye ettiği zatın hizmetine girdim. Fakat onun da ölüm vakti gelip çattı. Ölümünden önce bana Rum topraklarından Amuriye’deki bir zatı tavsiye etti.

Amuriye’ye gittim ve bahsettiği kimseyi bularak hizmetine girdim. Onu da diğer arkadaşlarının yolunda, hayırlı bir kimse olarak buldum. Orada az çok bir şeyler de kazandım. Hatta bir miktar ineğim ve koyunun oldu. Sonunda yanında bulunduğum bu kimse de ölüm döşeğine düştü. Kendisine:

- Senden önce yanında bulunduğum kimseler bana kendilerinden sonra gidebileceğim kişileri tavsiye etmişlerdi. Görüyorum ki, sen de ölüm döşeğindesin. Senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye edersin?
- Oğulcuğum! Vallahi, bugün yeryüzünde yanına gitmeni tavsiye edebileceğim, bizim yolumuzda olan hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum. Fakat, ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür. Kendisi Arap topraklarında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki hurma bahçeleri bulunan bir yere göç etmek zorunda kalacaktır. O hediye yer, sadaka yemez. İki kürek kemiği arasında da peygamberlik mührü bulunur. Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse, hemen git!

 

Bu zatın ölümünden sonra bir süre daha Amuriye’de oturdum. Sonra Kelp kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimselere rastladım. Onlara, beni Arap diyarlarına götürmeleri karşılığında, koyun ve ineklerimi kendilerine vermeyi teklif ettim. Fakat Vadilkura denilen yere erişince, anlaşmalarını bozdular ve beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.

 

Yahudinin yanında bir müddet kaldım. Vadilkura’daki hurma ağaçlarını görünce ümitlendimse de buna kalbim pek yatışmadı. Bir süre sonra, Kurayza Oğulları Yahudilerinden olan amcasının oğlu beni satın alarak Medine’ye götürdü. Vallahi, Medine’yi görür görmez, Amuriye’deki efendimin tarif ettiği yerin burası olduğunu anladım. Bu sırada Resulullah, Peygamber olarak gönderilmiş ve Mekke’den hicret etmiş durumdaymış. Fakat ben, kölelik meşguliyeti içinde onun hakkında hiçbir şey işitmemişim.

Bir gün, hurma ağacının başında sahibimin işlerini yapıyor, sahibim de ağacın altında oturuyordu. Bu sırada birisi geldi:

- Allah Evs ve Hazrec kabilelerini kahretsin! Bugün Kuba köyünde, Mekke’den gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına toplanmış bulunuyorlar.

dedi. Bunu işitir işitmez, beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse sahibimin üzerine düşecektim.

- Ne dedin, ne dedin?

diyerek ağaçtan indim. Sahibim kızdı ve şiddetli bir tokat attı.

- Bundan sana ne? Sen işinin başına git!

diye çıkıştı. Yanımda biriktirmiş olduğum bir miktar yiyecek vardı. Akşam olunca bunları alıp, Kuba köyüne gittim. Yanına girdim:

- Senin salih bir insan olduğunu işittim. Yanında da muhtaç, kimsesiz insanlar varmış. Bu şeyleri, sadaka olarak vermek için yanımda bulunduruyordum.

 

diyerek getirdiklerimi kendisine uzattım. Rasulullah, sahabelerine ikram etti. Kendisi elini çekti ve bir lokma bile almadı. Kendi kendime “bu bir” dedim. Yanından ayrılarak geri döndüm.

 

Yine bir miktar yiyecek biriktirmiştim. O sırada Rasulullah Medine’ye gelmiş bulunuyordu. Yanına vardım:

- Senin sadakadan yemediğini gördüm. Bu sana ikram olarak hazırladığım hediyemdir!
dedim. Kendisi ondan yedi ve yanındakilere de yemelerini söyledi. Bunun üzerine kendi kendime “bu iki” dedim.

 

Bir süre sonra, Baki kabristanında bulunduğu sırada yanına vardım. Oraya, sahabilerinden birinin cenazesi için gitmişti. Sahabilerinin arasında oturuyordu. Üzerinde her tarafını bürüyen iki örtü bulunuyordu. Kendisine selam verdim. Sonra da, “Amuriye’deki efendimin tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim?” diye bakmak için arkalarına geçtim. Yapmaya çalıştığım şeyi anlayınca arkasından örtüsünü sıyırdı. Peygamberlik mührünü görünce tanıdım, üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım.

- Bu tarafa dön!

 

buyurdu. Gelip önlerine oturdum. Ey ibn-i Abbas! Sana anlattığım gibi, başımdan geçenleri Ona da anlattım. Başımdan geçenleri anlatınca çok hoşuna gitti.

 

 

 

bottom of page